Dosya olarak kaydet: PDF - TIFF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

GENEL KURUL

KARAR

A.A. BAŞVURUSU

GENEL KURUL

KARAR

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

Başkan : Zühtü ARSLAN

Başkanvekili : Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili : Kadir ÖZKAYA

Üyeler : Engin YILDIRIM

Muammer TOPAL

M. Emin KUZ

Rıdvan GÜLEÇ

Recai AKYEL

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Yıldız SEFERİNOĞLU

Selahaddin MENTEŞ

Basri BAĞCI

İrfan FİDAN

Raportör : Yusuf Enes KAYA

Başvurucu : A.A.

Vekilleri : Av. Abdulhalim YILMAZ

Av. Yakup SEVİNÇHAN

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; haksız olarak gözaltı tedbirine başvurulmasına rağmen açılan tazminat davasının reddedilmesi ve yakalama sebeplerinin bildirilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, arama ve elkoyma tedbirlerinin hukuka aykırı olmasına karşılık tazminat talebinin kabul edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, tazminat davasının gerekçesiz reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 28/6/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

7. Birinci Bölüm tarafından 21/4/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Ceza Soruşturması Süreci

9. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Turizm Şube Müdürlüğü önünde bulunan güvenlik noktasına 6/1/2015 tarihinde bombalı bir intihar saldırısı gerçekleştirilmiş ve saldırı sonucunda bir polis memuru hayatını kaybederken iki polis memuru da yaralanmıştır.

10. Bu saldırıya ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında yapılan çalışmalarda olayla ilgisinin olabileceği değerlendirilen ve Rusya Federasyonu vatandaşı olup anılan tarihte Türkiye'de bulunan başvurucunun -kolluk görevlilerince tanzim edilen Yakalama Üst Arama ve El Koyma Tutanağı'na göre- yakalanmasına ve üzerinden çıkan eşyalara el konulmasına ilişkin olarak Cumhuriyet savcısı tarafından talimat verilmiş, ayrıca gözaltına alınmasına da karar verilmiştir.

11. Bunun üzerine başvurucunun evinin bulunduğu yere giden kolluk görevlileri başvurucuyu burada bulamayınca kendisine telefonla ulaşmış, başvurucu kısa bir süre sonra evinin bulunduğu yere gelmiştir. Başvurucu 9/1/2015 tarihinde saat 00.40 itibarıyla gözaltına alınmış ve başvurucunun üzerinde bulunan -parası dışındaki- tüm eşyalara el konulmuştur. Ayrıca başvurucunun evinde yapılan arama sırasında bazı dijital materyaller hakkında da elkoyma tedbirine başvurulmuştur.

12. El konulan bazı kişisel eşyaları gözaltı sürecinde başvurucuya teslim edilmiş; buna karşılık Küçükçekmece1. Sulh Ceza Hâkimliği el konulan dijital materyaller üzerinde inceleme yapılmasına karar vermiştir.

13. Başvurucu 9/1/2015 tarihinde İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde ifade vermiştir. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur.

14. Başvurucu, ifadesinde herhangi bir terör örgütüyle ya da söz konusu terör saldırısıyla bir ilgisinin olmadığını belirtmiştir. Başvurucuya olayla ilgili olabileceği değerlendirilen kişilerin resimleri gösterilerek bu kişileri tanıyıp tanımadığı sorulmuş; başvurucu, A.T. isimli kişiyi Rusya'da komşu olmaları nedeniyle tanıdığını söylemiştir. Bunun yanı sıra başvurucudan söz konusu terör saldırılarını gerçekleştiren kadın terörist ile telefonla irtibat kurmuş olmasına ilişkin olarak açıklamada bulunması istenmiştir. Başvurucu kullandığı iddia edilen telefon hattını hatırlamadığını, saldırıyı gerçekleştiren teröristi de tanımadığını belirtmiştir.

15. Başsavcılık 10/1/2015 tarihinde başvurucunun -soruşturma kapsamında- serbest bırakılmasına karar vermiş, bununla birlikte başvurucu sınır dışı edilmek üzere geri gönderme merkezine teslim edilmiştir.

16. Soruşturmanın sonunda Başsavcılık 29/1/2016 tarihinde anılan olay kapsamında yedi şüpheli hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair (ek) karar vermiştir. Başsavcılığın diğer bir kısım şüpheli hakkında ise iddianame düzenleyerek kamu davası açtığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede başvurucu, hakkında iddianame tanzim edilen veya kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen kişilerden biri değildir.

B. Tazminat Davası Süreci

17. Başvurucu 30/1/2017 tarihinde haksız arama, elkoyma ve gözaltı nedeniyle Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; üç gün süreyle gözaltında tutulduğunu, soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararında isminin yer almadığını ancak hakkında iddianame de düzenlenmediğini, üstünün ve konutunun aranması, kişisel eşyalarına el konulması ve gözaltında tutulması nedeniyle manevi zarara uğradığını belirterek 3.000 TL maddi ve 20.000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

18. Mahkeme 2/2/2017 tarihinde dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda davanın usul yönünden reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"... Huzurdaki davanın CMK 142/1 maddesi uyarınca haksız gözaltı veya tutuklamaya konu ilgili hakkındaki kararın kesinleşmesi koşuluna bağlandığı ve dosyamızın davacısı olan Az.A. hakkında kamu herhangi bir kamu davasının açılmadığı, dolayısı ile esası çözen herhangi bir mahkeme hükmünün de verilmediği, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar da verilmediği, bu durumda 5271 sayılı CMK'nun 141-142 maddesi bağlamında kesinleşmesi şartı aranan herhangi bir karar verilmiş olmadığı, öncelikle ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından davacı hakkında bir karar verilmiş olmasının gerekli olduğu ve bu şekilde yasal şartın oluşmadığı anlaşılmakla davanın reddine karar vermek gerekmiş[tir.]..."

19. Başvurucu, karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu; söz konusu terör saldırısıyla ilgili olarak Başsavcılık tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda isminin yer almamasının kendisinin suçsuz olduğu sonucunu değiştirmeyeceğini zira olayla ilgili görülen kişiler hakkında iddianame tanzim edildiğini ve ayrıca el konulan eşyalarının da kendisine iade edildiğini, koruma tedbiri nedeniyle tazminat için beraat veya takipsizlik (kovuşturmaya yer olmadığı) kararının şart koşulmasının kanuna aykırı olduğunu çünkü 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde ''kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen'' kimseler dışında ayrıca tazminat hakkı bulunan kişilerin sayıldığını ifade etmiştir. Başvurucu bu çerçevede Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki bentleri sıralamıştır.

20. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 19. Ceza Dairesi 14/4/2017 tarihindeistinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir.

21. Başvurucu, kararı 29/5/2017 tarihinde öğrendiğini bildirmiş ve 28/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

22. 5271 sayılı Kanun'un "Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler"kenar başlıklı 90. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler."

23. 5271 sayılı Kanun'un "Gözaltı"kenar başlıklı 91. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir."

24. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi"kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,

b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,

c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,

d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,

e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,

f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,

g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,

h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,

i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,

...

k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."

25. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları"kenar başlıklı 142. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.

İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır. "

2. Yargıtay Kararları

26. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 23/3/2016 tarihli ve E.2015/4488, K.2016/4813 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Ceza Muhakemesi Kanun’un 141/1-e maddesi ile 'Kanuna uygun olarak yakalandıktan sonra hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilenler için tazminat' ödenmesi kabul edilmiş olup, davacının kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlaması nedeniyle şüpheli sıfatıyla 23.10.2011 günü saat 15:30 sıralarında yakalandığı ve akabinde karakola götürüldüğü, davacının şüpheli sıfatıyla kolluk tarafından ifadesi alındıktan sonra gözaltına alındığı ve ertesi gün serbest bırakıldığı, yapılan soruşturma sonunda davacı hakkında, gözaltına alındığı suç nedeniyle İstanbul ... Asliye Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı 13.02.2014 tarihli ilamıyla beraatine hükmedilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak hak ve nasafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar maddi ve manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]"

27. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 4/5/2016 tarihli ve E.2015/11001, K.2016/7842 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"gözaltına alındığı suç nedeniyle Antalya ... Ağır Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı 03.10.2011 tarihli ilamıyla beraatine hükmedilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak sembolik bir miktar maddi ve manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken, 'davacının suç işleme eğilimi içerisinde bulunduğu, yoğun suç şüphesiyle gözaltına alındığı ve makul sürede içinde ifadesi alınıp serbest bırakıldığı,' gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]"

28. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 11/6/2013 tarihli ve E.2013/8808, K.2013/15869 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Yapılan soruşturma sonunda davacı hakkında, yakalanıp gözaltına alındığı suçtan 12.05.2010 tarihinde beraat hükmü verilmesi nedeniyle bu yakalamanın hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak hak ve nesafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken 'davacının, şüpheli davranışları nedeniyle hakkında makul şüphe oluştuğu ve delil yetersizliği nedeniyle hakkında beraat karan verildiğinden' bahisle manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]"

29. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 21/1/2014 tarihli ve E.2013/27015, K.2014/1040 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...incelenen dosya kapsamına göre, davacının hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 09.02.2010 tarihinde yakalanıp gözaltına alınıp ertesi gün savunmasının alınmasından sonra nakti kefalet karşılığında serbest bırakılması ve yapılan soruşturma sonunda davacı hakkında, gözaltına alındığı suçtan 18.03.2011 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak hak ve nasafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken 'davacının, kanuni gözaltı süresi içinde serbest bırakıldığı' gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]"

30. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 27/5/2014 tarihli ve E.2014/5935, K.2014/12895 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...davacının Uyuşturucu ticareti yapma ve Suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak suçları nedeniyle 04.03.2007 günü gözaltına alındığı, 08.03.2007 – 05.06.2008 tarihleri arasında tutuklu kaldığı, yapılan yargılama sonunda davacı hakkında, tutuklandığı suçlar nedeniyle Erzurum ... Ağır Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı 25.11.2008 tarihli ilamıyla beraatine hükmedilmesi nedeniyle gözaltı ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak hak ve nasafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi... [gerekir.]"

31. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 3/6/2020 tarihli ve E.2014/2232, K.2014/13556 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...davacı yönünden tazminat davasına dayanak teşkil eden ceza dava dosyasında yapılan yargılama sonucu verilip kesinleşen beraat kararı ile birlikte, beraatle sonuçlanmış suça ilişkin olarak yapılmış olan tutuklamanın haksız hale geldiğinin ve CMK'nın 100/4. maddesi uyarınca tutuklama yasağı bulunan kasten yaralama suçlarından tutuklandığının anlaşılması nedeniyle koruma tedbirleri nedeniyle tazminat verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK'nın 141/1-a ve devamı maddelerinde belirtilen şartların davacı yönünden gerçekleştiği gözetilip, uğranıldığı iddia olunan maddi ve manevi zararla ilgili makul bir tazminata hükmedilmesi gerekir..."

32. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 3/12/2012 tarihli ve E.2012/23022, K.2012/26057 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Haksız tutuklama nedeniyle tazminat davalarında 02.05.1977 gün 1-1 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında belirtildiği üzere beraat kararı gerekçesinin irdelenmesine olanak bulunmadığı ve davacının tazminat davasına dayanak ceza dava dosyasında yapılan yargılama sonucu atılı suçlardan beraat etmiş olması karşısında, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat Verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK'nın 141/1 ve devamı maddelerinde belirtilen şartların davacı yönünden gerçekleştiği, bu nedenle uğranıldığı iddia edilen maddi ve manevi zararla ilgili makul bir tazminata hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden, davacının kendi ikrarıyla gözaltına ve tutuklanmasına sebebiyet verdiği gerekçesiyle davanın 5271 sayılı CMK'nın 144/1-e maddesi gereğince reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]"

B. Uluslararası Hukuk

1. Sözleşme Hükümleri

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

"1. Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:

a) Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkumiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması;

b) Kişinin, bir mahkeme tarafından yasaya uygun olarak verilen bir karara uymaması sebebiyle veya yasanın öngördüğü bir yükümlülüğün uygulanmasını sağlamak amacıyla yasaya uygun olarak yakalanması veya tutulması;

c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;

d) Bir küçüğün gözetim altında eğitimi için usulüne uygun olarak verilmiş bir karar gereği tutulması veya yetkili merci önüne çıkarılmak üzere yasaya uygun olarak tutulması;

e) Bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engellemek amacıyla, hastalığı yayabilecek kişlerin, akıl hastalarının, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılarının veya serserilerin yasaya uygun olarak tutulması;

f) Kişinin, usulüne aykırı surette ülke topraklarına girmekten alıkonması veya hakkında derdest bir sınır dışı ya da iade işleminin olması nedeniyle yasaya uygun olarak yakalanması veya tutulması;

2. Yakalanan her kişiye, yakalanma nedenlerinin ve kendisine yöneltilen her türlü suçlamanın en kısa sürede ve anladığı bir dilde bildirilmesi zorunludur.

3. İşbu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koşullar uyarınca yakalanan veya tutulan herkesin derhal bir yargıç veya yasayla adli görev yapmaya yetkili kılınmış sair bir kamu görevlisinin önüne çıkarılması zorunlu olup, bu kişi makul bir süre içinde yargılanma ya da yargılama süresince serbest bırakılma hakkına sahiptir. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminat şartına bağlanabilir.

4. Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve, eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.

5. Bu madde hükümlerine aykırı bir yakalama veya tutma işleminin mağduru olan herkes tazminat hakkına sahiptir."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları

34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 5. maddesinin (5) numaralı fıkrasında öngörülen tazminat hakkı, ulusal bir makam veya Sözleşme kurumları tarafından bu maddenin diğer fıkralarından birinin ihlal edildiğinin sabit bulunduğu varsayımına dayanır (N.C./İtalya[BD], B. No: 24952/94, 18/12/2002, § 49).

35. Ulusal bir makamın Sözleşme'nin 5. maddesinin diğer hükümlerinden herhangi birinin ihlaline dair doğrudan veya esasa dayalı bir tespitinin olmaması hâlinde 5. maddenin (5) numaralı fıkrasının uygulanabilmesi için AİHM'in öncelikle böyle bir ihlalin varlığını tespit etmesi gerekir (Nechiporuk ve Yonkalo/Ukrayna, B. No: 42310/04, 21/4//2011, § 229; Yankov/Bulgaristan, B. No: 39084/97, 11/12/2003, §§ 190-193). Öte yandan Sözleşme'nin 5. maddesinin (5) numaralı fıkrasının uygulanabilirliği, ulusal makamlarca herhangi bir ihlal durumunun tespit edilmesine veya söz konusu ihlal meydana gelmeseydi tutuklunun salıverilecek olmasının kanıtlanmasına bağlı değildir (Blackstock/Birleşik Krallık, B. No: 59512/00, 21/6/2005, § 51). Yakalama ya da tutuklama ulusal hukuk bakımından hukuka uygun kabul edilse de Sözleşme'nin 5. maddesine aykırı olabilir ve bu durumda anılan maddenin (5) numaralı fıkrası uygulanabilir hâle gelir (Harkman Estonya, B.No: 2192/03, 11/7/2006, § 50).

36. Sözleşme'nin 5. maddesinin ilk dört fıkrasına aykırı olan koşullarda özgürlükten mahrum bırakmanın meydana geldiği durumlarla ilgili olarak tazminat başvurusunda bulunmanın mümkün olması hâlinde (5) numaralı fıkraya da uyulmuş olur (Michalák/Slovakya, B. No: 30157/03, 8/2/2011, § 204; Lobanov/ Rusya, B. No: 16159/03, 16/10/2008, § 54). Bu bağlamda AİHM'in kararından ya önce ya da sonra icra edilebilir bir tazminat hakkı mevcut olmalıdır (Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, §§ 183, 184). Buna karşılık 5. maddenin ilk dört fıkrasına aykırı olan koşullarda özgürlükten mahrum bırakma olmasına rağmen tazminat imkânının bulunmaması hâlinde (5) numaralı fıkra ihlal edilmiş olacaktır. Ancak bu durum AİHM'in Sözleşme'nin 41. maddesi uyarınca adil tazmin yoluyla tazminata hükmetme konusundaki yetkisine halel getirmez (Brogan ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 11209/84, 29/11/1988, § 67).

37. AİHM'e göre tazminat hakkından etkili bir biçimde yararlanılması sağlanmalıdır (Ciulla/İtalya, B. No: 11152/84, 22/2/1989, § 44). Tazminat hem kuramsal düzeyde (Dubovik/Ukrayna, B. No: 33210/07-41866/08, 15/10/2009, § 74) hem de uygulamada elde edilebilir olmalıdır (Chitayev ve Chitayev/Rusya, B. No: 59334/00, 18/1/2007, § 195). Yerel makamların, tazminat taleplerini değerlendirirken aşırı düzeyde biçimci olmadan, 5. maddenin hükümlerine uygun olarak ulusal hukuku yorumlamaları ve uygulamaları gerekir (Fernandes Pedroso/Portekiz, B. No: 59133/11, 12/6/2018, § 137; Shulgin/Ukrayna, B. No: 29912/05, 8/12/2011, § 65).

38. Öte yandan tutuklu yargılama süresinin cezadan düşülmesi -maddi nitelikte olmaması nedeniyle- 5. maddenin (5) numaralı fıkrasına göre gerekli olan tazminat kapsamında sayılmaz (Wloch/Polonya (2), B. No: 33475/08, 10/5/2012, § 32). Ayrıca anılan fıkradaki tazminat hakkı yalnızca maddi zarar için değil aynı zamanda bir kişinin 5. maddenin ilk dört fıkrasındaki hükümlerin ihlali sonucu maruz kaldığı sıkıntı, kaygı ve gerilim için de tazminat hakkını içerir. Bu bağlamda AİHM, ulusal hukuka göre manevi nitelikteki zararlar için tazminat ödenememesinin Sözleşme'nin 5. maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki güvenceye aykırı olduğunu tespit etmiş ve anılan fıkranın ihlal edildiğine karar vermiştir (Khachatryan ve diğerleri/Ermenistan, B. No: 23978/06, 27/11/2012, §§ 158, 159; Sahakyan/Ermenistan, B. No: 66256/11, 10/11/2015, § 31).

