Dosya olarak kaydet: PDF - TIFF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

İSTEMİN ÖZETİ :Davacı tarafından, iş akdinin karşılıklı olarak sona erdirilmesi neticesinde imzalanan ikale sözleşmesine istinaden ödenen iş güvencesi tazminatı üzerinden kesilen gelir (stopaj) vergisinin iadesi talebiyle yapmış olduğu düzeltme- şikayet başvurusunun reddine dair işlemin iptali ile yapılan gelir vergisi kesintisinin iadesi istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar veren İstanbul 12. Vergi Mahkemesi'nin 07/12/2018 tarih ve E:2018/2224, K:2018/3146 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek kaldırılması istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ :İstinaf isteminin reddi ile kararın onanması gerektiği savunulmaktadır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren İstanbul Üçüncü Vergi Dava Dairesince işin gereği görüşüldü:

İstinaf başvurusu, davacı tarafından, iş akdinin karşılıklı olarak sona erdirilmesi neticesinde imzalanan ikale sözleşmesine istinaden ödenen iş güvencesi tazminatı üzerinden kesilen gelir (stopaj) vergisinin iadesi talebiyle yapmış olduğu düzeltme- şikayet başvurusunun reddine dair işlemin iptali ile yapılan gelir vergisi kesintisinin iadesiistemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar veren Vergi Mahkemesi kararının kaldırılması istemine ilişkindir.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İstinaf" başlıklı 45. maddesinin 1.fıkrasında; idare ve vergi mahkemelerinin kararlarına karşı, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi, mahkemenin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine başvurulabileceği; 5. fıkrasında, bölge idare mahkemesinin, ilk inceleme üzerine verilen kararlara karşı yapılan istinaf başvurusunu haklı bulduğu, davaya görevsiz veya yetkisiz mahkeme, yahut reddedilmiş veya yasaklanmış hakim tarafından bakılmış olması hallerinde, istinaf başvurusunun kabulüyle, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar vererek dosyayı ilgili mahkemeye göndereceği, bölge idare mahkemesinin bu fıkra uyarınca verilen kararlarının kesin olduğu hükümleri yer almaktadır.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü" başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasanın "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" başlıklı 40'ıncı maddesine, 03/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun'un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, "Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır." düzenlemesi yer almıştır.

Anılan fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.

İdari işlemlere karşı başvuru yollarının ayrıntılı düzenlemelerde yer alması, başvuru süresinin kısa olması veya olağan başvuru yollarına istisna getirilebilmesi nedeniyle işlemlere karşı hangi idari birime, hangi sürede başvurulacağının idarelerce işlemde belirtilmesi hukuk güvenliği ilkesinin gereğidir. Anılan Anayasa hükmü ile, idareye işlemlerinde, ilgililerin kaç gün içinde, hangi mercilere başvurabileceklerini bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.

Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, yasalarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi'nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08/12/2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanun'da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa'nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa'nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.

Tüm bu açıklamalar sonucunda; Devletin işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa'nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesinin zorunlu olduğu ortaya çıkmaktadır.

Ayrıca Anayasa’nın 74. maddesi, idareye başvurulara “yazılı” yanıt verme yükümlülüğü getirmektedir. 74. maddenin II. fıkrasına göre, “kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir.” hükmü, Anayasa’nın “Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinin 3. fıkrasında ise, “idari işlemlere karşı açılacak davalarda süre, yazılı bildirim tarihinden başlar” hükmü yer almaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 7. maddesinde, dava açma süresinin, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu belirtilmiştir.

Aynı Kanunun, 11. maddesinde ise, ''ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır'' denilmektedir.

Esasen, 2577 sayılı Kanun'da yer alan kurallar idari usulü belirleyen kurallar olmayıp, yargılama usulünün belirlenmesine ilişkin kurallardır. Yargılama usulünde, dava açılmadan önce, idari yoldan işlemin idare bünyesinde ilgili yönünden yeniden değerlendirilmesine olanak sağlayan ve dava açılmasını idarenin bu değerlendirme sonucuna bağlayan ve bunu dava açma süresi ile ilişkilendiren 2577 sayılı Kanun'un 10, 11, 12, 13. maddesindeki gibi istisnai kurallar yer almaktadır. Bu kapsamda yapılacak başvurulara cevap verilmemesi hali ise, dava açma süresine yönelik olarak oluşturulmuştur.

