Dosya olarak kaydet: PDF - TIFF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

MAHMUT ÜÇÜNCÜ BAŞVURUSU

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başkan y. : SerruhKALELİ

Üyeler : Nuri NECİPOĞLU

Erdal TERCAN

Hasan Tahsin GÖKCAN

Kadir ÖZKAYA

Raportör : Özgür DUMAN

Başvurucu : Mahmut ÜÇÜNCÜ

Vekili : Av. Fikri AKGÜN

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, granit maden ocağı işletme izni bulunmasına rağmen orman alanının işgali ve faydalanma suçundan hapis cezası ile cezalandırılarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve akaryakıt dolum, taş kırma ve eleme, beton santrali, stok ambarı tesis alanlarının müsadere edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 23/1/2014 tarihinde Bursa 10. Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, 3/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 17/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu D. Madencilik İnşaat Su ve Petrol Ürünleri İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin (Şirket) ortağı ve yönetim kurulu başkanıdır.

9. Anılan Şirketin talebi üzerine Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından bu Şirkete Yalova ili Armutlu ilçesi Fıstıklı köyü Müftü Çiftliği mevkiinde8/11/2005 tarihinden geçerli olmak üzere "II. grup maden ruhsatı" verilmiştir. Şirket, belirtilen yerde granit maden ocağı işletmiştir.

10. Şirketin talebi üzerine Bursa Orman Bölge Müdürlüğü tarafından 30/12/2005 tarihinde 20.448,86 m² altyapı tesisi orman izni verilmiştir. Şirket 22/9/2008 tarihinde ek izin sahası talebinde bulunmuş ancak bu talebe cevap verilmemiştir.

1. İdari Yargılama Süreci

11. Şirketin ek izin sahası verilmesi için bu defa 31/10/2008 tarihinde Yalova İl Çevre ve Orman Müdürlüğüne yaptığı başvuru ise bu İdarenin 7/11/2008 tarihli yazısı ile reddedilmiştir.

12. Şirket 18/12/2008 tarihinde, bu idari işlemin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle İdare aleyhine Bursa 3. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.

13. Mahkeme 12/3/2009 tarihli ve E.2008/1068 sayılı kararı ile yürütmenin durdurulması talebinin kabulüne karar vermiştir.

14. Uyuşmazlığı esastan inceleyen Mahkeme, 14/5/2009 tarihli ve E.2008/1068, K.209/360 sayılı kararı ile bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarınca Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği'nde (Yönetmelik) belirtilen hâller ve diğer kanunların ilgili hükümleri dışında madencilik faaliyetlerinin engellenemeyeceği ve bu Yönetmelik'te belirtilen kısıtlamaların dışında başka kısıtlama getirilemeyeceği, davacı Şirketin maden üretim faaliyeti için iş yeri açma ve çalışma ruhsatı verilmesi istemli başvurusunun anılan Yönetmelik'in 14. bölümünde yer alan düzenlemeler çerçevesinde değerlendirilerek sonuçlandırılması gerekirken Yönetmelik hükümlerinde belirtilen hâller ve diğer kanunların ilgili hükümleri dışındaki nedenlere dayandırıldığı, ayrıca işleme dayanak alınan 1/25.000 ölçekli çevre düzeni plan notunun yürütmesinin durdurulması nedeniyle dava konusu işlemde bu yönüyle de hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçeleriyle davanın kabulüne ve dava konusu idari işlemin iptaline karar vermiştir.

15. Kararı temyiz eden davalı İdare, ayrıca bu kararın yürütmesinin durdurulmasını da talep etmiş; Danıştay Sekizinci Dairesinin 3/8/2009 tarihli ve E.2009/6310 sayılı ilamıyla, bu talep reddedilmiştir.

16. Daire 20/10/2010 tarihli ve E.2009/6310, K.2010/5386 sayılı ilamıyla hükmün değişik gerekçeyle onanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"... her ne kadar İdare Mahkemesince davacı şirketin maden üretim faaliyeti için işyeri açma ve çalışma ruhsatı verilmesi istemli başvurusunun Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliğinin 14. Bölümünde yer alan düzenlemeler çerçevesinde değerlendirilerek sonuçlandırılması gerektiği belirtilmiş ise de, gerekli ruhsatları alarak faaliyette bulunan davacı şirketin granit ocağı kapasite artışı (ÇED alanı büyütme, kırma-eleme ve beton santrali tesisi ilavesi) için yaptığı başvurunun, davalı idare tarafından Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliğinin 15. Bölümünde yer alan düzenlemeler çerçevesinde, kapasite artışının çevreye zarar verip vermeyeceği de değerlendirilerek, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, madencilik faaliyeti yapılamayacağına ilişkin yukarıda belirtilen kararlara atıf yapılarak başvurunun reddinde hukuka uyarlık bulunmamakta olup, Mahkeme kararı sonucu itibarıyla yerinde görülmüştür."

2. Ceza Yargılaması Süreci

17. Orman Genel Müdürlüğü görevlileri tarafından düzenlenen 1/11/2008 tarihli suç tutanağında, başvurucunun yönetim kurulu başkanı ve ortağı olduğu Şirket tarafından Yalova ili Armutlu ilçesi Fıstıklı köyü Çiftlik mevkiindeki izinli sahada izin almadan 224 m² yakıt depolama tesisi, 1190 m² taş kırma ve eleme tesisi, 646,25 m² beton santrali ve stok alanı olmak üzere toplam 2.060,25 m² alanda izinsiz tesis kurulduğu belirtilmiştir.

18. Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/3520 Soruşturma sayılı dosyasında düzenlenen 3/6/2009 tarihli ve 2009/440 sayılı iddianame ile "suça konu sahada mevcut 20.448.86 metrekarelik ormanlık alanın 08/11/2015 tarihine kadar izinli olduğu, aynı bölgede 13.988 metrekalik alanın izninin ise 29/04/2008 tarihinde sona erdiği, suça konu sahada maden ocağı işleten D. Madencilik İnş. Su ve Petrol Ürünleri İthalat İhracat San[a]yi ve Ticaret Anonim Şirketi yetkilileri olan şüphelilerin 29/[04]/2008 tarihinde izin süresi biten 13.988 metrekarelik alan için süre uzatımı talebi ve anılan alanın ihtiyaçları karşılamaması sebebiyle ek olarak 200.52 metrekarelik saha için ise yeni izin talebinde bulundukları, suç tutanağının tutulduğu tarih olan 01/11/2008 tarihinde henüz izin talebininin neticenlememiş olduğu, şüphelilerin eylemleri neticesinde inşa edilen yapıların bu haliyle izinsiz sahada kaldığı" belirtilerek başvurucu ve F.Ç. haklarında "orman alanlarının işgali, ormandan faydalanma ve orman içinde yerleşilmesi" suçundan 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 17. maddesi delaletiyle 93. maddesinin birinci fıkrası uyarınca cezalandırılması ve 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 53. maddesindeki hak yoksunluklarının uygulanmasıkamu adına talep olunmuştur. İddianamede tesislerin müsaderesine ilişkin bir talebe yer verilmemiş, sevk maddeleri arasında da müsadereye ilişkin bir yasa hükmü gösterilmemiştir.

19. İddianame kabul edilerek açılan kamu davasında Gemlik Sulh Ceza Mahkemesinde görülen yargılama sırasında 14/6/2013 tarihli 20. duruşmada başvurucuya hakkında 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanması ihtimali gerekçe gösterilerek 5271 sayılı Kanun'un 226. maddesi uyarınca ek savunma hakkı verilmiştir. Mahkeme 12/6/2012 tarihinde olay yerinde keşif yapmış, orman yüksek mühendisi, harita mühendisi ve maden mühendisinden oluşturulan bilirkişi kurulundan rapor aldırmıştır. Bilirkişi kurulunun 15/8/2012 tarihli raporunda, izinli saha içinde bulunan 1.224,05 m² orman alanında izin veriliş amacı dışında "akaryakıt ve dolum tesisi" ile "taş kırma ve eleme tesisi" yapıldığı, ayrıca izin verilen alan dışındaki 1.041,92 m² orman alanında ise orman örtüsü kaldırılarak izinsiz akaryakıt ve dolum tesisi", "taş kırma ve eleme tesisi", "beton santrali ve stok ambarı" yapıldığı belirtilmiştir. Bilirkişi raporunda zarar miktarı ise 546,90 TL olarak gösterilmiştir.