39. Diğer taraftan 5. maddenin (5) numaralı fıkrası, Sözleşme'ye taraf devletlerce ilgili kişiye, ihlal sebebiyle uğradığı zararı kanıtlayabilmesine bağlı olarak tazminat verilmesine ilişkin bir yasak getirmemektedir. Fakat tazmin edilecek maddi veya manevi bir zararın olmadığı hâllerde tazminat söz konusu olamaz (Wassink/Hollanda, B. No:12535/86, 27/9/1990, § 38). Bununla birlikte hukuki olmayan tutuklamadan ileri gelen manevi zarara dair kanıtın gerekli kılınmasında aşırı biçimcilik tazminat hakkıyla uyumlu değildir (Danev/Bulgaristan, B. No: 9411/05, 2/9/2010, §§ 34, 35).

40. AİHM'in Norik Pogosyan/Ermenistan (B. No: 63106/12, 22/10/2020) kararına konu olayda başvurucu, Sözleşme'nin 5. maddesinin ilk dört fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin belirlenmesi talebinde bulunmamıştır. AİHM, bu nedenle başvurucunun davasında yerel mahkemeler tarafından böyle bir ihlalin tespit edilip edilmediğinin belirlenmesi gerektiği sonucuna varmıştır (Norik Pogosyan/Ermenistan, § 31).

41. Anılan başvuruda, beraatin bir sonucu olarak tutukluluğun iç hukuka göre hukuka aykırı olarak görülmesi nedeniyle Sözleşme'nin 5. maddesinin (5) numaralı fıkrasının uygulanabilir olduğu ileri sürülmüştür. AİHM, üst mahkemenin bir alt mahkemenin iç hukuka göre karar verirken hata yaptığına dair daha sonraki bir bulgusunun tutuklulukla ilgili geriye yönelik etki doğurmaması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca ceza yargılamalarında verilen mahkûmiyetin iç hukukun esasa ilişkin hükümlerini ihlal etmesi de tutuklamayı otomatik olarak hukuka aykırı hâle getirmeyecektir (Norik Pogosyan/Ermenistan, § 32).

42. AİHM, somut başvuruya dair beraat etmiş bir kişiye hukuka aykırı olarak özgürlükten yoksun bırakılmasının sonucunda tazminat hakkı sağlayan Ermeni iç hukuk sistemine dikkati çekmiştir. Buna yönelik iç hukukta yer alan hükümler ulusal yargı mercilerince beraat eden kişiye "hukuka aykırı olarak özgürlüğünden yoksun bırakıldığı için" uğradığı maddi zarar dolayısıyla tam tazminat hakkı verdiği şeklinde yorumlanmıştır. AİHM, ulusal yargı organlarının yorumundan hareketle "İlgili hükümler nihayetinde beraat eden bir kişinin tutukluluğunun hukuka aykırı olarak görüldüğü şeklinde işlemektedir." sonucuna ulaşmıştır. AİHM'e göre ilgili hukuk kuralları kesin terimlerle ifade edilmiştir ve yorumları ve uygulanma şekli, davalı devletin en yüksek adli makamı tarafından onaylanmıştır (Norik Pogosyan/Ermenistan, § 33).

43. AİHM; iç hukukun kesin bir beraat durumunda sanığın yargılamalar sırasındaki tutukluluğu için tazminat alma hakkına sahip olmasını öngördüğü durumlarda, bu tür bir otomatik tazminat hakkının kendi başına söz konusu tutukluluğun hukuka aykırı olarak nitelendirilmesi gerektiği anlamına gelmediğini vurgulamaktadır. AİHM'e göre Sözleşme'nin 5. maddesinin (5) numaralı fıkrasının yalnızca ceza yargılamasının beraatle sonuçlandırıldığı gerekçesiyle böyle otomatik bir tazminat hakkı yüklediği söylenemezken bu hükmün gereklerine uyacak hukuki çözümlerin seçimi, iç hukuk tarafından belirlenecek bir politika tercihi olarak kalacaktır. Bu bağlamda AİHM, Ermeni hukukuna göre başvurucunun yalnızca beraatinin bir sonucu olarak tazminat alma hakkına sahip olduğunu değil aynı zamanda tutukluluğunun da iç hukuk anlamında hukuka aykırı olarak kabul edildiğini not etmiştir (Norik Pogosyan/Ermenistan, § 34).

44. AİHM başvurucunun tutukluluğunun beraatini takiben iç hukuk anlamında hukuka aykırı hâle geldiği ve yerel mahkemeler tarafından bu şekilde değerlendirildiği gözönünde bulundurulduğunda davanın özel koşullarında Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının teminatlarının esasen ihlal edildiğinin ulusal düzeyde tespit edildiği ve bu nedenle aynı maddenin (5) numaralı fıkrasının başvurucunun davasına uygulanabilir olduğu sonucuna varmıştır (Norik Pogosyan/Ermenistan, § 36).

45. Öte yandan AİHM Mergen ve diğerleri/Türkiye (B. No: 44062/09…, 31/5/2016) kararında 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi bağlamında tazminat davası açma yoluna ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. Anılan karara konu olay bağlamında Hükûmet başvurucuların gözaltına alınmalarının hukuka uygun olmadığı iddiaları bakımından -haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş olması nedeniyle- söz konusu tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği itirazında bulunmuştur. AİHM, anılan bent uyarınca tazminat talep edilmesi için özgürlükten yoksun bırakmanın hukuka aykırı olduğunun tespitinin gerekmediğinin altını çizmiş ve bu dava kapsamında böyle bir incelemenin yapıldığına dair örnek sunulmadığına değinerek Hükûmetin itirazını kabul etmemiştir (Mergen ve diğerleri/Türkiye, §§ 33-37).

46. Buna karşılık AİHM'in Adıgüzel ve diğerleri/Türkiye(B. No: 65126/09, 13/2/2018) kararına konu olayda ilk derece mahkemesi isnat edilen olayların kanun tarafından suç olarak düzenlenmemiş olması (suçun unsurları itibarıyla oluşmaması) gerekçesiyle başvurucuların beraatine karar vermiştir. Başvurucuların anılan suç kapsamında uygulanan yakalama ve gözaltı tedbirlerinin Sözleşme'nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasına aykırı olduğu iddiaları bakımından AİHM 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun tüketilmesi gerektiğine hükmetmiştir.

47. AİHM anılan kararda Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendine dayanarak tazminat ödenmesi için ulusal mahkemelerin -normal olarak- değerlendirmelerini söz konusu kişinin serbest bırakılmasına dayandırdıklarına değinmekle birlikte somut olayda başvurucular hakkındaki beraat kararının nedeninin anılan tedbirlerin hukuka aykırılığıyla ilgili de bir tespit içerdiğine vurgu yapmış ve anılan bent kapsamında dava yolunun -somut olayın koşullarında- etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır. Kararda ayrıca başvurucuların Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine dayanarak da tazminat isteminde bulunabileceklerine dikkat çekilmiştir (Adıgüzel ve diğerleri/Türkiye, §§ 35-39).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

48. Anayasa Mahkemesinin 21/10/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Genel Açıklamalar

49. Anayasa'nın "Kişi hürriyeti ve güvenliği"kenar başlıklı 19. maddesi şöyledir:

"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.

Şekil ve şartları kanunda gösterilen:

Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi; usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması; halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.

Yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve bunun hemen mümkün olmaması halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilir.

Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırksekiz saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hâkim önüne çıkarılır. Kimse, bu süreler geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Bu süreler olağanüstü hal ve savaş hallerinde uzatılabilir.

Kişinin yakalandığı veya tutuklandığı, yakınlarına derhal bildirilir.

Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.

Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.

Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir."

50. Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenmiş olan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bireylerin keyfî olarak özgürlüklerinden yoksun bırakılmalarını önlemeye yönelik güvenceler içeren temel bir hak niteliğindedir (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 62). Kişilerin keyfî olarak hürriyetinden yoksun bırakılmaması, hukukun üstünlüğüyle bağlı olan bütün siyasal sistemlerin merkezinde yer alan en önemli güvenceler arasındadır. Bireylerin özgürlüklerine yönelik müdahalenin keyfî olmaması, olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde de uygulanması gereken temel bir güvencedir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 347).

51. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ifade edildikten sonra bu hakka yönelik sınırlama nedenleri ikinci ve üçüncü fıkralarda tahdidî olarak sayılmıştır. Anılan maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarında ise hürriyeti kısıtlanan kişilere tanınan yakalama veya tutuklama sebepleri ile iddiaların bildirilmesi, yakalanan kişinin hâkim önüne çıkarılma süresi, yakalama veya tutuklamanın yakınlara bildirilmesi, tutuklanan kişilerin makul sürede yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakkı, hürriyetten yoksun bırakılmaya karşı yargı merciine başvurma hakkışeklindeki güvencelere yer verilmiştir. Maddenin son (dokuzuncu) fıkrasında ise ilk sekiz fıkrada yer alan esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararların -tazminat hukukunun genel prensiplerine göre- devlet tarafından ödeneceği belirtilmiştir.

52. Buna göre Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden ilk sekiz fıkrada yer alan güvenceleri tamamlayan ve onlara riayet edilmemesi sonucunda ilgililere tazminat ödenmesini zorunlu kılan bir işleve sahiptir. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, bireylerin fiziksel özgürlüklerini -bir diğer ifadeyle hareket serbestliklerini- teminat altına alan bir niteliğe sahip olup bu özelliği dolayısıyla diğer birçok temel hak ve özgürlüğün kullanılabilmesi için ön koşul vasfındadır. Bu itibarla Anayasa koyucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden güvencelerin belirlenmesi amacıyla ayrıntılı düzenlemelere yer vermesinin yanında bunlara aykırı işlemler dolayısıyla oluşan zararlar için de bir tazmin mekanizması öngördüğü söylenebilir.

53. Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki tazminat hakkının yansımalarından biri hatta en önemlisi 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde düzenlenen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açabilme imkânıdır. Bu bağlamda kanun koyucu, Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkını suç soruşturması veya kovuşturması sırasında uygulanan bazı koruma tedbirleri yönünden hayata geçirmek için 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde birtakım düzenlemeler gerçekleştirmiştir. Buna göre suç soruşturması veya kovuşturması sırasında "kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen", "kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan", "kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan", "kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen", "mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan", "yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan", "yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen" ve "yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan"kişilerin maddi ve manevi her türlü zararlarını devletten isteyebilmeleri mümkündür.

54. 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinde ise bu davaların görülmesine ilişkin esaslar düzenlenmiştir. Buna göre kişiler, karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilirler. Ayrıca tazminat istemi, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.

55. Öte yandan Yargıtay; 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde yer alan tazminat nedenlerinin bir kısmı için koruma tedbirinin uygulandığı ceza davasında verilen hükümlerin kesinleşmesi gerektiğini, bir kısım tazminat istemi bakımından ise böyle bir zorunluluğun bulunmadığını kabul etmektedir. Yargıtay tarafından bu ayrım yapılırken tazminat istemine konu taleplerin (incelemenin) asıl davanın sonucunu etkileyip etkilememesi veya onun sonucuna bağlı olup olmamasının ölçütlerinin dikkate alındığı görülmektedir. Bu kapsamda yapılan değerlendirmede "gözaltı süresi dolmasına hâkim önüne çıkarılmayan", "kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan", "kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan", "yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan" ya da "yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen" kişilerin tazminat istemleri konusunda asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte Yargıtay asıl davanın sonucuna bağlı veya asıl davada verilecek kararları etkileyici talepler yönünden mutlaka davanın esasıyla ilgili verilen karar veya hükmün kesinleşmesinin zorunlu olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda "uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen", "mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan" veya "işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılanlar" hakkında, mutlaka davanın esasıyla ilgili olarak verilen kararın kesinleşmesini beklemek zorunluluğu bulunduğu ifade edilmiştir (ilgili kararlardan biri için bkz. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 1/7/2015 tarihli ve E.2014/20624, K.2015/12265 sayılı kararı).

56. Sonuç olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında yer alan birçok güvenceye karşılık oluşturacak şekilde tazminat talep etme nedenlerine yer verildiği görülmektedir. Anılan Kanun maddesinde düzenlenen tazminat nedenlerinden hangilerinin Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında yer alan güvencelere karşılık geldiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır. Bu bağlamda 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;

- (a) bendinde yer alan "kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen" kişilerin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında,

- (b) bendinde yer alan "kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan" kişilerin Anayasa'nın 19. maddesinin beşinci fıkrasında,

- (c) bendinde yer alan "kanuni hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan" kişilerin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında,

- (d) bendinde yer alan "kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen" kişilerin Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında,

- (f) bendinde yer alan "mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan" kişilerin Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında,

- (g) bendinde yer alan "yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan" kişilerin Anayasa'nın 19. maddesinin dördüncü ve sekizinci fıkralarında,

- (h) bendinde yer alan "yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen" kişilerin Anayasa'nın 19. maddesinin altıncı fıkrasında,

- (k) bendinde yer alan "yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan" kişilerin Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasındaki güvencelerinin ihlal edildiğini söylemek mümkündür.

57. Bu itibarla Anayasa Mahkemesi suç soruşturması ve kovuşturması sırasında uygulanan koruma tedbirleriyle bağlantılı olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan başvurularda birçok şikâyet türü bakımından 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde yer alan tazminat davası açma imkânının bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gereken etkili bir başvuru yolu olduğunu ifade etmiştir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi;

i. Kanunda öngörülen azami gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu ya da gözaltı süresinin makul olmadığı iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; Neslihan Aksakal, B. No: 2016/42456, 26/12/2017, §§ 35, 36).

ii. Tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası bakımından bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvuruya konu tutuklama tedbirinin uygulandığı soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlanmış olması veya kovuşturma sonucunda beraat kararı verilmesi durumunda -anılan kararların kesinleşmiş olması şartıyla- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasında öngörülen tazminat davası açma imkânının bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gerektiğini kabul etmektedir. Bu değerlendirmesinde anılan fıkranın (e) bendinde yer alan tazminat nedeninin yanı sıra (a) bendinde yer alan ve özgürlüğün kısıtlanmasının hukuka aykırılığı dolayısıyla tazminat istemine olanak sağlayan başvuru yolunun etkililiğini dikkate almaktadır. Bu bağlamda (e) bendine göre beraat veya kovuşturmaya yer olmadığı kararına dayalı olarak kısıtlanan özgürlük sebebiyle açılan tazminat davasında özgürlüğün -tutuklama yoluyla- kısıtlanmasının hukuka uygun olmadığının da dile getirilebileceğini vurgulamaktadır (Kamil Erdoğan, B. No: 2017/4023, 19/4/2018, § 40; Fatma Maden, B. No: 2016/28719, 17/7/2018, § 49; Ertuğrul Raşit Benal, B. No: 2016/25245, 17/7/2018, § 42).

iii. Kanuni hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklardan yararlanma isteği yerine getirilmeden tutuklanan kişilerin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesine göre tazminat istemleri konusunda karar vermek için -ilgili Yargıtay kararlarından hareketle- asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek olmadığını ve tutuklama kararı verilirken kanuni haklardan yararlandırılmama hâlinde ceza davasının sonuçlanması beklenmeden 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının mevcut olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle de müdafi görevlendirilmeden tutuklama kararı verildiği iddiasına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarihte başvurucunun tahliye edilmiş olması durumunda öncelikle anılan tazminat davası yolunun tüketilmesi gerektiğini kabul etmiştir (Adem Gedik, B. No: 2013/2950, 14/10/2015 § 39; Mehmet Sedek Zengin, B. No: 2015/819, 22/11/2018, § 53).

iv. Tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aştığı veya tutukluluk süresinin makul olmadığı iddiaları bakımından 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gerekip gerekmediğiyle ilgili olarak başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun suç isnadına bağlı olarak tutulmasının sona erip ermediğinin önem taşıdığı sonucuna ulaşmıştır. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi başvurucunun tahliyesine karar verilmesi ya da ilk derece mahkemesince mahkûmiyet hükmü verilerek tutulmanın niteliğinin değişmesi (hükme bağlı hâle gelmesi) durumunda anılan tazminat davası yolunun bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gerektiğini kabul etmiştir. Bu değerlendirmesinde de anılan tazminat davasının açılması için tutuklamaya konu soruşturmanın sonuçlanmasının veya kovuşturmada verilen hükmün kesinleşmesinin gerekmediği yönündeki Yargıtay kararlarına vurgu yapmaktadır (Erkam Abdurrahman Ak, B. No: 2014/8515, 28/9/2016, §§ 48-62; İrfan Gerçek, B. No: 2014/6500, 29/9/2016, §§ 33-45; Ahmet Kubilay Tezcan, B. No: 2014/3473, 25/1/2018, §§ 24-27; Ekrem Atıcı, B. No: 2014/15609, 8/3/2018, §§ 27-30).

v. Buna karşılık bireysel başvurunun incelenmesinin Anayasa Mahkemesi önünde devam ettiği süreçte 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinde yer alan hükmün kesinleşmesinden itibaren bir yıllık dava açma süresinin geçmiş olması durumunda anılan başvuru yolunun ulaşılabilir olmadığını değerlendirmekte ve bu başvuru yolunun tüketilmemiş olmasını bir kabul edilemezlik nedeni olarak görmemektedir (Abdullah Akyüz [GK], B. No: 2013/9352, 2/7/2015, §§ 44-50; Halas Aslan, B. No: 2014/4994, 16/2/2017, §§ 48-50).

vi. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen olağanüstü hâl döneminde tutukluluğa ilişkin incelemelerin hâkim veya mahkeme huzuruna çıkarılmadan, dosya üzerinden (duruşma açılmadan) yapılmasıyla ilgili iddialar bakımından ise başvurunun incelendiği tarih itibarıyla başvurucunun hâkim/mahkeme önüne çıkarılmış olması koşuluyla -olağanüstü hâl dönemi için Erdal Tercan ([GK], B. No: 2016/15637, 12/4/2018, §§ 215-246) kararında belirlediği on sekiz aylık sınırın üzerindeki süreler bakımından- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun tüketilmesi gerektiğine karar vermiştir (Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 166-177). Yine olağan dönemde tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak yapılmasına ilişkin olarak anılan yolun tüketilmesini zorunlu görmüştür (Kadir Ayhan,B. No: 2020/20083, 10/3/2021, §§ 37-60).

vii. Yakalama nedenlerinin ve yakalamaya esas suçlamaların bildirilmediği iddiaları bakımından -Yargıtay kararlarından hareketle- anılan tedbire konu soruşturma veya kovuşturma süreci sonuçlanmamış olsa da 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun bireysel başvuru yolu öncesinde tüketilmesi gerektiği sonucuna varmıştır (Deniz Özfırat, B. No: 2013/7929, 1/12/2015, § 53; Mehmet Bilal Çolak, B. No: 2017/25971, 30/10/2018, § 87).

