Dosya olarak kaydet: PDF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

I.BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, "kaçakçılık" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını ve hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen dava konusu aracın müsaderesine karar verildiğini belirterek, Anayasa'nın 35., 36. ve 38. maddelerinde tanımlanan mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesi veya maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

II.BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 7/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 10/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 29/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 31/3/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu süresi içinde, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanlarını sunmuştur.

III.OLAY VE OLGULAR

A.Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

7. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında, 19/7/2002 tarihinde başvurucunun idaresindeki araca el konulmuş ve başvurucunun ifadesi alınmıştır.

8. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, "kaçakçılık ve resmi belgede sahtecilik" suçlarından yapılan soruşturma sonunda, 30/12/2002 tarihinde, "kaçakçılık ve resmi belgede sahtecilik" suçlarına ilişkin soruşturma dosyalarının ayrılmasına karar verilmiştir.

9. Başvurucu ve diğer beş şüpheli hakkında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 30/12/2002 tarih ve E.2002/50658 sayılı iddianamesi ile "kaçakçılık" suçunu işledikleri iddiasıyla Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

10. Başvurucu dışındaki üç şüpheli hakkında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 30/12/2002 tarih ve E.2002/94437 sayılı iddianamesi ile "resmi belgede sahtecilik" suçunu işledikleri iddiasıyla Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

11. Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi, "kaçakçılık" suçundan yaptığı yargılama sonunda, 11/10/2006 tarih ve E.2003/62, K.2006/834 sayılı kararıyla suçun işlendiği hususunda kesin ve inandırıcı delil bulunamadığından başvurucunun beraatine ve suç konusu aracın ruhsat sahibine iadesine karar vermiştir.

12. Katılanın temyizi üzerine karar, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 22/12/2008 tarih ve E.2008/7468, K.2008/22223 sayılı ilâmı ile sanıklar hakkında kaçakçılık suçundan açılan başka bir dava bulunup bulunmadığının araştırılması, "resmi belgede sahtecilik" suçundan açılan davanın sonuçlanıp sonuçlanmadığının tespiti ve gerekirse birleştirme kararı verilerek hüküm kurulması gerektiği belirtilerek bozulmuştur.

13. Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi "resmi belgede sahtecilik" suçundan yaptığı yargılama sonunda, 26/5/2009 tarih ve E.2009/74, K.2009/177 sayılı kararı ile sanıklardan A.B.'nin çalışmak için 1996-2000 yılları arasında Kırgızistan'da bulunduğu ve dönüş yapacağı sırada gümrük işlemleriyle uğraşan sanıklar M.K. ve B.K.'nın, sanık A.B. ile temasa geçerek permi hakkı olduğunu belirtmek suretiyle suça konu aracı yurda sokmaya karar verdikleri ve belgeleri sahte olarak hazırlamak suretiyle aracın gümrükten geçişini sağladıkları, daha sonra aracı üçüncü kişilere sattıkları, sanık A.B.'nin yurtdışından araç almadığı halde almış gibi belge düzenleyerek gümrük işlemlerinin yapıldığı, her üç sanığın işbirliği içinde sahte belgeler düzenledikleri, bu şekilde suçlarının sübuta erdiği gerekçesiyle "resmi belgede sahtecilik" suçundan ayrı ayrı 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiş ve 22/6/2009 tarihinde hüküm kesinleşmiştir.

14. Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 22/12/2008 tarihli bozma ilâmına uyarak yaptığı yargılama sonunda, 16/6/2009 tarih ve E.2009/566, K.2009/665 sayılı karar ile başvurucu hakkında "kaçakçılık" suçundan açılan kamu davasının, 10/7/2003 tarih ve 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun 31. maddesinin birinci fıkrası delaletiyle 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 102. maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi ile 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223. maddesinin (8) numaralı fıkrası gereği zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/5/2009 tarihli mahkûmiyet kararına göre suça konu aracın sahte belgelerle yurtdışından getirildiği, mevcut hali ile ithalat şartını taşımadığı ve kaçak olduğu gerekçesiyle 21/3/2007 tarih ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları delaletiyle 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine karar vermiştir.

15. Başvurucunun müsadere kararı yönünden temyizi üzerine hüküm, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 4/2/2013 tarih ve E.2011/12045, K.2013/2898 sayılı ilâmıyla onanmıştır.

16. Karar, 17/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu, 7/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B.İlgili Hukuk

18. 765 sayılı mülga Kanun'un 102. maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi; 5271 sayılı Kanun'un 223. maddesinin (8) numaralı fıkrası, 4926 sayılı mülga Kanun'un 31. maddesinin birinci fıkrası.

19. 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Bu Kanunda tanımlanan suçlarla ilgili olarak 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun eşya ve kazanç müsaderesine ilişkin hükümleri uygulanır.