20. Mahkeme4/10/2013 tarihli ve E.2009/550, K.2013/1172 sayılı kararı ile "orman alanlarının işgali ve orman içine yerleşilmesi" suçunu işlediği gerekçesiyle 6831 sayılı Kanun'un 93. maddesinin birinci fıkrası, aynı maddenin ikinci fıkrası ile 5237 sayılı Kanun'un 62. maddeleri uygulanarak başvurucunun 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiş ancak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki koşulların gerçekleştiği kanaatiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve aynı maddenin (8) numaralı fıkrasına göre başvurucunun 5 yıl süreyle denetime tabi tutulmasına karar vermiştir.

21. Mahkeme, aynı karar ile ayrıca bilirkişi raporu ile belirlenen ve suça konu yerde bulunduğu belirtilen 29/05/2013 tarihli ek bilirkişi raporunda (A1) ve (A2) olarak gösterilen akaryakıt dolum tesis alanının, (B1) ve (B2) olarak gösterilen taş kırma ve eleme tesis alanının, (C1) ve (C2) olarak gösterilen beton santrali alanı ile stok ambarı alanlarının 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası yollaması ile 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesi gereğince müsaderesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Mahallinde 29/07/2011 tarihinde Orman Yüksek Mühendisi ve Fen Bilirkişisi ile birlikte keşif yapılmış, bilirkişiler Mahkememize sunmuş oldukları raporlarında; suça konu yerde suç tarihinden önce orman kadastrosu geçtiği ve 2/B madde uygulaması yapıldığı buna göre suça konu yerin orman sınırları içerisinde kaldığı ve devlet ormanı olduğu, suça konu yerlerin kesinleşmiş orman kadastro sınırları içerisinde kaldığı ve devlet ormanı olduğunun, eylemin kesinleşmiş orman kadastro sınırları içerisinde işgal ve faydalanma olduğu, suça konu yerlerin yüz ölçümünün toplam 2793,29 m² olduğunun, müdahil orman yönetiminin zararının olmadığının, suça konu yer içerisinde 3 adet tesis bulunduğunun bildirildiği, 10.02.2012 tarihli Ek raporunda : maden şirketinin enerji ve tabi kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğünden alınmış II: grup 99 hektar alanda ruhsatının olduğunu, bu ruhsatlı alan içerisinde yine aynı Bakanlıkça 17,6 hektar alan için 4.09.2008 tarihli olur ile granit işletme izni verildiğini, suça konu yerin bu alan içerisinde kaldığını, suça konu tesisler maden dairesince verilmiş işletme izin sahası içerisinde kaldığını, ancak orman yönetimine suça konu tesisleri yapmak için başvuru yapılmadığını, izin müracaatı sonuçlanmadan tesislerin yapıldığını, maden şirketi bu başvurular ile suç tarihinden önce izin istihsali için orman yönetimine başvurulduğunu, ancak başvuru sonuçlanmadan suça konu tesislerin yapıldığını, suça konu yerin fen bilirkişi tarafından aletle ölçüm sonucu 2793,299 m² olarak hesap edilerek koordinatları ile krokiye aktarıldığını, suça konu yerin 2/B madde uygulaması ile ilgili olmadığının açıkça belirtildiğini, şirket tarafından yapılmış dosya da mevcut ödeme makbuzları davanın esası ile bir ilgisi olmadığı için incelemeye alınmadığını, zira dava konusu suça konu tesisler ile ilgili verilmiş bir izin olmadığı için yapılmış bir ödeme de olmadığını, yapılan ödeme belgelerinin izin verilmiş sahalara ait olduğunu bildirmişlerdir.

Mahallinde 12/6/2012 tarihinde Harita Mühendisi, Maden Mühendisi ve Orman Yüksek Mühendisi ile birlikte keşif yapılmış, bilirkişiler Mahkememize sunmuş oldukları raporlarında sonuç olarak; D... İnş. Su ve Petrol Ürünleri İth. İhr. San. ve Tic. A. Ş. yetkilileri Mahmut Üçüncü ve F. L.' in kesinleşmiş orman sınırı dahilinde 1.041,92 m² orman örtüsü kaldırılarak izinsiz tesis yapmakla 1.224,05 m² alanda, orman idaresinden 6831 sayılı Kanun'un 16. maddesine göre aldıkları orman izinini, izin amaçlarına uygun olarak kullanmamakla, orman kanununa muhalefet ettiklerini, açma yapılan yerin yangın sahası olmadığını, fıstıklı köyünde kesinleşmiş orman kadastrosu olduğunu, 114. maddeye göre ağaçlandırma giderinin 546,90 TL olduğunu bildirmişlerdir.

... Sanık Mahmut Üçüncü hakkında orman alanlarının işgali ve ormanın içine yerleşilmesi suçlarından açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eylemine uyan 6831 sayılı Kanun'un 93/1 ve 5237 sayılı Kanun'un 61.maddesi gereğince suçun işleniş şekli ve meydana gelen zarar gözönüne alınarak ve sanığın bu suçu ilk defa işlemesi nedeniyle de alt sınırdan ceza verilmek suretiyle cezalandırılmasına, 5560 ve 5728 sayılı yasalarla değişik CMK’nun 231/5 ve 6. maddeleri gereğince sanığın geçmişteki iyi hali, kişilik özellikleri, yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nedeniyle tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkememizde olumlu kanaat oluşması ve suçtan dolayı meydana gelen zararın giderilmesi nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, ... bilirkişi raporu ile belirlenen ve suça konu yerde bulunan ve bilirkişinin 29/05/2013 tarihli ek raporunda A1 ve A2 olarak gösterilen Akaryakıt dolum tesis alanının, B1 ve B2 olarak gösterilen taş kırma ve eleme tesis alanının, C1 ve C2 olarak gösterilen beton santrali alanı ile stok ambarı alanlarının 6831 sayılı Kanun'un 108/4. maddesi yollaması ile 5237 sayılı Kanun'un 54 maddesi gereğince müsaderesine dair karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

22. Başvurucu karara itiraz etmiş, Gemlik 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2/12/2013 tarihli ve 2013/311 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"Gemlik Sulh Ceza Mahkemesinin 04/10/2013 karar tarihli ve 2009/550 Esas, 2013/1172 Karar sayılı dosyasının incelenmesinde; sanık Mahmut Üçüncü vekili Av. Fikri Akgün ve sanık F. L. hakkında orman alanlarının işgali ormandan faydalanma ve orman içinde yerleşilmesi suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği, sanıkların 5560 ve 5728 sayılı yasalarla değişik CMK'nun 231/5 ve 6 maddeleri gereğince sanıkların geçmişteki iyi halleri, kişilik özellikleri, yargılama sürecindeki tutum ve davranışları nedeni ile tekrar suç işlemeyecekleri konusunda mahkemelerinde olumlu kanaat oluşması ve suçtan dolayı meydana gelen zararın giderilmesi nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar verilmiş ve sanıklar hakkında verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla sanık Mahmut Üçüncü vekili Av. Fikri Akgün ve sanık F. L.'in itirazlarının reddine karar verilmesi gerekmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur."

23. Nihai karar başvurucu vekiline 30/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

24. Başvurucu 17/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

3. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler

25. Gemlik 1. Sulh Ceza Mahkemesince 28/3/2014 tarihinde, müsadere kararının gereğinin yerine getirilmesi hususunda Gemlik Orman İşletme Şefliğine yazı yazılmış, Umurbey Orman İşletme Şefliğinin 1/6/2015 tarihli yazısıyla, müsadere kararı verilen sahanın infazının 9/6/2014 tarihinde yerine getirildiği belirtilmiş, orman muhafaza memurlarınca düzenlenen infaz tutanağı Mahkemeye gönderilmiştir. İnfaz tutanağında "... Mahkeme kararıyla müsaderesine hükmedilen akaryakıt dolum tesisinin, taş kırma eleme tesisinin, beton santralin firma tarafından yıkılarak kaldırıldığı, dolayısıyla infazın yapılmış olduğu görülmektedir...."hususları belirtilmiştir.