viii. Tutukluluğa itirazın geç değerlendirildiği ya da sürüncemede bırakıldığı şikâyetleri ile ilgili olarak da bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla tahliyesine karar verilmiş veya ilk derece mahkemesince mahkûmiyet hükmü verilerek suç isnadına bağlı tutulması sona ermiş başvurucular yönünden anılan tazminat yolunun bireysel başvuru yolu öncesinde tüketilmesi gerektiğine karar vermiştir (Cafer Yıldız, B. No: 2014/9308, 9/1/2018, §§ 37-40; Yaşar Saçlı, B. No: 2014/9311, 24/1/2018, §§ 37-40; Özgür Arıbaş, B. No: 2015/2394, 31/10/2018, §§ 57-60).

ix. Yine aynı durumdaki başvurucuların tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların tebliğ edilmediği, tahliye taleplerinin ve tutukluluğun devamı yönündeki kararlara itiraz taleplerinin değerlendirilmediği veya buna cevap verilmediği, tutukluluğa itiraz sonuçlarının tebliğ edilmediği, tutukluluğun devamına dair kararların geç tebliğ edildiği, bu kararlara süresinde yapılan itirazların ise çok uzun süreler sonra karara bağlandığı şikâyetleri ile ilgili olarak da anılan tazminat yolunun bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır (Ali Efendi Peksak (2), B. No: 2017/37727, 12/9/2019, §§ 56-67; Özgür Arıbaş, §§ 57-60; Mehmet Takımsu, B. No: 2016/63712, 15/11/2018, §§ 65-69; Abdurrahim Özkan, B. No: 2017/25586, 18/4/2018, §§ 80-86, 81-85; Mehmet Aslan, B. No: 2018/14190, 8/9/2020, § 36; Mehmet Tuncay, B. No: 2017/8528, 29/9/2020, § 116; Serkan Başer, B. No: 2017/15410, 30/9/2020, §§ 81, 82; F.A. (2), B. No: 2018/2521, 10/10/2019, §§ 63-65; F.A., B. No: 2017/38209, 11/9/2019, §§ 74, 75; Resul Darama, B. No: 2018/251, 18/7/2019, §§ 83, 84).

x. Tahliye kararlarının geciktirilerek infaz edildiği iddiası yönünden de 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesindeki tazminat yolunun bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gerektiğine karar vermiştir (A.A., B. No: 2016/59578, 12/2/2020, §§ 36-40).

B. Adli Yardım Talebinin İncelenmesi

58. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak geliri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

C. Özel Hayata Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

59. Başvurucu; arama ve elkoyma tedbirleri nedeniyle zarara uğradığını, bu tedbirlerin meşru bir sebebinin bulunmadığını, soruşturma sonucunda hakkında dava açılmamasının bu tedbirlerin haksız olduğunu gösterdiğini, buna rağmen açtığı tazminat davasının haksız bir şekilde reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 20. ve 21. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

60. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurularda, başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak başvurucuya düşer. Başvurucunun kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler olduğunu başvuru dilekçesinde belirtmesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20; Ünal Yiğit, B. No: 2013/1075, 30/6/2014, §§ 18, 19; Cemal Günsel [GK], B. No: 2016/12900, 21/1/2021, §§ 21-26).

61. Somut olayda başvurucu, arama ve elkoyma kararlarının hukuka aykırı olduğunu soyut olarak ifade etmiş ve bu hukuka aykırılığın hangi nedenle olduğu hususunda herhangi bir açıklama yapmamıştır. Başvurucu, terörle bağlantılı bir soruşturma kapsamında uygulanan söz konusu tedbirlerin hangi sebeple meşru amaçtan yoksun olduğu hususunda da bir izahta bulunmamıştır. Ayrıca başvurucu, anılan tedbirlerin hukuka aykırı olduğuna yönelik iddiasının dayanaklarını derece mahkemeleri önündeki yargılama süreçlerinde de ortaya koymuş değildir. Bu itibarla başvurucu, soyut şekilde dile getirdiği bu bölümdeki ihlal iddialarına ilişkin olarak delillerini sunma ve özel hayata saygı hakkının hangi nedenle ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunma yönündeki yükümlülüğünü yerine getirmemiştir.

62. Açıklanan gerekçelerle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiaların temellendirilmemiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

D. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

1. Yakalama Nedenlerinin Bildirilmediğine İlişkin İddia

63. Başvurucu, gözaltı sürecinde kendisine suçlamalara dair veya tutulma nedenlerine ilişkin bir bilgilendirmenin yapılmadığını belirterek Anayasa'nın 19. maddesinin dördüncü fıkrasının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

64. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulabilmesi için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir hak arama yoludur (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17). Anayasa Mahkemesi, suç isnadıyla yakalanan kişilerle ilgili olarak yakalama nedenlerinin veya suçlamaların -yakalama sırasında- bildirilmediği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Deniz Özfırat, §§ 42-54).

65. Buna karşılık başvurucu tarafından anılan madde kapsamında açılan tazminat davasında bu yönde bir iddianın ileri sürülmediği ve buna bağlı olarak tazminat talep edilmediği görülmektedir. İlgili dava belgeleri incelendiğinde başvurucunun derece mahkemeleri önünde bu yönde bir iddia veya isteminin bulunmadığı, yargı mercilerince de bu hususta herhangi bir inceleme ya da değerlendirme yapılmadığı anlaşılmaktadır.

66. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Gözaltının Hukuka Aykırı Olmasına Rağmen Tazminat İsteminin Kabul Edilmediğine İlişkin İddia

67. Başvurucu iki gün süreyle hukuka aykırı olarak gözaltında tutulduğunu, buna rağmen açtığı tazminat davasının kabul edilmediğini, tazminat için kovuşturmaya yer olmadığına veya beraate karar verilmesinin zorunlu olmadığını zira 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde diğer durumlar için de tazminata imkân tanındığını belirterek Anayasa'nın 19. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

68. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, uygulanan gözaltı tedbirinin hukuka aykırı olduğundan bahisle açılan tazminat davasının kabul edilmemesi olduğundan iddianın Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkraları kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden incelenmesi gerekir.

69. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulabilmesi için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, §§16, 17). Bu bağlamda bireysel başvuruda ileri sürülen iddia bakımından olağan kanun yollarının usulünce tüketilip tüketilmediğinin belirlenmesi gerekmektedir.

70. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen kişilerin uğradıkları maddi ve manevi her türlü zararlarının tazminini talep edebilecekleri ifade edilmiştir. Anılan bent uyarınca açılacak tazminat davalarında ilgili yargı mercilerince söz konusu koruma tedbirlerinin kanuna uygun olup olmadığı konusunda bir belirleme yapılacak ve eğer bir hukuka aykırılık saptanırsa uğranılan zararlara karşılık tazminata hükmedilecektir.

71. Diğer taraftan 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen kişilerin de maddi ve manevi her türlü zararlarını devletten isteyebilecekleri belirtilmiştir. Bir başka ifadeyle (e) bendi uyarınca haklarında yakalama veya tutuklama tedbiri uygulanan kişilerle ilgili olarak soruşturmanın sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği ya da kovuşturmanın sonunda beraate hükmedildiği durumlarda anılan tedbirlerin kanuna uygun olup olmadığından bağımsız olarak tazminat imkânı tanınmıştır.

72. Buna göre kanun koyucu suç soruşturması veya kovuşturması sırasında uygulanan yakalama ya da tutuklama tedbirleriyle ilgili olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (e) bentlerinde iki ayrı tazminat istem nedeni öngörmüştür. Fıkranın (a) bendinde yakalama veya tutuklama tedbirinin "kanunlarda belirtilen koşullar dışında" olması, (e) bendinde ise "kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra" kişiler hakkında "kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesi"tazminat nedeni olarak düzenlenmiştir. Bir başka anlatımla kanun koyucu; yakalama veya tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırılığı söz konusu olduğunda (a) bendi uyarınca bu tedbirler hukuka uygun olsa da sonuçta kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesi durumunda ise (e) bendi uyarınca tazminata hükmedilmesi gerektiği şeklinde bir ayrıma gitmiştir.

73. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi yakalama ve tutuklama tedbirlerinin kanuna (hukuka) aykırı olduğu iddiasına dayanarak tazminat istemine izin verdiğinden buradaki tazminat nedeninin Anayasa'nın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin 19. maddesinin üçüncü fıkrasına karşılık geldiği konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.

74. Öte yandan Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 19. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında sözü edilen yakalama kavramının özerk bir anlama ve 5271 sayılı Kanun'da düzenlenen yakalama müessesinden daha geniş bir içeriğe sahip olduğunu, anayasal anlamda suç isnadına bağlı yakalamanın kişinin fiziksel özgürlüğünden yoksun bırakıldığı andan tutuklandığı veya tutuklanmaksızın serbest bırakıldığı ana kadar devam eden tüm süreci kapsadığını, bu bağlamda Anayasa'nın 19. maddesinde düzenlenen yakalama kurumuna 5271 sayılı Kanun'daki gözaltının da dâhil olduğunu ifade etmiştir (Hasan Akboğa[GK], B. No: 2016/10380, 27/3/2019, § 49).

75. Dolayısıyla başvurucuların yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin olarak Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurularda 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında bu koruma tedbirlerinin kanuna aykırı olduğundan bahisle tazminat davası açmaları -ve bu dava bakımından olağan kanun yollarını yöntemince tüketmeleri- hâlinde başvuru yollarının tüketildiğinin kabulü gerekmektedir.