.

(2) Etkin pişmanlık nedeniyle fail hakkında cezaya hükmolunmaması veya kamu davasının düşmesine karar verilmesi, sadece suç konusu eşya ile ilgili olarak müsadere hükümlerinin uygulanmasına engel teşkil etmez."

20. 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası.

"(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir."

IV.İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 25/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/6/2013 tarih ve 2013/3803 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A.   Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 19/7/2002 tarihinde idaresindeki araca el konularak ifadesinin alındığını, Başsavcılıkça, "kaçakçılık" suçunu işlediği iddiasıyla 30/12/2002 tarihinde hakkında açılan kamu davasının, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince 16/6/2009 tarihinde zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verildiği halde dava konusu aracın müsaderesine hükmedildiğini, müsadere kararının mahkûmiyet hükmünün sonucu olabileceğini, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen aracın müsadere edildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, masumiyet karinesi ile mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

23. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun, "kaçakçılık" suçunu işlediği iddiasıyla hakkında açılan kamu davasında, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince 16/6/2009 tarihinde zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verildiğini, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen dava konusu aracın müsaderesine hükmedildiğini belirterek, Anayasa'nın 35., 36. ve 38. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Başvurucunun, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen düşme kararına yönelik bireysel başvuruda bulunmadığı, adına trafik siciline kayıtlı aracın müsaderesine karar verilmesinin Anayasa'nın 35., 36. ve 38. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü dikkate alındığında, ihlal iddialarının tamamı mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun, makul sürede yargılama yapılmadığına yönelik şikâyeti ayrıca değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası

24. Başvurucunun, "kaçakçılık" suçunu işlediği iddiasıyla hakkında açılan kamu davasında, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince 16/6/2009 tarihinde zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesine ve hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen dava konusu aracın müsaderesine hükmedilmesinin, Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkını ihlal ettiğine ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyete ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

K1 bu görüşe katılmamıştır.

b. Makul Sürede Yargılama Yapılmadığı İddiası

25. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti de açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak da kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası

26. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 19/7/2002 tarihinde idaresindeki araca el konulduğunu, Başsavcılıkça, "kaçakçılık" suçunu işlediği iddiasıyla 30/12/2002 tarihinde hakkında açılan kamu davasının, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince 16/6/2009 tarihinde zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verildiği halde dava konusu aracın müsaderesine hükmedildiğini, müsadere kararının mahkûmiyet hükmünün sonucu olabileceğini, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen aracın müsadere edildiğini belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

27. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun müsadere edilen aracının kaçak olduğunun Mahkeme kararlarıyla sabit olduğu, anılan aracın, başvurucu ile bir başka özel kişi arasında düzenlenen araç alım-satımına ilişkin sözleşmesel bir ilişkiye dayalı olarak başvurucu tarafından satın alındığı, başvuru konusu araca ilişkin düzenlenen sahte belgeler hususunda başvurucunun iyi niyetli olduğu kabul edilse dahi başvurucu açısından ayıplı mal satın alınmasının söz konusu olabileceği, bu itibarla somut olayda başvurucunun mülkiyet hakkına üçüncü kişilerin kusuruna dayalı bir müdahalenin söz konusu olduğu, bu müdahalede Devletin pozitif yükümlülüğünün varlığı ileri sürülse bile bu müdahaleye karşı etkin yargısal yolların bulunduğu, zarara uğradığını iddia eden başvurucunun zararının tazmini için aracı satın aldığı kişiye karşı el koyma işleminden sonra Borçlar Hukuku kapsamında dava açmasının mümkün olduğu, ancak başvurucunun herhangi bir dava açmadığı, bu nedenle başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuruda bulunulduğu belirtilmiştir.

28. Başvurucu Adalet Bakanlığı görüşüne karşı, Bakanlık görüşüne katılmadığını, hakkında mahkûmiyet hükmü verilmeden aracın müsadere edildiğini ve müsaderesine karar verilen aracın bedelinin de ödenmediğini, zarara sebebiyet veren kişinin aracı satan kişi değil kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmadan sahtecilik ve kaçakçılık iddiasıyla aracı müsadere eden yargılama makamları olduğunu, mülkiyet hakkının ihlaline müsadere kararının neden olduğunu bildirmiştir.

29. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."

30. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."

31. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

32. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

33. Anayasa'nın 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

34. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

35. Anayasa'nın 35. maddesi ve Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi paralel düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir.

36. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural, genel olarak mülkiyetten barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus, birinci fıkranın ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun bırakmayı düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın ikinci cümlesinde düzenlenmiştir. Üçüncü kural ise devletlerin kamu yararına uygun olarak ve bu amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla mülkiyetin kullanımını kontrol etme yetkisini tanır, bu ise ikinci fıkrada yer almaktadır (bkz. Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982, § 61).