B. İlgili Hukuk

26. 6831 sayılı Kanun’un 16. maddesinin başvurucuya isnat edilen suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Devlet ormanları hudutları içerisinde maden aranması ve işletilmesi, Maden Kanununun 7 nci maddesinde belirtilen şartlara uyularak, ruhsat grubu gözetilmeksizin yapılır. Orman hudutları içinde alınan muvafakat süresi, temdit dahil işletme ruhsat süresi sonuna kadar devam eder. Ayrıca madencilik faaliyetleri için zorunlu; tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve alt yapı tesislerine fon bedelleri hariç olmak üzere orman mevzuatı hükümlerine göre bedeli alınarak izin verilir.

Ruhsatname veya imtiyaz almış olanlarla, ruhsatname veya imtiyaz alacaklar, işe başlamadan evvel çalışma sahalarını orman idaresine haber vermeye ve ormana zarar gelebilecek hallerde, orman idaresinin göstereceği tedbirleri almaya ve yapmaya mecburdurlar."

27. 6831 sayılı Kanun’un 17. maddesinin başvurucuya isnat edilen suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

“Devlet ormanları içinde bu ormanların korunması, istihsal ve imarı ile alakalı olarak yapılacak her nevi bina ve tesisler müstesna olmak üzere; her çeşit bina ve ağıl inşası ve hayvanların barınmasına mahsus yerler yapılması ve tarla açılması, işlenmesi, ekilmesi ve orman içinde yerleşilmesi yasaktır.

Devlet ormanlarının herhangi bir suretle yanmasından veya açıklıklarından faydalanılarak işgal, açma veya herhangi şekilde olursa olsun kesme, sökme, budama veya boğma yollariyle elde edilecek yerlerle buralarda yapılacak her türlü yapı ve tesisler, şahıslar adına tapuya tescil olunamaz. Buralara doğrudan doğruya orman idaresince el konulur. Yanan orman alanlarındaki her türlü emval Orman Genel Müdürlüğünce değerlendirilir.

Savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, altyapı ve katı atık bertaraf tesislerinin; sanatoryum, baraj, gölet ve mezarlıkların; Devlete ait sağlık, eğitim ve spor tesislerinin ve bunlarla ilgili her türlü yer ve binanın Devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde, gerçek ve tüzel kişilere bedeli mukabilinde Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir. Devletçe yapılan ve/veya işletilenlerden bedel alınmaz. Bu izin süresi kırkdokuz yılı geçemez. Bu alanlarda Devletçe yapılanların dışındaki her türlü bina ve tesisler iznin sona ermesi hâlinde eksiksiz ve bedelsiz olarak Orman Genel Müdürlüğünün tasarrufuna geçer. Söz konusu tesisler Orman Genel Müdürlüğü veya Çevre ve Orman Bakanlığı ihtiyacında kullanılabilir veya kiraya verilmek suretiyle değerlendirilebilir. İzin amaç ve şartlarına uygun olarak faaliyet gösteren hak sahiplerinin izin süreleri; yer, bina ve tesislerin rayiç değeri üzerinden belirlenecek yıllık bedelle doksandokuz yıla kadar uzatılabilir. Bu durumda devir işlemleri uzatma süresi sonunda yapılır. Verilen izinler amaç dışında kullanılamaz.”

28. 6831 sayılı Kanun’un 92. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun 16 ncı maddesi gereğince izin almadan ormanlardan açılan maden ocakları idarece kapatılır. Çıkarılan madenler ve her türlü tesisler ile alet, edevat ve nakil vasıtalarına elkonulur. Elkonulan mallar, Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre müsadere edilir.

Bu Kanunun 16 ncı maddesi gereğince izinsiz maden ocağı açanlara veya işletenlere, 91 inci madde hükümleri saklı kalmak üzere iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası verilir.

Kanun hükümlerine göre verilen ruhsat veya izin belgesindeki sürenin dolmasına rağmen maden ocağı işletmeye devam edenler ya da izin verilen alandaki sınırı aşanlar, 91 inci madde hükümleri saklı kalmak üzere, bu Kanunun 93 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır.

Başkaca zarar husule gelmiş ise bu zarar ayrıca genel hükümlere göre hukuk mahkemesinde dava açmak suretiyle tazmin ettirilir. İzin alarak bu nevi ocakları açanlar idarece kendilerine veya temsilcilerine tebliğ edilecek tedbirlere riayet etmezler ise beşbin Türk Lirasından yüzbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Ayrıca, bu tedbirlere riayet edilinceye kadar ocaklar işletilmekten men edilir."

29. 6831 sayılı Kanun’un 93. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

“Bu Kanunun 17 nci maddesinde yasak edilen fiilleri işleyenler veya izne bağlı işleri izinsiz yapanlar, 91 inci madde hükümleri saklı kalmak üzere altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.

İşgal ve faydalanma suçunun yeniden tarla açmak suretiyle veya yanmış orman sahalarında ya da kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içerisinde işlenmesi halinde verilecek ceza bir kat artırılır."

30. 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

"Bu Kanunda yazılı suça konu olan her türlü orman emvali, nakil vasıtaları ve suç aletleri Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre müsadere edilir."

31. 5237 sayılı Kanun'un "Eşya müsaderesi" kenar başlıklı 54. maddesi şöyledir:

"(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir.

(2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir.

(3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir.

(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.

(5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir.

(6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur."

32. 5271 sayılı Kanun’un “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması”kenar başlıklı 231. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“…

(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl (2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

c) … Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.

(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. ... Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;

…..

karar verilebilir. ….

(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.

(11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. …

(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.

(13) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir.”

33. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve E.2014/6-66, K.2014/365 sayılı ilamı şöyledir:

"Müsadere kararı güvenlik tedbiri olmakla birlikte hükmün bir parçası olduğu için, hükmün tabi olduğu kanun yoluna tabi olması gerekmektedir. Dolayısıyla açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararına karşı da ancak itiraz kanun yoluna başvurulabilecektir. Zira açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle henüz hukuken varlık kazanmamış bulunan hükmün temyiz merciince denetlenebilme imkanı bulunmayan bir aşamada, hükmün bir parçasını oluşturan müsaderenin temyizen incelenebileceğini kabul etmek, bir bütün olan hükmün bir bölümünün itiraz, bir bölümünün ise temyiz kanun yoluna tabi olacağı gibi çelişkili bir halin ortaya çıkması sonucunu doğuracaktır.

Diğer taraftan, müsadere kararının doğru olup olmadığının belirlenmesi için öncelikle eylemin sabit olup olmadığının tespiti gerekmektedir. Bu itibarla itiraz kanun yoluna tabi bulunan açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükmün temyizen incelenmesi, dolayısıyla eylemin sabit olup olmadığının belirlenmesi mümkün olmayacak, bunun sonucu olarak eylemin sabit olduğu belirlenmeden eksik bir değerlendirmeyle müsadere kararının doğru olup olmadığının tespiti eksik bir değerlendirme olup, usul ve kanuna aykırı olacaktır.

Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararının denetimini yapacak olan itiraz mercii, Ceza Genel Kurulunun 22.01.2013 gün ve 534-15 sayılı kararında ayrıntılarına yer verildiği üzere, 5271 sayılı CMK'nun 267-271. maddeleri uyarınca hem maddi olay hem de hukuki yönden inceleme yaparak, öncelikle eylemin sabit olup olmadığını, eşyanın iyiniyetli üçüncü kişiye ait bulunup bulunmadığını, eşyanın müsaderesine karar verilmesinin orantılılık kuralına uygun olup olmadığını değerlendirerek, sonuçta müsadere konusundaki kararın da isabetli bulunup bulunmadığını kapsayacak şekilde bir karar vermelidir.

Ceza Genel Kurulunun 15.11.2011 gün ve 213-227, 05.10.2010 gün ve 183-186 ile 09.03.2010 gün ve 237-51 sayılı kararlarında, güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine ilişkin kararların hüküm sayılması nedeniyle temyiz yeteneğinin bulunduğu ve gerek bir mahkûmiyete ek olarak gerekse bağımsız olarak verilen güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine ilişkin kararların, diğer yönleri itibariyle kesin olan hükme her yönüyle temyiz edilebilirlik vasfı kazandırdığı, dolayısıyla açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararlarının temyiz kanun yoluna tabi olması gerektiği ileri sürülebilir ise de, müsadere kararı ancak temyiz kanun yoluna tabi olmakla birlikte miktar yönünden kesin olan hükmün, şartlarının bulunması halinde temyizen incelenmesine imkan sağlamaktadır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ise itiraz kanun yoluna tabi olduğundan, açıklanması geri bırakılan hükmün bir parçası olan müsadere kararı da buna bağlı olarak itiraz kanun yoluna tabi olacaktır.