76. Bununla birlikte 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde düzenlenen tazminat istem nedeninin Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasındaki güvencelerden biriyle bağlantısının olup olmadığının da belirlenmesi gerekmektedir. ZiraAnayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası anlamında tazminat hakkının ihlal edildiğinin söylenebilmesi için en başta maddenin ilk sekiz fıkrasında yer alan güvencelerin herhangi birine aykırılığın varlığını tespit etme zorunluluğu bulunmaktadır.

77. Anayasa Mahkemesi Hasan Akboğa kararında, kanun koyucunun 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendindeki düzenlemeyle Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki güvencenin ötesine geçerek maddenin ilk sekiz fıkrasındaki güvencelere aykırı olmayan müdahalelerde bile kişinin beraat etmesi veya kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi durumunda tazminat ödenmesini güvenceye bağladığına dikkati çekmiştir (Hasan Akboğa, § 68).

78. Bu kapsamda haklarındaki soruşturma süreci kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla veya kovuşturma süreci beraat kararıyla sonuçlanan kişilerin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca yakalama veya tutuklama tedbirlerinin kanuna uygun olup olmadığından bağımsız olarak tazminat isteminde bulunmaları mümkündür. Bir başka ifadeyle anılan hükümle soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen karardan hareketle otomatik olarak bir tazminat ödenmesi söz konusu olmaktadır. Hatta kanun koyucu bu bentte "kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesi" sebebiyle öngörülen tazminat isteminin yakalama veya tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olduğu iddiasına ilişkin olmadığını özellikle belirtmek için "kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra" ibaresine yer vermiştir.

79. Buna karşılık soruşturmanın sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen veya kovuşturma süreci beraat ile sonuçlanan kişiler tarafından 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca açılacak davada, ilgili yakalama/gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek aynı fıkranın (a) bendi uyarınca tazminat talep edilmesi de mümkündür. Zira (a) bendinde kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan ve tutukluluğu devam ettirilenkişilerin tazminat hakkının bulunduğu ayrıca ve açıkça ifade edilmiştir.

80. Bir başka ifadeyle soruşturma veya kovuşturma kapsamında hakkında yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbiri uygulanan bir kişi -soruşturma veya kovuşturmanın sonucundan bağımsız olarak- bu tedbirlerin kanunda belirtilen koşullar oluşmadan uygulandığını 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında açacağı tazminat davasında ileri sürebilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de haklarında kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararı verilen kişiler bakımından -bu kararların kesinleşmesi koşuluyla- tutuklamanın hukuki olmadığı iddialarıyla ilgili olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen tazminat davası açma imkânının bireysel başvuru öncesinde tüketilmesi gerektiğine karar verirken yalnızca anılan fıkranın (e) bendinde yer alan ve otomatik olarak tazminata erişim sağlayan hükme değil bu kapsamda açılacak davada (a) bendi uyarınca hukuka aykırılık iddiasının da öne sürülebilecek olmasına dayanmıştır (Fatma Maden, §§ 45-49; Türkşen Akdamar, B. No: 2016/15712, 26/2/2020, §§ 29-32). Yargıtayın da 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının hem (a) hem de (e) bendi kapsamındaki iki ayrı durumu aynı davada tazminata hükmedilmesi gereken durum olarak değerlendirdiği görülmektedir (bkz. § 31).

81. Buna göre haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilen kişilerin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirleri dolayısıyla açtıkları tazminat davalarında anılan fıkranın (a) bendi kapsamında bu tedbirlerin kanuna (hukuka) aykırı olduğunu da dile getirmiş olmaları durumunda Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkı yönünden başvuruyollarını tükettikleri söylenebilir.

82. Öte yandan yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırılığına dair herhangi bir iddia dile getirilmeden yalnızca 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca bu tedbirlerin uygulandığı soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ya da kovuşturmanın beraatle sonuçlanmış olması nedeniyle tazminat talep edilmesi durumunda Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkı bağlamında başvuru yollarının yöntemince tüketilmiş olup olmayacağının da irdelenmesi gerekmektedir.

83. Anayasa Mahkemesi Hasan Akboğa kararında anılan fıkrada yer alan hükmün Anayasa'nın 19. maddesiyle bağlantılı olduğunu değerlendirmiştir. Anayasa Mahkemesi bu çerçevede yakalama tedbirinin hukuka uygun olduğunu belirlediği, tedbirin uygulandığı soruşturma sürecinin sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesine rağmen başvurucuya tazminat ödenmemesinin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde öngörülen düzenlemeye aykırı olduğundan bahisle Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasını ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır (Hasan Akboğa, §§ 69-74).

84. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan güvencenin Anayasa'nın 19. maddesiyle bağlantısının olup olmadığının tespiti için salt bu bent uyarınca açılacak tazminat davalarında yapılacak incelemenin kapsamının dikkate alınması gerekmektedir. Bu çerçevede anılan davalarda tazminat isteminin dayanağını oluşturan yakalama, gözaltı veya tutuklama koruma tedbirlerinin hukuka uygunluğu konusunda bir belirleme yapılması ya da bunların hukuka aykırı olduğunun otomatik olarak kabul edilmesi söz konusu olursa bu taktirde ilgili dava yolunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasıyla bağlantısının olduğu söylenebilir (AİHM'in aynı yöndeki yaklaşımı için bkz. §§ 40-46).

85. Buna karşılık 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca açılacak tazminat davalarında başvurucuların tazminata erişmek için yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmeleri gerekmediği gibi derece mahkemelerinin de anılan tedbirlerin hukuka uygunluğu konusunda bir belirleme yapmaları söz konusu değildir. Zira burada soruşturma veya kovuşturma sonucunda verilen kararlardan hareketle yargı organlarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin haksız olduğu ifade edilse de bu tedbirlerin -uygulandığı koşullarda- kanuna (hukuka) uygun olup olmadığı yönünde bir inceleme yapılmamaktadır. Bu bent kapsamında kişilere tazminat ödenmesi tutmanın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının koşullarıyla uyumlu olmamasından değil kişilerin beraat etmesinden veya haklarında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu bent kapsamında ödenen tazminat; yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukukiliğine ilişkin bir tespitin bulunmaması hâlinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında başvurucuların mağdur statüsünü sona erdirmeyecektir. Esasen yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesi -yukarıda da değinildiği üzere- ancak söz konusu tedbirlerin 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında kanuna uygun olmadığının ileri sürülmesi hâlinde mümkün olabilir. Sonuç olarak yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin uygulandığı soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ya da kovuşturmada beraate hükmedilmesi dolayısıyla bu tedbirlerin haksızolduğu şeklinde bir tanımlama tedbirlerin hukuka aykırı olduğu anlamına gelmemektedir.

86. Nitekim 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendiyle getirilen tazminat talep hakkı -kanun metninde de ifade edildiği üzere- kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan (fakat sonrasında haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilen) kişilere tanınmıştır. Dolayısıyla burada kanun koyucunun soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ya da kovuşturmanın beraat ile sonuçlanması durumunda -soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen karardan hareketle- bu süreçlerde uygulanan yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin kanuna aykırı hâle geldiğini kabul ettiğini söylemek imkân dâhilinde değildir. Zira böyle bir yorum anılan kanun hükmünün lafzıyla açıkça bir çelişki içerecektir. Bir başka ifadeyle soruşturma veya kovuşturma sonucunda verilen karar dolayısıyla bu süreçlerde haklarında yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbiri uygulanan kişilere otomatik olarak tazminat ödenmesi, bu tedbirlerin de otomatik olarak hukuka aykırı olduğu anlamına gelmemektedir.

87. Bu durumda yalnızca soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayanılarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirleri dolayısıyla tazminat davası açılması, Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular bakımından olağan başvuru yollarının tüketildiği anlamına gelmemektedir. Zira salt soruşturma veya kovuşturma sonunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayanılarak anılanbent uyarınca tazminat isteminde bulunulabilmesi anayasal bir güvence değil kanundan kaynaklanan bir imkândır. Bunun sonucu olarak da sadece (e) bendi uyarınca açılacak davalarda tazminat taleplerinin kabul edilmemesi veya tazminatın yetersiz olması şeklindeki iddialar adil yargılanma hakkı kapsamında bir kanun yolu şikâyeti olarak incelenebilir.

88. Sonuç olarak yakalama, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukukiliğiyle bağlantılı olarak tazminat istemlerinin kabul edilmediğinden veya hükmedilen tazminatın -ihlal edilen anayasal hak dolayısıyla uğranılan zarara göre- yetersiz olduğundan bahisle Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası bağlamındaki tazminat hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvurular yönünden başvuru yollarının usulünce tüketildiğinin kabulü için başvuruya konu bu tedbirlerin kanuna (hukuka) aykırı olduğunun esas itibarıyla (genel hatlarıyla da olsa) derece mahkemeleri önünde tüm aşamalarda ileri sürülmesi gerekmektedir. Ayrıca anılan iddiaların derece mahkemeleri önünde ileri sürüldüğünün fakat olağan kanun yollarından sonuç alınamadığının, bir başka deyişle olağan başvuru yollarının usulünce tüketildiğinin bireysel başvuru formunda da belirtilmesi ve buna ilişkin olguların gösterilmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi ancak bu koşullarda söz konusu şikâyetin esasını inceleyebilir.