Yukarıdaki hükümler uyarınca davalı idareye tebliğ edilen merciine tevdi kararı ile yapılan şikayet başvurusu üzerine Anayasanın 74. maddesi uyarınca başvurunun sonucunun gecikmeksizin ilgiliye bildirilmesi gerekmekte olup; ilgilinin haklarının zımni ret müessesi ile sınırlandırılması yukarıda yer verilen yasal düzenlemelere uygun düşmeyecektir. Merciine tevdi kararı ile birlikte davalı idareye yapılan şikayet başvurusunun, altmış gün içinde yanıtlanmaması durumunun zımni ret sayılması, idarenin keyfi olarak vatandaşın başvurusunu bekletmesine karşı getirilmiş bir güvence olup, idarenin yanıt verme yükümlülüğünü kaldıran bir durum değildir.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, ödenen iş güvencesi tazminatından yapılan gelir vergisi kesintisinin iadesi için 30.12.2016 tarihinde Ankara Dışkapı Vergi Dairesine düzeltme başvurusunda bulunduğu, söz konusu vergi dairesinin 01.03.2017 tarih ve 64987 sayılı yazısı ile davacının talebi ile ilgili olarak kesintiyi yapmakla sorumlu bulunan Türk Telekom A,Ş.'ne müracaat edilmesi gerektiği bilgisi verildiği, davacının 24.03.2017 tarihli dilekçesi ile Türk Telekom A.Ş.'ye başvuruda bulunduğu, Türk Telekom A.Ş.'nin 19.04.2017 tarih ve 86006 sayılı yazısı ile davacının talebinin reddedildiği, bunun üzerine davacının şikayet yolu ile Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığına 10.04.2017 tarihinde başvuruda bulunduğu, Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığının 17.04.2017 tarih ve 46279 sayılı yazısı ile, davacının konu ile ilgili olarak Türk Telekominikasyon A.Ş. 1.Bölge Müdürlüğünün gelir vergisi tevkifatı yönünden bağlı bulunduğu vergi dairesine düzeltme talebinde bulunmadığı anlaşıldığından söz konusu dilekçenin şikayet yolu ile yapılan bir başvuru olarak kabul edilmeyerek işleme koyulmadığı bilgisinin verildiği, bunun üzerine davacının 23.05.2017 tarihinde Gaziosmanpaşa Vergi Dairesi Müdürlüğüne başvuruda bulunduğu, başvuru üzerine Mecidiyeköy Vergi Dairesi Müdürlüğünün 18.07.2017 tarih ve 212417 sayılı yazı ile, davacıya ödenen kıdem tazminatına gelir vergisi kesintisi yapılmadığından dolayı talebin reddine karar verildiği, akabinde İstanbul 12. Vergi Mahkemesi'nin 2017/1810 esasına kayıtlı dosyasında dava açıldığı ve 18.09.2017 tarih ve 2017/2132 sayılı karar ile "dosyanın görevli idari mercii olan Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı'na tevdiine" karar verildiği, merciine tevdi kararının 09.10.2017 tarihinde Gelir İdaresi Başkanlığına, 06.10.2017 tarihinde davacı vekiline, 05.10.2017 tarihinde vergi dairesine tebliğ edildiği, Vergi Mahkemesince ilgili kararın tarafların istinafa gitmemesi nedeniyle 09.11.2017 tarihinde kesinleştiğinden ve bu tarihten itibaren 60 günlük zımni ret süresi geçtikten sonra 30 günlük dava açma süresi içerisinde dava açılmadığından, ayrıca 09.07.2018 tarihinde Gelir İdaresi Başkanlığına tekrardan başvuruda bulunulmasının dava açma süresini ihya etmeyeceğinden bahisle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiş ise de;

Olayda; davalı idarece merciine tevdi kararı sonrası davacı talebi ile ilgili olarak herhangi bir işlem tesis edilmediği, dolayısıyla davacıya hangi kanun yolları ve mercilere başvurulacağının ve sürelerinin yazılı olarak tebliğ edilemediği, Anayasa'nın 40. maddesindeki düzenleme ile, son derece dağınık mevzuat karşısında idarelere, ilgililerin kaç gün içinde, hangi mercilere başvurabileceklerini bildirme yükümlülüğünün getirildiği ve bu durumun hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması ve idarenin denetlenmesi yönünden zorunlu olduğu, merciine tevdi kararı sonrası olağan başvuru yollarına ve buna bağlı dava açma sürelerine istisnai bir hal oluştuğundan, merciine tevdi kararı kendisine gönderilen davalı idarece davacı hakkında herhangi bir işlem tesis edilmemesi ve bu suretle hangi kanun yolları ve mercilere başvurulacağının ve sürelerinin gösterilmemesi hali mahkemeye erişim hakkının kısıtlanmasına yol açabileceğinden, bu durumda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1. maddesinin ihlali sonucunu doğurabileceğinden, bu sebeplerle bakılmakta olan davanın süresinde açıldığının kabulü gerekmektedir.

Bu durumda, davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesinde hukuka ve hakkaniyete uygunluk görülmediğinden, istinafa konu kararın kaldırılması ve dava dosyasının süre aşımı dışında diğer ilk inceleme hususlarında bir eksiklik görülmediği takdirde işin esasının incelenmesi için Mahkemesine gönderilmesi gerekmiştir.

Açıklanan nedenlerle, istinaf başvurusunun kabulüne, İstanbul 12. Vergi Mahkemesi'nin 07/12/2018 tarih ve E:2018/2224, K:2018/3146 sayılı kararın kaldırılmasına, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 45. maddesinin 5. fıkrası uyarınca dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, Mahkemece yeniden verilecek kararla birlikte istinaf yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm tesisine gerek bulunmadığına, kararın taraflara tebliği için dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, 15/05/2019tarihinde oybirliğiyle kesin olarak karar verildi.