37. Anayasa'nın 35. maddesi de Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesindeki düzenlemeye paralel şekilde, birinci fıkrasında mülkiyet hakkını tanımış, ikinci ve üçüncü fıkralarında ise mülkiyet hakkının sınırlandırılması ve bu sınırlandırmanın ölçütü belirtilmiştir.

38. Bireysel başvuru yoluyla mülkiyet hakkının ihlali iddiasının ileri sürülebilmesi için mülkiyetin konusu "sahip olunan bir mülk"e ihlal sonucunu doğuracak bir müdahalenin bulunması gerekmektedir (B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 26).

39. Bu doğrultuda, öncelikle mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olabilecek malvarlığı değerlerinin belirlenmesi gerekir. Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No.lu Ek Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk girebileceği gibi kesin bir şekilde tanımlanmış alacak hakları da girebilir (AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T. 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008).

40. 13/10/1984 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 20. maddesi şöyledir:

"Tescil süreleri, satış ve devirler, noterlerin sorumluluğu ile ilgili esaslar şunlardır:

a) Araç sahipleri,

1. Tescili zorunlu ve ilk tescili yapılacak olan araçların satın alma veya gümrükten çekme tarihinden itibaren üç ay içinde tescili için; bunların hurda durumuna gelmesi hâlinde ise bir ay içinde tescilin silinmesi için ilgili trafik tescil kuruluşuna veya Emniyet Genel Müdürlüğünün belirleyeceği kamu kurum veya kuruluşları ile gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerine başvurmak,

.

zorundadırlar.

b) Araçların giriş işlemlerini yapan gümrük idareleri bu durumu 15 gün içinde araç sahiplerinin beyan ettikleri tescil kuruluşuna bildirmekle yükümlüdürler.

c) Tescil belgesi, aracın başkasına satış veya devrine, hurdaya çıkarılmasına veya araçta, yönetmelikte belirtilen niteliklerin değişmesine kadar geçerli sayılır.

d ) Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri, satış ve devri yapılacak araçtan dolayı motorlu taşıtlar vergisi, gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası ve trafik idari para cezası borcu bulunmadığının tespit edilmesi ve taşıt üzerinde satış ve/veya devri kısıtlayıcı herhangi bir tedbir veya kayıt bulunmaması halinde, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak noterler tarafından yapılır.

Noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler geçersizdir.

Satış ve devir işlemi, siciline işlenmek üzere üç işgünü içerisinde ilgili trafik tescil kuruluşu ile vergi dairesine bildirilir. Bu bildirimle birlikte alıcı adına trafik tescil işlemi gerçekleşmiş sayılır. Satış ve devir tarihi itibariyle, 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu hükümleri uyarınca eski malikin vergi mükellefiyeti sona erer, yeni malikin vergi mükellefiyeti başlar.

Yapılan satış ve devir işlemi üzerine noterler tarafından yeni malik adına bir ay süreyle geçerli tescile ilişkin geçici belge düzenlenir.

.

Satış ve devir işlemlerinin bildiriminden itibaren bir aylık süre içerisinde ilgili trafik tescil kuruluşu veya Emniyet Genel Müdürlüğünün uygun gördüğü kamu kurum veya kuruluşları tarafından yeni malik adına tescil belgesi düzenlenerek elden veya posta aracılığıyla teslim edilir. Tescil belgesinin bir ay içerisinde teslim edilememesi halinde yeni malike sorumluluk yüklenemez.

."

41. Taşınır eşyada mülkiyetin devri için borçlandırıcı işlemin yapılmasından sonra zilyetliğin naklinin (tasarruf işlemi) gerçekleştirilmesi gerekir. Bu tasarruf işlemi doğrudan doğruya eşyanın veya aracın teslimi yahut eşyanın alıcının fiili hâkimiyetine girmesi ile gerçekleşir.

42. Taşınır eşya olan motorlu araçların devri, taşıdıkları önem ve risk nedeniyle hukuk düzeni tarafından diğer taşınır eşyanın tabi olduğu mülkiyetin devir şeklinden farklı olarak daha sıkı şekil şartlarına tabi tutulmuştur.

43. 2918 sayılı Kanun'un 20. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine göre, "Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri .... araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi. esas alınarak noterlerce yapılır..."

44. Trafik sicili, Devlet eliyle resen tutulan, motorlu araçların teknik ve fiziki özellikleri ile üzerlerinde yer alan başta mülkiyet hakkı olmak üzere hakları ve kısıtlamaları gösteren resmi bir kayıt sistemidir.

45. 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 7. maddesi şöyledir:

"Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur.

Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir."