89. Bu ilkeler ışığında somut olay incelendiğinde başvurucunun 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası bağlamında açtığı tazminat davasında derece mahkemesine sunduğu tazminat davası dilekçesinde gözaltının hukuka aykırılığına ilişkin bir açıklama yapmadığı anlaşılmaktadır. Dava dilekçesinde başvurucu genel olarak yürütülen soruşturma sonucunda hakkında kamu davası açılmadığı gibi kovuşturmaya yer olmadığı kararı da verilmediğine vurgu yapmış, bu nedenle uğradığı maddi ve manevi zararlardan bahsetmiştir. İstinaf dilekçesinde ise derece mahkemesinin davasını sadece 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında incelemesinden yakınarak anılan fıkranın diğer tüm bentlerinden de inceleme yapılabileceğinden bahsetmiştir. Ancak başvurucu ne dava dilekçesinde ne de istinaf dilekçesinde gözaltı işleminin -makul şüphe bulunmadığı vb. - neden haksız olduğu, hangi sebeplerle hukuka aykırı olduğu konusunda bir açıklama yapmıştır. Benzer şekilde başvuru formunda da sadece gözaltı işleminin kanuna aykırı olduğunu ifade etmekle yetinmiş, bu konuda başkaca bir açıklamaya yer vermemiştir. Dolayısıyla gözaltı tedbirinin hukukiliğine dair bir iddiayı dile getirmeden ve derece mahkemelerinin bu yönde bir inceleme yapmalarına imkân sağlamadan bir tazminat davası açan başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası bağlamındaki tazminat hakkı yönünden olağan başvuru yollarını tüketmediği sonucuna varılmıştır.

90. Açıklana gerekçelerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine yönelik bu iddianın başvuru yollarının tüketilmemesinedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Zühtü ARSLAN ve Hasan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamışlardır.

E. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

91. Başvurucu; gözaltına konu soruşturmada suçla ilgisi olduğu düşünülen kişiler hakkında iddianame düzenlendiğini, kendisinin bu kişilerden olmadığını, soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararına isminin sehven yazılmadığını, bu durumun suçsuz olduğu gerçeğini değiştirmediğini, haksız gözaltı nedeniyle iki gün özgürlüğünden yoksun bırakıldığı için maddi ve manevi zarara uğradığını, buna rağmen açtığı tazminat davasının kabul edilmediğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

92. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

93. Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."

94. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun yukarıda bahsi geçen iddialarının adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan gerekçeli karar hakkı kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.

95. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

i.Genel İlkeler

96. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "...ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu AİHM'in birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu,B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).

97. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu,§ 76).

98. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır. Bu hak, tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).

99. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56). Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Yargılama sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, §§ 35, 39).

ii.İlkelerin Olaya Uygulanması

100. Somut olayda başvurucu;bir soruşturma kapsamında üç gün süreyle gözaltında tutulduğunu, soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararında isminin yer almadığını ancak hakkında iddianame de düzenlenmediğini, gözaltında tutulması nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek tazminat davası açmıştır.

101. İlk derece mahkemesi 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesine atıf yaparak tazminat isteminde bulunulabilmesi için kararın kesinleşmesi gerektiğini, başvurucu hakkında herhangi bir kamu davasının açılmadığını, dolayısıyla esası çözen herhangi bir mahkeme hükmünün de verilmediğini, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar da verilmediğini ve dolayısıyla tazminat davasının yasal şartının oluşmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir. İstinaf dilekçesinde başvurucu; Başsavcılığın kusurundan kaynaklanan usule ilişkin eksiklik gerekçe gösterilerek davanın usul yönünden reddine karara verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, çok sayıda şüpheli olması nedeniyle Başsavcılığın muhtemelen ismini kovuşturmaya yer olmadığı kararına eklemeyi unuttuğunu ve söz konusu soruşturmanın kapatıldığını ileri sürmüştür. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi istinaf başvurusunda ileri sürülen nedenlerin yerinde görülmediğini belirterekistinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir.

102. Somut olayda gözaltına konu soruşturmanın sonunda Başsavcılık olay kapsamında yedi şüpheli hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair (ek) karar vermiştir. Başsavcılığın diğer bir kısım şüpheli hakkında ise iddianame düzenleyerek kamu davası açtığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda başvurucu, hakkında sehven kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmemiş olduğunu ileri sürmektedir.

103. Bu bağlamda davanın esasının çözülebilmesi için -başvurucunun ileri sürdüğü iddialar kapsamında- hukuki durumunun açıkça tespit edilmesi gerekmektedir. Tazminat davasını inceleyen Mahkeme, başvurucunun ileri sürdüğü ve davanın esasını ilgilendiren hususları açık bir şekilde tespit etmeden ve kararında tartışmadan soyut ve genel ifadelerle davayı reddetmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi de başvurucunun iddialarına makul bir gerekçe ile yanıt vermemiştir.

104. Bu itibarla yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun uyuşmazlığın çözümü için esaslı nitelikteki iddia ve itirazlarının derece mahkemelerince konuyla ilgili makul ve yeterli bir gerekçe ile karşılanmadığı anlaşılmaktadır.

105. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

106. Varılan bu sonuç karşısında tazminat davasının duruşma açılmaksızın evrak üzerinden yapılan inceleme sonucunda reddedildiği iddiasının ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

F. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

107. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

108. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

109. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

110. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§55, 57).

111. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§57-59, 66, 67).

112. İncelenen başvuruda gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin derece mahkemesi kararlarından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

113. Bu durumda gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin ayrı ve açık yanıt verilmesini gerektiren konularda yeniden yargılama yapılmak üzere Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

114. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

115. Dosyadaki belgelerden tespit edilen ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

C. 1. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Yakalama nedenlerinin bildirilmemesi dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

3. Gözaltının hukuka aykırı olmasına rağmen tazminat isteminin kabul edilmemesi dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Zühtü ARSLAN ve Hasan Tahsin GÖKCAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

4. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

D. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

E. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması amacıyla Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/46, K.2017/12) GÖNDERİLMESİNE,

F. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

G. 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

H. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

I. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/10/2021tarihinde karar verildi.

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvurucunun hukuka aykırı gözaltı ve elkoyma tedbirleri üzerine açtığı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki şikayeti, çoğunluk tarafından başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur.

2. Bir terör olayına ilişkin soruşturma kapsamında iki gün gözaltında kalan başvurucu hakkında aradan geçen iki yılı aşan sürede herhangi bir kamu davası açılmadığı gibi, kovuşturmaya yer olmadığına da karar verilmemiştir. Başvurucu uzun süredir ne suçlanmış ne de aklanmış, tabir yerindeyse “araf”ta bırakılmıştır.

3. Başvurucunun hukuka aykırı şekilde hürriyetinden mahrum bırakılması ve evinin aranarak bazı materyallerine elkonulması nedeniyle açtığı tazminat davası “davacı hakkında herhangi bir kamu davası açılmadığı, dolayısı ile esası çözen herhangi bir mahkeme hükmünün de verilmediği, ayrıca kovuşturmaya yer olmadığına dair karar da verilmediği, talebinin bu yönüyle tazminat davasına konu edilemeyeceği” gerekçesiyle usul yönünden reddedilmiştir. Bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu da “incelenen dosya kapsamına göre istinaf başvurusunda bulunanların ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmemiş olmakla” esastan reddedilmiştir.

4. Çoğunluk, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının kanuna uygun yakalama veya tutuklamadan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilenlere tazminat imkânı sağlayan (e) bendi uyarınca açılan tazminat davalarının, anılan tedbirlerin hukuka aykırılıkları genel hatlarıyla da olsa ileri sürülmedikçe, Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında incelenemeyeceğini belirtmiştir (§§ 87-88). Çoğunluğa göre somut başvuruda başvurucu gözaltına alınmasının neden hukuka aykırı olduğuna dair derece mahkemeleri önünde açıklamada bulunmadığı için başvuru yollarını tüketmemiştir (§ 89).

5. Öncelikle eldeki başvuruyla aynı gün karara bağlanan Eyyüp Güneş başvurusunda yazdığım karşıoyda belirttiğim gerekçelerle, çoğunluğun CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca açılan tazminat davalarının reddedilmesi veya verilen tazminatın düşük bulunması üzerine yapılan başvuruların Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında olmadığına dair görüşüne katılmadığımı belirtmek isterim (Eyyüp Güneş[GK], B.No: 2017/28308, 21/10/2021, §§ 4-20).

6. Esasen mevcut başvuru, CMK’nın 141. maddesi kapsamında açılan davaların hangi bent kapsamında açıldığının belirlenmesinin kolay olmadığını gösteren tipik örneklerden biridir. Başvurucu dava dilekçesinde haksız ve hukuksuz olarak özgürlüğünden mahrum bırakıldığını, pasaport, cep telefonu, bilgisayar gibi kişisel eşyalarına el konulduğunu, serbest bırakıldıktan sonra soruşturma kapsamında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda ismine yer verilmediği gibi hakkında bir dava da açılmadığını belirterek ağır manevi zararlara maruz kaldığını ileri sürmüştür.

7. Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararında davanın konusu “Tazminat” olarak belirtilmiş, CMK’nın 141. maddesinin hangi fıkrası ve bendi uyarınca açıldığına ve görüldüğüne dair de herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir. Mahkemeye göre davacı hakkında “5271 sayılı CMK’nun 141-142. maddesi bağlamında [kararda 141. maddenin zikredildiği tek yer burasıdır] kesinleşmesi şartı aranan bir karar verilmediği”nden tazminat için gerekli “yasal şartın oluşmadığı anlaşılmakla davanın reddine karar vermek gerekmiş”tir.