Diğer taraftan, 5271 sayılı [Kanun'un] 'Özel Yargılama Usulleri' başlıklı beşinci kitabının, "Uzlaşma ve Müsadere" başlıklı ikinci kısmının, 'Müsadere Usulü' başlıklı ikinci bölümünde yer alan 256 ila 259. maddelerinde, kamu davası açılmayan veya kamu davası açılmış olup da esasla beraber bir karar verilmeyen hallerde, müsadere kararının duruşma açılarak verileceği ve bu kararlara karşı başvurulacak kanun yolunun istinaf (istinafın henüz faaliyete geçirilmemiş olması nedeniyle temyiz) olduğu belirtilmiş olup, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümlerde yer alan müsadere kararları için bu kanun yolunun kabulü mümkün değildir.

Zira ceza muhakemesinde kanun yolu, tarafların istemlerine göre değil, kanunun sistematiği ve normları dikkate alınarak belirlenmelidir. Kanunda, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı başvurulabilecek kanun yolu hiçbir istisnaya yer vermeksizin açıkça itiraz olarak belirtilmiş olduğundan, hükmün bir parçası olan müsadere kararı da itiraz kanun yoluna tabi olacaktır.

Bununla birlikte, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle hükmün henüz hukuken varlık kazanmaması ve beş yıllık denetim süresi göz önünde bulundurulduğununda, hak kayıplarına neden olunmasının önüne geçilebilmesi amacıyla, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda, TCK'nun 54/4. maddesinde belirtilen üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyalar hariç olmak üzere, müsadereye konu eşyanın denetim süresi içerisinde ve gerektiğinde belirlenecek şartlar dahilinde yediemin sıfatıyla sanığa teslimine karar verilip verilemeyeceği hususu da ayrıca yerel mahkemelerce değerlendirilmelidir.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Yerel mahkemece sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olup, bu karar itiraz kanun yoluna tabi olduğundan, hükmün parçası olan müsadere kararının da itiraz kanun yoluna tabi olması gerekmektedir. Dolayısıyla yerel mahkemece müsadere kararının temyiz kanun yoluna tabi olduğuna karar verilmesi ve Özel Dairece de temyiz isteminin kabulü ile müsadere yönünden sınırlı inceleme yapılması usul ve kanuna aykırıdır."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 13/7/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu, ortağı ve yönetim kurulu başkanı olduğu şirketin işlettiği granit maden ocağı sahası için gerekli izinlerin mevcut olup bu iznin uzatılarak ek izin sahası tahsisi için yapılan başvurulara Orman İdaresince bir cevap verilmediğini, bu izin sahasının kapsamının genişletilerek kırma, eleme ve beton santrali tesis edilmesi için İdareye yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine açılan davada ise Bursa 3. İdare Mahkemesince dava konusu idari işlemin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemlerinin kabulüne karar verildiğini ancak izin talepleri henüz neticelenmeden orman idaresi memurları tarafından suç tutanağı düzenlendiğini, bu tutanağa dayalı olarak Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ceza soruşturması neticesinde "orman alanının işgali" suçundan açılan kamu davasında Gemlik Sulh Ceza Mahkemesi tarafından bilirkişi raporu gerekçe gösterilerek 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini belirtmiştir.

36. Başvurucu, ceza yargılaması devam ederken gerekli izinlerin verildiğini, bu nedenle suçun maddi unsurlarının gerçekleşmediğini, oluşan zarar ödendiği için ve birden fazla defa izin talebinde bulunduğundan dolayı herhangi bir kastı bulunmadığından suçun manevi unsurlarının da oluşmadığını, izin taleplerinin iddianamede belirtilen 6831 sayılı Kanun'un 17. maddesi değil 16. maddesi kapsamında olduğunu, dolayısıyla Mahkemece aynı Kanun'un 93. maddesinin birinci fıkrasının değil 92. maddesinin uygulanması gerektiğini, verilen müsadere kararının da hukuka aykırı olduğunu ve müsadere kararının adil bir yargılanma sonucu verilmediğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; hükmün bozularak müsadere kararının kaldırılmasına, isnat edilen "orman alanlarının izinsiz işgali ve faydalanma" suçundan beraatine, bilirkişi raporuna göre ödediği zararının (546,90 TL)ilgili idareden iadesine ve ayrıca 10.000 TL manevi tazminata karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

38. Başvurucunun, suç isnadına konu yerde bulunan ve yönetim kurulu başkanı olduğu şirkete ait olduğunu belirttiği maden ocağı tesislerinin hukuka aykırı olarak müsaderesine karar verildiği yönündeki şikâyetininmüsadere nedeniyle mevcut bir mal ve mülkten yoksun bırakma ile ilgili olduğu anlaşıldığından mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

39. Öte yandan başvurucunun isnat edilen "orman alanlarının işgali ve faydalanma" suçunun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı ve suçun hukuki nitelendirmesinin de doğru biçimde yapılmadığı hâlde bu suçu işlediği gerekçesiyle Mahkemece hapis cezası verilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği yönündeki yargılamanın sonucunun adil olmadığına ilişkin şikâyetleriise adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Başvurucu, ceza yargılaması devam ederken gerekli izinlerin verildiğini, bu nedenle suçun maddi unsurlarının gerçekleşmediğini, oluşan zarar ödendiği için ve birden fazla defa izin talebinde bulunduğundan dolayı herhangi bir kastı bulunmadığından suçun manevi unsurlarının da oluşmadığını, izin taleplerinin iddianamede belirtilen 6831 sayılı Kanun'un 17. maddesi değil 16. maddesi kapsamında olduğunu dolayısıyla Mahkemece aynı Kanun'un 93. maddesinin birinci fıkrasının değil 92. maddesinin uygulanması gerektiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

41. Bakanlığın görüş yazısında, bu konu hakkında bir görüş bildirilmemiştir.

42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

43. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, sanığa yüklenen suça ilişkin yargılama sonunda cezaya hükmedilmesi hâlinde hükmün açıklanmasının belirli koşulların gerçekleşmesine bağlı olarak ertelenmesi anlamına gelmektedir. Kanunda belirtilen koşulların gerçekleşmesine karşın, sanığın kabul etmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasının son cümlesinde ifade edilmektedir. Bu kapsamda sanığın, yargılamanın hukuki kesinliği ifade eden bir hükümle sonuçlanmasını ya da cezaya hükmedilmesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını tercih etme imkânı bulunmaktadır (Ali Gürsoy, B. No: 2012/833, 26/3/2013, § 19).

44. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, yargılamayı hükümle sonuçlandıran bir karar niteliğinde olmayıp ceza yargılamasını sona erdiren düşme nedenlerinden biridir. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (10) ve (11) numaralı fıkralarında belirtildiği üzere, denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmediği takdirde açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak davanın düşmesine, denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasına karar verilir (Ali Gürsoy, § 21).

45. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (12) numaralı fıkrasında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı itiraz kanun yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir. Bununla birlikte, ancak denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasıyla veya bu süre içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmemesi hâlinde düşme kararıyla yargılama nihai olarak sona erdiğinde, hüküm niteliği olan bu kararlara karşı kanun yoluna başvurulabilir ve esasa ilişkin itirazlar bu aşamada ileri sürülebilir (Ali Gürsoy, § 22).

46. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre sanık kabul etmediği takdirde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmez. Bu durumda İlk Derece Mahkemesinin kararı temyizi kabil hâle gelebilecektir. Başka bir deyişle, haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini kabul eden sanıklar, verilen kararın Yargıtayda yapılacak esas ve usul incelemesini talep etme hakkından vazgeçmişlerdir. Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümlerin uygulanmasına açıkça rıza gösterdiği durumlarda söz konusu karar ile ortaya çıkan menfaatlerden yararlanmayı tercih ettiği kabul edilmelidir (Adnan Erkuş/Türkiye, B. No: 61196/11, 4/12/2012, § 22).