46. Trafik sicili, 4721 sayılı Kanun'un 7. maddesinde belirtilen resmi sicillerden sayılırken, bu sicile dayanarak oluşturulan araç tescil belgeleri de (ruhsatname) aynı madde gereği resmi senetlerden sayılırlar. Dolayısıyla belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluştururlar. Trafik sicili, içerdiği hususların doğruluğuna ilişkin karine teşkil eder.

47. Trafik siciline tescilli araçlarda noterde yapılan satış veya devir işleminin sonrasında aracın zilyetliği alıcıya devredildiğinde mülkiyeti de geçmiş olacaktır.

48. 2918 sayılı Kanun'un 20. maddesine göre, henüz tescili yapılmamış motorlu araçların mülkiyet devirlerinin ise genel olarak taşınır mülkiyetinin devrine ilişkin esaslardan ayrılmadığı söylenebilir. Diğer bir deyişle, mülkiyeti devretmeyi amaçlayan sözleşmenin yapılmasından sonra mülkiyeti devir amacıyla zilyetliğin naklinin gerçekleşmesi ile motorlu aracın mülkiyeti alıcıya geçmiş olacaktır. Alıcı, aracın trafik siciline tescilinden önce, usulüne uygun olarak yapılan sözleşmeyi takiben araç üzerindeki zilyetliğin kendisine devredilmesi ile malik olmuştur. Bu yönüyle trafik sicilindeki tescil kurucu değil, açıklayıcı niteliktedir.

49. Anayasa'nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı, kapsam itibariyle 4721 sayılı Kanun'da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı olmamakla birlikte, trafik siciline tescilli araç mülkiyetinin Anayasa'nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/539, 16/5/2013, §§ 30-31).

50. Anayasa'nın 35. maddesi ile düzenlenen mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir haktır (B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 17).

51. Başvuru konusu olayda, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 19/7/2002 tarihinde başvurucunun idaresindeki araca el konularak, başvurucu ile diğer beş şüpheli hakkında "kaçakçılık" suçundan, üç şüpheli hakkında ise "resmi belgede sahtecilik" suçundan kamu davası açılmıştır.

52. Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Müfettişi tarafından düzenlenen 17/5/2002 tarihli teftiş raporu üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında, 19/7/2002 tarihinde başvurucunun idaresindeki araca el konulmuştur.

53. El konulan aracın, 14/1/2000 tarihinde Kırgızistan'dan Türkiye'ye getirildiği, gümrük işlemlerinin tamamlanarak 17/1/2000 tarihinde Ankara Naklihane ve Bedelsiz İthalat Gümrük Müdürlüğü tarafından, bedelsiz ithalat izni verilerek Ankara Trafik Şube Müdürlüğüne trafik kayıt ve tescil işlemlerinin A.B. adına yapılması için yazı yazıldığı anlaşılmıştır. Aynı araca yönelik olarak 7/2/2000 tarihinde, A.B. ile başvurucu arasında Altındağ 8. Noterinde "Kat'i Satış Senedi" düzenlenmiş ve bu şekilde başvurucu aracı A.B.'den satın almıştır. Başvurucu bu belgeye dayalı olarak, 8/2/2000 tarihinde Ankara Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne başvurmuş, aracın trafik tescilini gerçekleştirmiş ve adına motorlu araç trafik tescil belgesi düzenlenmiştir. Bu şekilde aracın trafik siciline ilk tescilinin yapıldığı ve ilk tescilinin başvurucu adına gerçekleştirildiği anlaşılmıştır.

54. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu ve diğer beş şüpheli hakkında düzenlenen 30/12/2002 tarihli iddianamede, gümrük vergilerinden muafiyet ve istisna tanınacak hallere ilişkin mevzuat hükümlerine göre Türk vatandaşları tarafından yurda getirilecek araçların 21/11/1997 tarihinden önce satın alınmış olması gerektiği, yapılan araştırmada el konulan aracın Kırgızistan'dan A.B. tarafından 25/11/1999 tarihinde satın alındığı, ithalat sırasında gümrük idaresine verilen belgelerde otomobilin satın alınma tarihinin 11/8/1997 olarak gösterildiği ve belgelerde sahtecilik yapıldığı, bu şekilde şüphelilerin teşekkül halinde kaçakçılık suçunu işledikleri iddiasıyla cezalandırılmaları talep edilmiştir.

55. Yine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, el konulan araca yönelik olarak, başvurucu dışındaki üç şüpheli hakkında, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinde "resmi belgede sahtecilik" suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır.

56. Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda, 26/5/2009 tarihinde sanıkların "resmi belgede sahtecilik" suçundan 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ve karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir.