8. Başvurucu istinaf dilekçesinde hukuka aykırılık iddiasına ilave olarak koruma tedbirleri nedeniyle “beraat” veya “takipsizlik” kararının şart koşulmasının kanuna aykırı olduğunu, zira CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi dışında da hükümlerinin bulunduğunu belirtmiş, dahası başta aynı fıkranın (a) bendi olmak üzere diğer hükümlerini açıkça yazmıştır. Başvurucu benzer ifadelere bireysel başvuru formunda da yer vermiş, özgürlüğünden mahrum bırakılmasının kanuna aykırı olduğunu ve hukuki temelinin bulunmadığını ileri sürmüştür.

9. Bu hususlar birlikte incelendiğinde, başvurucunun gözaltına alınmasının haksız ve hukuka aykırı olduğunu açıkça dile getirdiği, dahası tazminat talebini CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamıyla sınırlı tutmadığını, kanunlarda belirtilen şartlar dışında yakalanan veya tutuklananların da tazminat hakkı olduğunu belirttiği görülmektedir. Dolayısıyla başvurucunun hukuka aykırılığı derece mahkemeleri önünde yeterince dile getirmediği söylenemez.

10. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine dair şikayetinin kabul edilebilir olduğunu düşündüğümden çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.

Başkan

Zühtü ARSLAN

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Hukuka uygun gözaltı tedbiri dolayısıyla açılan tazminat davasının reddi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası çoğunluk gerekçesiyle başvuru yollarının tüketilmediği iddiasıyla reddedilmiştir. Çoğunluk gerekçesine göre Anayasanın 19/9. maddesinde yalnızca aynı maddenin ilk sekiz fıkrasındaki esaslara aykırı tutma nedeniyle tazminat güvencesi sağlanmış olup, başvuran tarafından bu yönde bir başvuru yapılmadığından kabul edilemezlik sonucuna ulaşılması gerekmiştir. Çoğunluk kararındaki özgürlük ve güvenlik hakkına yönelik sonuca aşağıda açıkladığım hukuki gerekçelerle katılamıyorum.

2. Anayasanın 19. maddesinin 9. fıkrasında kural olarak, aynı maddedeki güvencelere aykırı biçimde yapılan özgürlüğe müdahalelere karşı bir telafi güvencesi öngörülmektedir. Bu şekilde hak ihlalinden doğan mağduriyetin tazminat boyutuyla giderilmesi de amaçlanmaktadır. Fakat 9. fıkradaki güvence yalnızca önceki fıkralarda yer alan esaslara (güvencelere) aykırı işlemleri kapsamaktadır. Diğer bir ifadeyle hukuka uygun koruma tedbiri işlemlerikural olarak anayasal güvence kapsamına girmemektedir. Fakat iç hukukumuzda yer alan 5271 sayılı CMK’nın 141/1-e madde ve bendinde “Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen” kişilerin de Devletten maddi ve manevi zararlarını isteyebilecekleri kabul edilmiştir.

3. Kanundaki bu düzenleme uyarınca tazminata hükmedilebilmesi için kişilerin haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilmesi yeterlidir. Başka deyişle ilgili mahkemenin, kişiler hakkındaki yakalama veya tutuklamanın hukuka uygunluğunu incelemesi gerekli değildir. Kanun koyucunun, örneğin mevcut deliller karşısında dava açılması durumunda beraatle sonuçlanması muhtemel bir soruşturmada tutuklama tedbirine başvurulmaması icap edeceğini, bununla birlikte yargısal faaliyete ilişkin kamu yararı gereği böyle bir işlem yapılmışsa hakkaniyet düşüncesiyle kişinin zararlarının tazmin edilmesi gerektiğini kabul ettiği anlaşılmaktadır. Öte yandan Kanun koyucunun bir anlamda sonuçtan hareketle yapılan işlemlerin yersiz bir müdahale olabileceği karinesinden hareket ettiği de söylenebilir. Nitekim anılan (e) bendinin uygulanmasına ilişkin Yargıtay kararlarında, kanuna uygun tutuklama yapılsa dahi kişi hakkında örneğin beraat kararı verildiğinde bu işlemin hukuka aykırı hale geldiğiifade edilmektedir (bkz. kararın ilgili hukuk kısmındaki Y. 12.CD.nin emsal kararları. Örneğin; …beraatine hükmedilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu …”; 12.CD. 4.5.2016, 2015/11001 – 2016/7842).

4. Konuya böyle bakıldığında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararıyla sonuçlanan bir soruşturmayla ilgili yakalama, gözaltı ve tutuklama işleminin iç hukukumuzda bir anlamda sonucundan hareketle haksız işlem olarak kabul edildiği değerlendirilebilir. Aksi durumda hukuka uygun bir gözaltı veya yakalama işlemi nedeniyle tazminat verilmesi yolundaki davalar adil yargılanma hakkı yönünden medeni hak kapsamında incelebilir ise de gerek Sözleşmenin 5. maddesi, gerekse Anayasanın 19/9. maddesi kapsamına girmeyeceği için AYM’nin konu bakımından yetkisi dışında kalacağı sonucuna ulaşılabilir. Bununla birlikte bu konuda mevzuatını CMK 141/1-e bendi gibi düzenlediği anlaşılan Ermenistan hakkındaki bir kararda AİHM de sonuçta Ermenistan iç hukukunda beraatle sonuçlanan tutukluluğun sonucu itibarıyla hukuka aykırı kabul edilmiş oluşundan hareketle, hukuka uygun tutuklama dolayısıyla tazminat yolunun Sözleşmenin 5. maddesinin güvencesi kapsamında kaldığına karar vermiştir (bkz. Norig Pogosyan/Ermenistan, B. No: 63106/12, 22.10.2020, par. 33-36). Benzer yaklaşımın AYM tarafından da benimsenebileceği değerlendirilmelidir. Nitekim AYM daha önce verdiği bir kararda, hukuka uygun yakalama, gözaltı ve tutuklama kararları sonrasında CMK’nın 141/1-e maddesi uyarınca açılan davalara ilişkin başvuruların da Anayasanın 19/9. Maddesinin güvencesi içerisinde olduğuna karar vermiştir (bkz. Hasan Akboğa, B. No: 2016/10380, 27.3.2019, par. 49, 68). Sonraki başvurularda da bu yaklaşım korunmuştur. İncelenen başvuru bakımından da Mahkememizin önceki kararından ayrılmayı gerektiren bir husus bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurunun esasının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir.

5. İncelenen olayda ise başvuran 9.1.2015 tarihinde gözaltına alınıp bir gün sonra serbest bırakılmış, aynı soruşturma kapsamındaki yedi şüpheli hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığı kararı verilip, diğer bir kısım şüpheliler hakkında ise kamu davası açılmıştır. Başvuran hakkında ise aradan geçen yıllara karşı herhangi bir karar verilmemiştir. Bilindiği üzere mevzuatımıza göre yakalama soruşturma işlemlerinin tamamlanması ve/veya hakim önüne çıkarılma amacıyla gerçekleştirilen bir koruma tedbiri olup, yakalandıktan sonra serbest bırakılmayıp soruşturmanın tamamlanması için alıkonulan şüpheli kanunen gözaltına alınmış sayılır(CMK m.91/4; Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yön. m. 4). Başka deyişle bir suç soruşturması kapsamında şüpheli olarak hakkında hukuka uygun şekilde yakalama işlemi uygulanan kişi, CMK’nın 141/1-e maddesinde ifade edilen hukuka uygun yakalanan kimselerdendir. Başvuru formunda başvurucu hakkında iki günlük gözaltı işlemine karşın kamu davası açılmadığı gibi herhangi bir karar da verilmemiş olması dolayısıyla başvurucunun tutulmasının hukuka aykırı hale geldiği ve bu durumun CMK’nın 141/1-e madde ve bendine uyduğu halde yerel mahkemenin bu olaya ilişkin fiili durumu (başvurana ilişkin bir karar verilmemesinin hukuki anlamını) değerlendirmediği ifade edilmektedir (form s. 6-7). Savcılık işlemi ve fiili durum karşısında başvuranın bu talebinin yersiz olduğu söylenemez.

6. Çoğunluk gerekçesinde ise CMK’nın 141/1-e madde ve bendindeki düzenlemeye dayalı olarak açılacak tazminat davasının Anayasanın 19/9. maddesinin güvencesi kapsamında olmadığı sonucuna ulaşılmıştır (par. 88-89). Bu gerekçeye göre ancak tutuklamanın hukuka aykırılığına dayalı olarak bir tazminat istemi üzerine bireysel başvuruda bulunulabilecektir. Fakat bu yaklaşım kabul edildiğinde dahi özgürlük ve güvenlik hakkı yönünden meselenin konu bakımından yetki yönünden değerlendirilmesi gerekirken başvuru yollarının tüketilmemesi sonucuna ulaşılması da ayrı bir çelişki arzetmektedir. Sonuç olarak yukarıda açıklandığı üzere kanunda hukuka uygun tutmaya karşı da telafi güvencesinin öngörülmesi karşısında Anayasanın 19/9. maddesindeki güvence kapsamında başvurunun esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle reddedilmesinin yerinde olmadığı görüşündeyim.

Başkanvekili

Hasan Tahsin GÖKCAN