47. Somut olayda başvurucu, Gemlik Sulh Ceza Mahkemesinin E.2009/550 sayılı dava dosyasında "orman alanlarının işgali" suçundan yargılanmaktadır. Başvurucu adına müdafii, 4/12/2013 tarihinde yapılan 22. oturumda başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuş; Mahkeme de bu talebi gözeterek 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki koşulların gerçekleştiği kanaatiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiş ve aynı maddenin (8) numaralı fıkrasına göre başvurucu hakkında 5 yıl denetim süresine tabi tutulmasına karar vermiştir.

48. Başvurucunun yargılama sonunda verilen kararın adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiası, somut olayın özelliği de nazara alındığında temyiz incelemesinde de ileri sürülebilecek iddialardandır. Buna göre, İlk Derece Mahkemesi önündeki yargılamayı nihai biçimde sonlandıran bir karar verilmediğinden ve ancak düşme kararıyla ya da ceza hükmünün açıklanmasıyla birlikte İlk Derece Mahkemesindeki yargılama nihayete ereceğinden anılan iddiaların mevcut aşama itibarıyla bireysel başvuru kapsamında incelenmesi olanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla somut olay bakımından düşme kararı verilmesinin veya hükmün açıklanmasının ardından başvurucu, hüküm niteliği olan bu kararlara karşı kanun yoluna başvurabilecek ve esasa ilişkin itirazlarını bu aşamada ileri sürebilecektir (Asım Arı [GK], B. No: 2013/9381, 3/3/2016, § 45).

49. Sonuç olarak hatalı değerlendirme sonucu verilen kararın adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiası, başvurucunun talebi üzerine hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş olması ve temyiz yoluna başvurmayı mümkün kılan bir karar verilmesini başvurucunun tercih etmediği dikkate alındığında dayanaktan yoksun görünmektedir.

50. Açıklanan nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olmasınedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

51.Başvurucu ortağı ve yönetim kurulu başkanı olduğu Şirketin işlettiği maden ocağı alanındaki tesislerin müsadere edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

52. Öncelikle belirtmek gerekir ki başvurucunun müsadere kararı verilemeyeceğine dayanak olarak gösterdiği isnat edilen suçun unsurlarının oluşmadığı veya ilgili sevk ve uygulama maddelerinin yanlış uygulandığı iddialarıyla şikâyetlerinin, yukarıda da değinildiği üzere İlk Derece Mahkemesi önündeki yargılamayı nihai biçimde sonlandıran bir karar verilmediğinden mevcut aşama itibarıyla bireysel başvuru kapsamında incelenmesi olanağı bulunmamaktadır (bkz. § 46). Ancak somut olayda başvurucunun ihlal iddiasında bulunduğu maden ocağı tesislerinin Mahkemece müsaderesine karar verilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesi ile birlikte müsadere kararının infazına girişildiği de görülmektedir. Bu nedenle mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden öncelikle başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğinin tartışılması gerekmektedir.

53. Müsadereye ilişkin kararlar, kural olarak 5271 sayılı Kanun'un 256., 272. ve 286. maddeleri uyarınca istinaf ve temyiz yasa yoluna tabidir. Ancak 5271 sayılı Kanun'un 259. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, suç konusu olmayıp sadece müsadereye tâbi bulunan eşyanın müsaderesi hakkında sulh ceza hakimi tarafından verilen kararlara karşı ise, aynı Kanun'un 267. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca itiraz yoluna gidilebilir.

54. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarında da bir güvenlik tedbiri olmakla birlikte açıklanması geri bırakılan hükmün bir parçası olduğundan müsadereye de karar verilmektedir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile birlikte verilen müsadere kararının temyize mi yoksa itiraza mı tabi olduğu konusunda ise açık bir yasa hükmü bulunmamaktadır. Ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ilamında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte verilen müsadere kararlarının da itiraz kanun yoluna tabi olduğunu kabul etmektedir. Ceza Genel Kurulunun 15/4/2014 tarihli ve E.2012/6-1452, K.2014/195 sayılı ilamı da benzer yöndedir. Bu içtihatlara göre, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte müsadereye de hükmedilmesi durumunda ister 5271 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrası isterse de (4) numaralı fıkrası kapsamında verilsin müsadere kararına karşı itiraz yoluna gidilebilecek, denetimi yapacak olan itiraz mercii de Ceza Genel Kurulunun anılan içtihatları doğrultusunda hem maddi olay hem de hukuki yönden inceleme yaparak öncelikle eylemin sabit olup olmadığını, eşyanın iyiniyetli üçüncü kişiye ait bulunup bulunmadığını, eşyanın müsaderesine karar verilmesinin orantılılık kuralına uygun olup olmadığını ve müsadere konusundaki kararın isabetli bulunup bulunmadığını kapsayacak şekilde bir karar verebilecektir (bkz. § 31).

55. Başvuru konusu olayda da, başvurucu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz ederek müsadere kararının da kaldırılmasını talep etmiştir. İtiraz üzerine Gemlik 1. Asliye Ceza Mahkemesi ise "sanıklar hakkında verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu"gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir.

56. Bu durumda Yargıtayın anılan içtihatlarına göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte verilmesi durumunda müsadere kararları itiraz yoluna tabi olup somut olayda da başvurucunun müsadere kararına itiraz ettiği, ancak başvurucunun itirazının reddedildiği görülmektedir. Üstelik İlk Derece Mahkemesi itirazın reddi üzerine hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesi ile birlikte müsadere kararını da infaz için Orman İdaresine göndermiştir. Dolasıyla başvurucunun müsadere kararına itiraz ettiği ve bu itirazın ise reddedilmesi üzerine kararın kesinleştirilerek müsaderenin infazına girişildiği anlaşıldığına göre infaz edilen müsadere kararına karşı başvurucunun mevcut aşama itibarıyla başvurabileceği başkaca bir idari ve yargısal yol da mevcut olmadığına göre başvuru yollarının tüketildiği değerlendirilmiştir.

57. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

58. Başvurucu ortağı ve yönetim kurulu başkanı olduğu şirketin işlettiği maden ocağı sahası için gerekli izinlerin mevcut olup ek izin sahası ve kapasite artışı taleplerinin Orman İdaresince karşılanmaması üzerine açılan iptal davasının kabul edilerek İdarece gerekli izinlerin verildiğini, ancak bu izin süreci tamamlanmadan başlatılan ceza soruşturması neticesinde açılan kamu davasında Gemlik Sulh Ceza Mahkemesi tarafından maden ocağı sahasındaki tesislerin müsadere edilmesine karar verildiğini, müsadere kararının açıkça hukuka aykırı olduğunu ve adil bir yargılanma sonucu verilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

59. Bakanlığın görüş yazısında, 5237 sayılı Kanun'da müsadere kurumunun güvenlik tedbirleri arasında sayılmış olup hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiğinde güvenlik tedbirleri hakkında nasıl bir karar verileceğinin yasada açık olarak düzenlenmediği, güvenlik tedbiri esas itibarıyla bir ceza mahiyeti taşımadığından hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiğinde, müsadereye ilişkin güvenlik tedbirinin açıklanmasının da geriye bırakılması gerektiği, eşyanın münhasıran müsadereye tabi olması durumunda düşme kararı verilse dahi mahkemece bu eşyaların müsaderesine karar verilebileceği, eşyanın müsadereye tabi olmadığı anlaşıldığında ise sahibine iade edilebileceği, somut olayda ise başvuruya konu eşyanın Orman İdaresine yani devletin mülkiyetine ait yer üzerinde suçun işlenmesine tahsis edildiği, dolayısıyla düşme kararı verilse bile devletin mülkiyetine ait olan yerin sanığa verilemeyeceği ve müsadere kararının hukuki geçerliliğini koruyacağı, başvurucunun tazminat talebi ile ilgili olarak ise hakkaniyete uygun bir tazminat verilmesinin yerinde olacağı bildirilmiştir.