57. Başvurucu ve diğer beş şüpheli hakkında, "kaçakçılık" suçunu işledikleri iddiasıyla Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasında yapılan yargılama sonunda, 16/6/2009 tarihli karar ile başvurucu ve diğer sanıklar hakkında "kaçakçılık" suçundan açılan kamu davasının, 4926 sayılı mülga Kanun'un 31. maddesinin birinci fıkrası delaletiyle 765 sayılı mülga Kanun'un 102. maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi ile 5271 sayılı Kanun'un 223. maddesinin (8) numaralı fıkrası gereği zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/5/2009 tarihli mahkûmiyet kararına göre suça konu aracın sahte belgelerle yurtdışından getirildiği, mevcut hali ile ithalat şartını taşımadığı ve kaçak olduğu gerekçesiyle 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine karar verilmiş, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 4/2/2013 tarihli ilâmıyla hüküm onanmıştır.

58. Somut olayda, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/5/2009 tarihli kararı ile el konulan aracın Türkiye'ye getirilmesi ve tescil edilmesinin "resmi belgede sahtecilik" suçunun işlenmesi suretiyle oluştuğu kesinleşmiştir. Başvurucu hakkında yargılama yapan Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince de Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşen ilâmı ve gerekçesi dikkate alınarak, el konulan aracın "kaçak eşya" olduğu kabul edilmiş, ancak suç tarihinden itibaren 765 sayılı mülga Kanun'da belirtilen zamanaşımı süresinin geçmesi nedeniyle kamu davasının düşmesine ve "kaçak eşya" niteliğindeki aracın müsaderesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay 7. Ceza Dairesince düşme ve müsadere kararı yönünden hüküm onanmıştır.

59. 7/2/2000 tarihinde A.B. ile başvurucu arasında Altındağ 8. Noterinde "Kat'i Satış Senedi" düzenlenmiş ve bu şekilde başvurucu aracı A.B.'den satın almıştır. Yukarıda açıklandığı üzere (bkz. § 48) başvurucu, aracın satış işleminin ve naklinin gerçekleşmesi ile mülkiyet hakkını kazanmıştır. Kaldı ki başvurucu bu belgeye dayalı olarak, 8/2/2000 tarihinde Ankara Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne başvurmuş, aracın trafik tescilini gerçekleştirmiş ve adına motorlu araç trafik tescil belgesi düzenlenmiştir. Dolayısıyla Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince müsadere edilen araç üzerinde, başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkının bulunduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır.

60. Mutlak değil sınırlanabilir bir hak olan mülkiyet hakkı Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında genel olarak hak tanınmakta, ikinci ve üçüncü fıkralarında da sınırlama ve güvence ölçütleri gösterilmektedir. Bu sınırlama ve güvencelerin Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.

61. Mülkiyet hakkına getirilen sınırlandırmanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa'nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

62. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele, "mülkiyet hakkına" yönelik bir müdahale bulunup bulunmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda, varlığı kabul edilen müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığının, söz konusu hakkın özünü zedeleyecek ölçüde kısıtlanıp kısıtlanmadığının, kısıtlamanın demokratik toplumda gerekli olup olmadığının ve kullanılan araçların orantısız olup olmadığının tespit edilmesi gerekir.

i. Müdahalenin Mevcudiyeti Hakkında

63. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 19/7/2002 tarihinde idaresindeki araca el konulduğunu, Başsavcılıkça, "kaçakçılık" suçunu işlediği iddiasıyla 30/12/2002 tarihinde hakkında açılan kamu davasının, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince 16/6/2009 tarihinde zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verildiği halde dava konusu aracın müsaderesine hükmedildiğini, müsadere kararının mahkûmiyet hükmünün sonucu olabileceğini, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen aracın müsadere edildiğini belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

64. 7/2/2000 tarihinde A.B. ile başvurucu arasında Altındağ 8. Noterinde "Kat'i Satış Senedi" düzenlenmiş ve bu şekilde başvurucu aracı A.B.'den satın almıştır. Başvurucu, aracın satış işleminin ve naklinin gerçekleşmesi ile mülkiyet hakkını kazanmıştır. Kaldı ki başvurucu bu belgeye dayalı olarak, 8/2/2000 tarihinde Ankara Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne başvurmuş, aracın trafik tescilini gerçekleştirmiş ve adına motorlu araç trafik tescil belgesi düzenlenmiştir. Dolayısıyla başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkı bulunduğu aracın, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince müsadere edilmesi, mülkiyet hakkına müdahale niteliğinde kabul edilebilir.

ii. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması Hakkında

65. Mülkiyet hakkına yapılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa'nın 35. maddesinin ihlaline yol açacaktır. Bu itibarla, sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa'nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

1. Kanunlar Tarafından Öngörülme

66. Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi, 16/6/2009 tarihli kararı ile başvurucu hakkında "kaçakçılık" suçundan açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/5/2009 tarihli mahkûmiyet kararına göre suça konu aracın sahte belgelerle yurtdışından getirildiği, mevcut hali ile ithalat şartını taşımadığı ve kaçak olduğu gerekçesiyle 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine karar vermiştir.