60. Başvurucu ise cevap dilekçesinde, keyfî ve adaletsiz bir yargılama yapıldığını, Şirketin Orman İdaresinden kiraladığı alanın dışında bir inşaatının bulunmadığını, söz konusu arazinin Şirketin izinli arazisi olduğunu, Orman İdaresinden alınması gereken iznin binalar için değil arazi için alınması gerektiğini, bu nedenle arazi için gerekli izinler mevcut olduğundan işgal ve faydalanmanın söz konusu olmadığını, suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin suça nazaran ağır sonuçlara yol açtığını, başvurucunun işini kapatmak, terk etmek ve çalışanların işine son vermek durumunda kaldığını, müsadereye karar verilmesinin hakkaniyete ve adalet ilkelerine aykırı olduğunu, müsadere kararının adil bir yargılanma sonucu verilmeyip keyfî bir karar olduğunu, bu nedenle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ifade etmiştir.

61. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı"kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

62. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele “mülkiyet hakkına” yönelik bir müdahale bulunup bulunmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda varlığı kabul edilen müdahalenin kanuni dayanağı olup olmadığı, meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı, müdahalenin amacı ve kullanılan araçlar ile başvurucuya yüklenen külfetin ölçülü olup olmadığı hususlarının tespit edilmesi gerekir.

63. Öncelikle başvurucunun başvuruya konu olayda Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin bulunup bulunmadığının tartışılması gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 25).

64. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa ve Sözleşme'yle korunan mülkiyet kavramı içerisinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti" Anayasa'nın ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36, 37).

65. Somut olaydaİlk Derece Mahkemesinin hükmünde ve kararın gerekçesinde, 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası yollamasıyla 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesine göre müsadereye hükmedildiği belirtilmekle birlikte bu maddenin hangi fıkrasına göre müsadere kararı verildiği açık olarak gösterilmemiştir. Kararda her ne kadar müsadere konusu, "tesis alanları" olarak belirtilmiş ise de, söz konusu tesislerin bulunduğu alanın orman arazisi olduğu anlaşıldığına göre müsadere konusunun esas itibarıyla orman arazisi üzerindeki bina ve tesisler olduğu anlaşılmaktadır.

66. Bu durumda başvuru konusu olayda, başvurucunun ortağı ve yönetim kurulu başkanı olduğu Şirkete ait olup müsadere edilen "akaryakıt dolum tesisi", "taş kırma ve eleme tesisi" ile "beton santrali"nin birer "mülk" teşkil ettiği açıktır. Şirketin belirtilen alanda izin alarak granit maden ocağı işletmekte olduğu ve bu maden ocağının işletilmesi kapsamında tesisler inşa ettirdiği anlaşılmaktadır. Başvurucu, bu tesisler için izin verilmesi talebinin reddedilmesi üzerine açılan idari dava neticesinde söz konusu tesislere yönelik olarak gerekli izinlerin sonradan verildiğini ileri sürmektedir. Buna göre belirtilen "maden ocağı tesisleri" bakımından başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu kanaatine varılmıştır.

67. Anayasa'nın 35. maddesi ile Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi birbirine paralel şekilde düzenlenmiş olup 1 No.lu ek Protokol'ün 1. maddesi üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural genel olarak mülkiyetten barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus birinci fıkranın ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun bırakmayı düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın ikinci cümlesinde düzenlenmiştir. Üçüncü kural ise devletlerin kamu yararına uygun olarak ve bu amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla mülkiyetin kullanımını kontrol etme yetkisini tanır bu ise ikinci fıkrada yer almaktadır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 58, 59).

68. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) müsadere yoluyla yapılan müdahalelere ilişkin genel yaklaşımı; müsaderenin, mülkten yoksun bırakmayı içerse dahi Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafı kapsamında mülkiyetin kullanımının kontrolü olarak değerlendirilmesi gerektiği yönündedir (Frizen/Rusya, B. No: 52824/00, 24/3/2005, § 31; Veits/Estonya, B. No: 12951/11, 15/1/2015, § 70 ve AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/1/1986, § 51).

69. Başvurucunun mülkiyetinde bulunan "maden ocağı tesislerinin" müsadere edilmesi, bu mülklerin başvurucunun elinden alınmasına yol açmış ise de, bu yoksun bırakma işlemi, mülkün suça konu edildiği gerekçesine dayalı olarak mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolü amacıyla yapılmaktadır. Bu nedenle başvurucunun mülkiyetinde bulunan "maden ocağı tesislerinin" müsadere edilmesinin Anayasa’nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkına müdahale oluşturduğu açık olup başvurunun mülkiyetin kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

70. Anayasa ve Sözleşme’de yer alan ve yukarıda yer verilen üçüncü kurallar devlete, mülkiyetin kullanımı veya mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi vermektedir. Mülkiyetten yoksun bırakmaya göre daha geniş takdir yetkisi veren düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır. Buna göre mülkiyet hakkının düzenlenmesi yetkisi de kamu yararı amacıyla ve kanunla kullanılmalıdır (Orhan Yüksel, B.No: 2013/604, 10/12/2015, §§ 57, 58).

1. Kanunilik

71. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına alınırken Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme'den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri,B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).

72. Müsadere, 5237 sayılı Kanun'un "güvenlik tedbirleri"başlıklı ikinci bölümünde düzenlenmiştir. Bu Kanun'un 54. maddesinde "eşya müsaderesi" ve 55. maddesinde ise "kazanç müsaderesi" hüküm altına alınmıştır. 54. maddenin gerekçesinde müsadere, bir şeyin mülkiyetinin devlete geçmesini sonuçlayan bir yaptırım olarak tanımlanmış ve müsaderenin hukukî niteliğinin bir güvenlik tedbiri olduğunun kabul edildiği belirtilerek müsadereye hükmedilmesi için bir suçun işlenmesi zorunlu olmakla birlikte bu suçtan dolayı bir kimsenin cezaya mahkûm edilmesinin gerekmediği açıklanmıştır.

73. 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrasına göre bu Kanun'da yazılı suça konu olan "her türlü orman emvali, nakil vasıtaları ve suç aletleri" ile ilgili olarak 5237 sayılı Kanun'un müsadereye ilişkin hükümleri uygulanır.

74. Mahkeme tarafından, başvurucunun yönetim kurulu başkanı ve ortağı olduğu Şirkete ait "tesislerin"; başvurucunun işlediği kabul edilen "orman alanlarını işgal ve ormanın içine yerleşilmesi" suçuna konu eşyalar oldukları gerekçesiyle 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmiştir. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin "kanunlar tarafından öngörülme" ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

2. Meşru Amaç

75. Müsadere ile suçta kullanılan, kullanılmak üzere hazırlanan veya suçtan meydana gelen eşyanın, mahkûmiyete rağmen suçlunun elinde bırakılmaması, suçtan gelir elde edilmemesi,ayrıca suçla ilgili veya bizatihi suç teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi, kamu düzeni ve güvenliği ile toplum ve çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin önlenmesi amaçlanmıştır. Böylece suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması, yeni suçların işlenmesinin önüne geçilmesi ve tehlikelilik arz eden suça konu mülkün kullanılmasının ve dolaşımının engellenmesi hedeflenmektedir.

76.

Uluslararası hukuk metinlerinde de suçla mücadelede müsaderenin etkin bir yaptırım olarak kullanılması gerektiği benimsenmiştir. Nitekim ülkemizin de tarafı olduğu 8/11/1990 tarihinde imzalanan 141 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanması, Aranması, Zapt Edilmesi ve Müsadere Edilmesi Hakkında Avrupa Konseyi Sözleşmesi ile 16/5/2005 tarihinde imzalanan 198 sayılı Terörizmin Finansmanı ve Suçtan Elde Edilen Gelirlerin Aklanması, Aranması ve Müsaderesi Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nde, giderek artan ölçüde uluslararası bir sorun hâline gelen suça karşı mücadelenin uluslararası düzeyde modern ve etkin yöntemlerin kullanılmasını gerektirdiği, bu yöntemlerden birisinin de müsadere olduğu ve bu alanda uluslararası işbirliğine de ihtiyaç duyulduğu belirtilmiştir.

77. Öte yandan Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek, korunmaları ve geliştirilmeleri konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin, ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur. Anayasanın 169. maddesinin birinci fıkrası gereğince Devlet, doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden birisi olan ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gereken tedbirleri alıp kanun koymak ve bütün ormanların gözetimi ödevini yerine getirmek durumundadır (AYM, 3/7/2014, E.2013/96, K.2014/118).

78. Somut olay bakımından da, orman alanlarında izinsiz inşa edilen bina ve tesislerin müsadere edilmesiyle orman örtüsünün yok edilmesinin önüne geçilmesi, böylece ormanların korunması amaçlanmaktadır. Ormanların zarar görmesine veya yok edilmesine yol açan bütün eylem ve işlemleri önlemek için tedbirler alınması, tedbirlere ve yasaklara uymayanlar için yaptırımlar uygulanmasının kamu yararına olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Dolayısıyla izin alınmaksızın orman alanlarında inşa edilen maden ocağı tesislerinin müsadere edilmelerinin meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

3. Ölçülülük

79. Son olarak başvuruya konu maden ocağı tesislerinin müsadere edilmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahale nedeniyle bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında gereken adil dengenin bozulup bozulmadığı değerlendirilmelidir.

80. Anayasa’nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyet hakları ancak kanunun öngördüğü usullerle ve kamu yararı gereği sınırlandırılabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet haklarının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir.

81. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “elverişlilik” öngörülen müdahalenin, ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

82. AİHM de mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Sözleşme’ye uygunluğunu denetlerken yapılan müdahalenin kamu yararını ya da genel yararı amaçlamasının yanı sıra toplumun genel yararı ile birey haklarının korunması arasında adil bir dengenin de gözetilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75; 72/52/75, 23/9/1982, § 69; James ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 54; Papachelas/Yunanistan, B. No: 31423/96, 25/3/1999, § 48; Lithgow ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 9006/80, 9262/81, 9263/81, 9265/81; 9266/81; 9313/81; 9405/81, 8/7/1986 § 120, 121).

83. Mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin bireyin çıkarları ile kamunun genel yararı arasında bulunması gereken adil dengeyi bozmaması gerekmektedir. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Mahkeme, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliği, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da göz önünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (bkz. Lavrechov/Çek Cumhuriyeti, B. No: 57404/08, 20/6/2013, 44).

84. 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, iyi niyetli üçüncü kişilere ait olmaması koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsadere edilebileceği belirtilmiş, ayrıca kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda suçun işlenilmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşyanın da müsadere edileceği hüküm altına alınmıştır. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasında belirli koşullarda eşya değerinin müsadere edilebilmesi olanaklı kılınmış, (3) numaralı fıkrasında ise bir ölçülülük kriteri getirilerek suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsadere kararı verilmeyebileceği yönünde bir güvence sağlanmıştır. Bu maddenin (4) numaralı fıkrasında ise, üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyanın, müsadere edileceği belirtilmiştir. Maddenin (5) numaralı fıkrasında, kısmi müsadere ve (6) numaralı fıkrasında ise payın müsaderesi düzenlenmiştir.

85. Görüldüğü üzere Türk hukuk sisteminde de, müsadereye ilişkin olarak karşılaştırmalı hukuktaki uygulama ve düzenlemelere benzer bazı güvence ölçütleri bulunmaktadır. Buna göre, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyaların iyi niyetliüçüncü kişilere ait olması durumunda müsadere edilemeyeceği, belirli durumlarda eşya değerinin müsadere edilebileceği, ölçülü olmaması durumunda suçta kullanılan eşyaların müsadere edilmeyebileceği, eşyanın tamamı yerine kısmen veya ilgili payının müsaderesine karar verilebileceği yönündeki söz konusu hükümler, mülkiyet hakkından yoksun bırakmaya yol açan müsaderenin bireylere aşırı bir külfet yüklememek ve bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında bulunması gereken adil dengenin bozulmasını önlemek amacıyla getirilmiş düzenlemelerdir.

86. AİHM, müsaderenin bir suç isnadına bağlı olarak uygulandığı durumlarda yöntemince yapılan ceza soruşturması ve kovuşturması neticesinde davanın mahkumiyet ile sonuçlanması gerekmekle birlikte (bkz. Phillips/Birleşik Krallık, B. No: 41087/98, 5/7/2001 § 52-54) mülkün yasa dışı olarak ele geçirildiği (bkz. Riela ve diğerleri/İtalya, B. No: 52439/99, 4/9/2001; Arcuri ve diğerleri/İtalya, B. No: 52024/99, 5/7/2001) ya da yasa dışı aktivitelerde kullanıldığı (bkz. Butler/Birleşik Krallık; B. No: 41661/98, 27/6/2002) durumlarda mahkumiyetten bağımsız olarak da müsadere kararı verilebileceğini ifade etmektedir.

87. AİHM'e göre, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi; kural olarak usule ilişkin güvenceleri içermemekle beraber kişilere, keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bu önlemlerin yasa dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin sav ve itirazlarını yetkili makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır (AGOSİ/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/1/1986, § 60; Saccocia/Avusturya, 69917/01, B. No: 18/12/2008, § 89; Microintelect Ood/Bulgaristan, B. No: 34129/03, 4/3/2014, § 48; Ünsped Paket Servisi/Bulgaristan, B. No: 3503/08, 13/1/2015, § 38).

88. Müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için, öncelikle suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında bir illiyet bağının olması gerekmektedir. Ayrıca "iyi niyetli" eşya malikine müsadere edilen veya mülkiyeti kamuya geçirilen eşyaları - tehlikeli olmamaları kaydıyla - geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı[GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 31-80).

89. Başvurucu, maden ocağı için gerekli izinlerin mevcut olduğunu ve yöntemince Orman İdaresinden kiralandığını belirttiği orman alanı bakımından unsurları oluşmayan suç nedeniyle bu sahada yer alan tesislerin adil olmayan bir yargılama neticesinde keyfî olarak müsaderesine karar verilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmektedir.

90. Başvuru konusu olayda, Orman İdaresi görevlilerince 1/11/2008 tarihli suç tutanağı düzenlenerek başvurucunun yönetim kurulu başkanı ve ortağı olduğu Şirket tarafından izinsiz maden ocağı tesisleri kurulduğu belirtilmiş, Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığının 3/6/2009 tarihli iddianamesi ile açılan kamu davasında Gemlik Sulh Ceza Mahkemesi, başvurucunun yönetim kurulu başkanı ve ortağı olduğu Şirkete ait "maden ocağı tesislerinin"; başvurucunun işlediği kabul edilen "orman alanlarını işgal ve ormanın içine yerleşilmesi" suçuna konu eşyalar oldukları gerekçesiyle 6831 sayılı Kanun'un 108. maddesinin dördüncü fıkrası delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesi uyarınca müsaderesine karar vermiştir. Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yaptığı itiraz ise Gemlik 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2/12/2013 tarihli ve 2013/311 D.İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesiyle birlikte 28/3/2014 tarihinde müsadere kararının infaz edilmesi için Orman İdaresine yazı göndermiş, Orman İdaresi de 9/6/2014 tarihli infaz tutanağı ile "tesislerin sanık tarafından yıkıldığı" belirtilerek kararın yerine getirildiğini Mahkemeye bildirmiştir.

91. Öte yandan başvurucunun ortağı olduğu Şirketin izin sahasının genişletilmesi için 31/10/2008 tarihinde Orman İdaresine yaptığı başvuru ise 7/11/2008 tarihinde reddedilmiş ancak bu idari işleme karşı Şirketin 18/12/2008 tarihinde İdare aleyhine açtığı davada Bursa 3. İdare Mahkemesi 12/3/2009 tarihinde, yürütmenin durdurulması talebinin kabulüne ve 14/5/2009 tarihinde de davanın kabulü ile dava konusu idari işlemin iptaline karar vermiştir. Temyiz edilen karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 20/10/2010 tarihli ilamıyla onanmıştır.

92. Delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarınınyorumlanması, öncelikle derece mahkemelerinin yetki ve sorumluluk alanındadır. Uyuşmazlığın taraflarının sunduğu delilleri ilk elden değerlendirme bakımından derece mahkemelerinin daha avantajlı konumda bulundukları tartışmasızdır.

93. Bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesinin görevi ise Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında kalan haklar kapsamındaki güvencelerin somut olayda sağlanıp sağlanmadığını incelemektir (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015, § 53).

94. Ormanların korunması ve orman alanlarında izinsiz yapılaşmanın önlenmesi amacıyla orman içinde yapılan izinsiz bina ve tesislerin müsadere edilmesi öngörülebilir. Bu amaçla uygulanan müsadere yaptırımının ölçülü olabilmesi için Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen güvencelerin sağlanmış olması gerekmektedir. Nitekim başvurucu da müsadere kararının, adil olmayan bir yargılama sonucunda keyfî olarak verildiğinden yakınmaktadır. Bu güvenceler kapsamında öncelikle başvurucuya müsaderenin kanuna aykırı olarak veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin itirazlarını ve savunmalarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı değerlendirilmelidir.