67. 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, anılan Kanun'da tanımlanan suçlarla ilgili olarak 5237 sayılı Kanun'un eşya ve kazanç müsaderesine ilişkin hükümleri uygulanır. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasına göre, kamu davasının düşmesine karar verilmesi, sadece suç konusu eşya ile ilgili olarak müsadere hükümlerinin uygulanmasına engel teşkil etmez. 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrasına göre de üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya müsadere edilir.

68. Yukarıda belirtildiği üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca el konulan aracın, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince "kaçak eşya" olduğu kabul edilerek müsaderesine karar verildiği, anılan kararın, 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrasına göre verildiği tespit edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkında yapılan müdahalenin "kanunlar tarafından öngörülme" ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

2. Meşru Amaç

69. 5607 sayılı Kanun'a göre kaçakçılık; ülkeye ithali ya da ülkeden ihracı yasak olan veya ithal ve ihracı gümrük işlemlerine tabi olan bir eşyayı gümrük işlemleri yaptırılmadan ithal veya ihraç etmek ve bu eşyayı ülke içinde satmak veya satın almaktır.

70. Başvuru konusu olayda, başvurucu adına trafik siciline tescilli aracın Mahkemece "kaçak eşya" niteliğine olduğu gerekçesiyle müsadere edilmesi ile ithali yasak olan eşyanın ülkeye girişine engel olunması ve ka-çak-çı-lı-ğın ön-len-mesi amaçlanmıştır. Dolayısıyla bu yönden, başvurucuya ait aracın müsadere edilmesinin meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

3. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük

71. Son olarak başvurucuya ait aracın Mahkeme kararıyla müsadere edilmesi ile "mülkiyet hakkına" yapılan müdahale arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği değerlendirilmelidir.

72. Anayasa Mahkemesi yerleşik içtihatlarında demokratik toplumu, "Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler." (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) biçiminde tarif etmiştir. Başka bir deyişle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T. 28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008).

73. Anayasa'nın 13. maddesinde ifade edilen "ölçülülük ilkesi", temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa'nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasında bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında demokratik toplum düzeni için gerekli olmak ile ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, "Temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın, demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir." (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007) diyerek, amaca, temel haklara en az müdahaleyle ulaşmayı sağlayacak aracın tercih edilmesi gerektiğine karar vermiştir.

74. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir.

75. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, başvurucuya ait aracın "kaçak eşya" niteliğinde kabul edilerek müsadere edilmesi şeklindeki müdahalenin, mülkiyet hakkını kısıtlama bakımından "demokratik bir toplumda gerekli" ve "ölçülülük ilkesi"ne uygun olup olmadığıdır.

76. Bu çerçevede mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin, izlenen meşru amaçla orantılı olup olmadığını belirleyebilmek için olayın bütünlüğüne bakılarak bu özgürlüğün özüne zarar verilip verilmediğinin değerlendirilmesi gerekir. Mülkiyet hakkının özüne zarar verecek ve makul olmayan müdahale, ölçüsüz ve orantısız bir müdahale olarak kabul edilebilir. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi temel olarak, maddede düzenlenen hakların kullanılması sırasında kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşı korunmayı amaçlamaktadır.

77. Başvuru konusu olayda başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 19/7/2002 tarihinde idaresindeki araca el konulduğunu, Başsavcılıkça, "kaçakçılık" suçunu işlediği iddiasıyla 30/12/2002 tarihinde hakkında açılan kamu davasının, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince 16/6/2009 tarihinde zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verildiği halde dava konusu aracın müsaderesine hükmedildiğini, müsadere kararının mahkûmiyet hükmünün sonucu olabileceğini, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen aracın müsadere edildiğini belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

78. Başvurucu ve diğer beş şüpheli hakkında, "kaçakçılık" suçunu işledikleri iddiasıyla Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasında yapılan yargılama sonunda, 16/6/2009 tarihli karar ile başvurucu ve diğer sanıklar hakkında "kaçakçılık" suçundan açılan kamu davasının, 4926 sayılı mülga Kanun'un 31. maddesinin birinci fıkrası delaletiyle 765 sayılı mülga Kanun'un 102. maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi ile 5271 sayılı Kanun'un 223. maddesinin (8) numaralı fıkrası gereği zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/5/2009 tarihli mahkûmiyet kararına göre suça konu aracın sahte belgelerle yurtdışından getirildiği, mevcut hali ile ithalat şartını taşımadığı ve kaçak olduğu gerekçesiyle 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine karar verilmiş, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 4/2/2013 tarihli ilâmıyla hüküm onanmıştır.

79. Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/5/2009 tarihli kararı ile el konulan aracın Türkiye'ye getirilmesi ve tescil edilmesinin "resmi belgede sahtecilik" suçunun işlenmesi suretiyle oluştuğu kesinleşmiştir. Başvurucu hakkında yargılama yapan Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince de Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşen ilâmı ve gerekçesi dikkate alınarak, el konulan aracın "kaçak eşya" olduğu kabul edilmiş, ancak suç tarihinden itibaren 765 sayılı mülga Kanun'da belirtilen zamanaşımı sürelerinin geçmesi nedeniyle kamu davasının düşmesine ve "kaçak eşya" niteliğindeki aracın müsaderesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay 7. Ceza Dairesince düşme ve müsadere kararı yönünden hüküm onanmıştır.

80. Somut olayda, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca el konulan aracın, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince "kaçak eşya" olduğu kabul edilerek müsaderesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı ve mülkiyet hakkının özüne müdahale niteliğinde olup olmadığı değerlendirilmiştir. Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi kararında belirtildiği üzere başvurucuya ait aracın "kaçak eşya" niteliğinde olduğu, sahte belgelerle ülkeye getirildiği, nitekim Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesince suça konu aracın sahte belgelerle yurtdışından getirildiği gerekçesiyle "resmi belgede sahtecilik" suçundan mahkûmiyet kararı verildiği anlaşılmıştır.

81. Günümüzde uluslararası ticaretin giderek artması ve serbestleşmesi, toplum ve çevre sağlığını olumsuz yönde etkileyen, ülke ekonomisi ve güvenliğini tehdit eden her türlü kaçakçılık faaliyetlerindeki artışı da beraberinde getirmiştir. Ülke ticaretinin ve güvenliğinin korunması ve kontrolü ile haksız rekabetin önlenmesi amacıyla kaçakçılıkla mücadele etmek için ülkeler tarafından hukuki düzenlemelerle gerekli önlemler alındığı gibi, bu gibi fiillerle mücadelede etkinliğin artırılması amacıyla uluslararası anlaşmalar da yapılmaktadır. Bu nedenlerle kaçakçılıkla mücadelede etkinliğin artırılması amacıyla "kaçak eşya"nın müsadere edilmesinin, kamu yararı amacı taşıdığı değerlendirilmektedir.

82. Dolayısıyla Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşen kararıyla "resmi belgede sahtecilik" yapılarak ülkeye getirilen aracın "kaçak eşya" niteliğinde olduğu gerekçesiyle müsadere edilmesi, kamu yararı amacına uygun olup, başvurucuyu kişisel ve aşırı bir yük altına sokmadığı, müdahalenin amacı ile başvurucuya yüklenen külfetin orantılı olduğu sonucuna varılmıştır.

83. Öte yandan başvurucu, müsadere kararı verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşse de başvurucunun, müsadere edilen aracı 7/2/2000 tarihinde A.B.'den Noterde düzenlenen "Kat'i Satış Senedi" ile satın aldığı, aracın satış tarihinden önceki belgelerinde sahtecilik yapılması nedeniyle kaçak olduğunun ortaya çıktığı, bu durumun satıcının sözleşmeye dayalı sorumluluğunu gündeme getirebileceği anlaşılmıştır. Başvurucunun, müsadere edilen aracın "kaçak eşya" olduğunu öğrenmesi üzerine aracı satın aldığı A.B. aleyhine, aralarındaki satış sözleşmesine dayalı olarak tazminat davası açabileceği gibi, "kaçak eşya" niteliğindeki aracın bu şekilde ülkeye getirilmesinde ilgili idarenin kusuru olduğu kanaatinde ise bu konuda ilgili idare aleyhine tazminat veya tam yargı davası açması da mümkündür. Bu nedenle "kaçak eşya" olarak nitelenen aracın müsadere edilmesinin, başvurucuyu aşırı ve telafi edilemez bir yük altına sokmadığı kabul edilmiştir.

84. Sonuç olarak, başvurucuya ait "kaçak eşya" niteliğindeki aracın müsadere edilmesi, başvurucunun mülkiyet hakkının özüne yönelik orantısız ve makul olmayan bir müdahale olarak değerlendirilemez.

85. Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında, başvurucuya ait aracın "kaçak eşya" olarak nitelendirilerek müsadere edilmesi, mülkiyet hakkına yönelik orantısız bir müdahale olmadığı ve bu bağlamda demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

K1 bu görüşe katılmamıştır.

b. Makul Sürede Yargılama Yapılmadığı iddiası

86. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 19/7/2002 tarihinde idaresindeki araca el konularak ifadesinin alındığını, Başsavcılıkça, 30/12/2002 tarihinde hakkında açılan kamu davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

87. Adalet Bakanlığı, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkin olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir.

88. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesinin de Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38-39).

89. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).

90. Anayasa'nın 36. ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B. No: 2013/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, "kaçakçılık" suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suç 7/1/1932 tarih ve 1918 sayılı mülga Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun'un 25. maddesinin üçüncü fıkrası ile 33. maddesinin üçüncü fıkrasında hapis ve adli para cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa'nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).

91. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun idaresindeki araca el konularak ifadesinin alındığını 19/7/2002 tarihidir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesinin kararını onadığı 4/2/2013 tarihidir (B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).

92. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, 19/7/2002 tarihinde, idaresindeki araca el konularak ifadesi alınan başvurucu ile diğer beş şüpheli hakkında, "kaçakçılık" suçunu işledikleri iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 30/12/2002 tarihli iddianamesi ile kamu davası açıldığı belirlenmiştir. Yargılamaya başlayan Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince, başvurucunun savunmasının alındığı, Ankara Gümrükler Başmüdürlüğüne yazı yazılarak, el konulan aracın muafiyet hükümleri kapsamında ithalinin mümkün olup olmadığı hususunda bilgi istendiği, el konulan araç üzerinde bilirkişi refakatiyle keşif yapıldığı, uzun süre, muafiyet hükümlerinden yararlanarak ithal edilen söz konusu araç hakkındaki kayıtların tespiti amacıyla Kırgızistan adli makamlarına yazılan talimat cevabının beklendiği, sonuç alınamaması üzerine 11/10/2006 tarihli karar ile suçun işlendiği hususunda kesin ve inandırıcı delil bulunamadığından başvurucunun beraatine ve suça konu aracın ruhsat sahibine iadesine karar verildiği tespit edilmiştir. Katılanın temyizi üzerine hükmün, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 22/12/2008 tarihli ilâmı ile bozulduğu, bozma üzerine yapılan yargılamada Mahkemece, 16/6/2009 tarihli karar ile başvurucu hakkında "kaçakçılık" suçundan açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine, suça konu aracın müsaderesine karar verildiği, başvurucunun temyizi üzerine kararın, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 4/2/2013 tarihli ilâmı ile onandığı anlaşılmıştır.

93. 5271 sayılı Kanun'un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; B. No: 2013/695, 9/1/2014, §§ 24-40).

94. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usuli haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu on yıl altı ay on beş günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

95. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

96. Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle aracı satın almak için ödediği 33.000 DM ve yaptığı masraflar karşılığı 30.000,00 TL maddi, makul sürede yargılama yapılmadığı için 10.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

97. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

98. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin on yıl altı ay on beş günlük yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

99. Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, mülkiyet hakkının ihlali iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verildiği dikkate alındığında başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

100. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V.   HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, K1'nın karşı oyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

2.  Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, K1'nın karşı oyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

3.  Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,

4.  Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, OY BİRLİĞİYLE,

B.  Başvurucuya net 10.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE, OY BİRLİĞİYLE,

C.  Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OY BİRLİĞİYLE,

D.  Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OY BİRLİĞİYLE,

25/2/2015 tarihindekarar verildi.

KARŞI OY

Başvurucu, "kaçakçılık" suçu işlediği iddiası ile yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığı ve hakkında kesinleşmiş mahkumiyet hükmü bulunmamasına rağmen dava konusu aracın müsaderesine karar verildiğini belirterek, Anayasa'nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Başvurucunun satın aldığı, yurt dışından getirilen otomobile kaçak olduğundan bahisle el konulmuş ve uzun bir yargılama sürecinden sonra "kaçakçılık" suçundan açılan davanın zamanaşımından düşürülmesine, aracın da müsaderesine karar verilmiştir.

Dosya incelendiğinde suça konu aracın yurtdışından başvurucu tarafından getirilmediği, yurtdışından mevzuata aykırı olarak getirilen aracın mevzuata aykırı olarak getirildiğini bilmeyen iyiniyetli üçüncü şahıs durumunda olan başvurucu tarafından noter satış senedi ile satın alındığı ve bu aracı kullanmakta iken araca el konulup dava açıldığı görülmektedir.

Suça konu aracın yurt dışından usulsüz olarak ithal edilmesi ve mevzuata aykırı olarak yurt dışından getirilen aracın trafiğe tescili esnasında gerekli dikkat ve özeni göstermeyen idari birimlerin eylem ve işlemi başvurucunun mağduriyetine neden olmuştur.

Başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali yönünden, aracın ithali esnasında kusurlu davranan kamu gücü aleyhine başvuru yollarını tüketmeden mahkememize başvurmuş olması nedeniyle başvurusunun, başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğu görüşünde olduğumdan çoğunluk görüşüne katılmadım.