95. Somut olayda başvurucu Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen ceza soruşturmasının ve Gemlik Sulh Ceza Mahkemesinde görülen kamu davasının önce "şüpheli" sonra da "sanık" sıfatıyla tarafı olmuş, gerek soruşturma ve gerekse de kovuşturma sırasında ifadesi alınarak sorgusu yapılmıştır. Başvurucu bu davada kendisini avukat ile temsil ettirmiş, duruşma ve keşiflere katılma olanağı bulmuştur. Ancak Cumhuriyet Başsavcılığı müsadere ile ilgili bir talepte bulunmamış, kovuşturma sırasında Mahkeme de 5271 sayılı Kanun'un 226. maddesine göre başvurucuya ek savunma hakkı vermemiştir. Buna rağmen başvurucunun avukatı gerek 12/6/2012 tarihli keşif sırasında gerekse de yargılama devam ederken Mahkemeye sunduğu 12/3/2013 ve 28/6/2013 tarihli dilekçeler ile söz konusu maden ocağı tesislerinin müsadere edilmelerinin 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre ölçüsüz olacağını beyan etmiş ancak Mahkeme bu beyanlara itibar etmeyerek iddianamede yer almamakla birlikte müsadere kararı vermiştir.

96. Müsadere kararında gerekçe olarak ise "tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde"ifadelerine yer verilmiş, ardından başvurucunun atılı suçu işlediğinin sabit olduğu ve mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği ancak koşullarının gerçekleştiğinden bahisle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği belirtilerek bilirkişi raporunda bahsi geçen maden ocağı tesislerinin müsaderesine karar verildiği açıklanmıştır. Dolayısıyla İlk Derece Mahkemesi, müsadere kararının verilme gerekçesini açıklamadığı gibi başvurucunun avukatının müsadereye ilişkin savunma ve itirazlarını da karşılamamıştır.

97. Başvurucu müsadere kararının kaldırılması talebiyle itirazda bulunmuş ise de başvurucunun itirazı Gemlik 1. Asliye Ceza Mahkemesince; müsadereye ilişkin herhangi bir değerlendirmede bulunulmadan salt itiraza konu karardaki mahkûmiyete ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarına ilişkin değerlendirmelere yer verildikten sonra "sanıklar hakkında verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle reddedilmiştir.

98. Yargıtay Ceza Genel Kurulu açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle henüz hukuken varlık kazanmamış bulunan hükmün temyiz merciince denetlenebilme imkanı bulunmayan bir aşamada, hükmün bir parçasını oluşturan müsaderenin temyizen incelenebileceğini kabul etmenin, bir bütün olan hükmün bir bölümünün itiraz, bir bölümünün ise temyiz kanun yoluna tabi olacağı gibi çelişkili bir hâlin ortaya çıkması sonucunu doğuracağı gerekçeleriyle müsadere kararının da itiraza tabi olduğunu belirtmiştir (bkz. § 33). Ancak somut olayda itiraz mercisinin müsadere ile ilgili herhangi bir değerlendirme yapmadığı, başvurucunun müsadereye ilişkin savunma ve itirazlarını karşılamayan İlk Derece Mahkemesi kararındaki mahkumiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullara ilişkin değerlendirmelere yer vermek suretiyle salt bu koşullar yönünden itirazı incelediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Yargıtayın anılan içtihatlarına göre, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle başvurucu müsadere kararını temyiz edememektedir. İtiraz mercisi ise başvurucunun müsadereye ilişkin itirazını incelememiştir.

99. Öte yandan başvurucunun yönetim kurulu başkanı ve ortağı olduğu Şirkete ait "maden ocağı tesisleri", İlk Derece Mahkemesince, yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesi ile birlikte müsadere edilmiştir. Bakanlığın görüş yazısında, müsaderenin hükmün açıklanmasının geri bırakılması durumunda hangi aşamada infaz edileceğine dair açık bir yasal hüküm bulunmadığı ifade edilmektedir. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade ettiği hüküm altına alınmıştır.

100. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve E.2014/6-66, K.2014/365 sayılı ilamında da, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle hükmün henüz hukuken varlık kazanmaması ve beş yıllık denetim süresi göz önünde bulundurulduğununda, hak kayıplarına neden olunmasının önüne geçilebilmesi amacıyla, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda - 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrasında belirtilen üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyalar hariç olmak üzere - müsadereye konu eşyanın denetim süresi içerisinde ve gerektiğinde belirlenecek şartlar dahilinde yediemin sıfatıyla sanığa teslimine karar verilip verilemeyeceği hususunun ayrıca yerel mahkemelerce değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ancak somut olayda İlk Derece Mahkemesinin kararında, 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin hangi fıkrasına göre müsadere kararı verildiği gösterilmemiş, yargılamanın nihai olarak sona ermesi de beklenmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesiyle birlikte kararın infazına girişilmiştir. Her ne kadar infaz tutanağında, başvurucunun ortağı olduğu Şirket tarafından söz konusu tesislerin yıktırıldığı belirtilmekte ise de infaz tutanağı içeriği ile başvurucunun beyanlarından, müsadereye ilişkin kararın infazı gereğince bu tesislerin yıktırıldığı anlaşılmaktadır.

101. Bu durumda, başvurucu ceza yargılamasının tarafı olmakla birlikte bu yargılama neticesinde suç isnadına bağlı olarak "maden ocağı tesislerinin" müsadere edilebileceği başvurucuya bildirilmemiş olup herhangi bir gerekçe de gösterilmeden İlk Derece Mahkemesince müsadereye karar verildiği, Yargıtayın yerleşik içtihatlarına göre başvurucunun temyiz yoluna başvuramadığı, itiraz mercisinin ise müsadereye ilişkin başvurucunun itirazlarını incelemediği ve müsadere kararının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesiyle birlikte yargılamanın nihai olarak sona ermesi beklenmeden infaz edildiği dikkate alındığında, sair ihlal iddiaları ancak yargılama sonuçlandığında değerlendirilebilecek olmakla birlikte - somut olayın özel koşulları içinde - yargılamanın mevcut aşaması itibarıyla bütününe bakıldığında başvurucuya müsaderenin keyfî olduğuna veya kanuna aykırı olduğuna ya da makul biçimde uygulanmadığına yönelik itirazlarını ortaya koyabilme olanağının etkin bir şekilde tanınmadığı anlaşılmakla müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvurucunun menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi başvurucu aleyhine bozduğu ve mülkiyet hakkının gerektirdiği güvencelerin sağlanmadan müsadere kararı verilmekle başvurucuya yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olduğu sonucuna varılmıştır.

102. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

103. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

104. Başvurucu beraatine hükmedilmesi, ceza yargılaması sırasında bilirkişi raporuna göre ödediği 546,90 TL tutarındaki zararının ilgili idareden iadesi ve müsadere kararının kaldırılması ile 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

105. Başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

106. Orman İdaresi görevlileri tarafından müsadere kararının infazı aşamasında düzenlenen infaz tutanağına göre, müsaderesine karar verilen maden ocağı tesislerinin yıktırıldığı anlaşıldığından tazminat dışında etkin bir giderim yolu mevcut değildir. Dolayısıyla yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesinde başvurucunun hukuki yararının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Erdal TERCAN yeniden yargılama yapılması gerektiği düşüncesiyle bu görüşe katılmamıştır.

107. Başvurucu ceza yargılaması sırasında alınan bilirkişi raporunda belirtilen ağaçlandırma giderinin ödenmesi dışında bir maddi tazminat talebinde bulunmamıştır. Bu tutarın ise açılanması geri bırakılan mahkumiyet hükmü kapsamında ödendiği anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucu mülkiyet hakkının ihlali iddiası nedeniyle maddi tazminat talebinde bulunmamaktadır.

108. Mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

109. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olmasınedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLALEDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE, başvurucunun diğer taleplerinin REDDİNE Erdal TERCAN'ın yeniden yargılama yapılması gerektiği yönündeki karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA OYBİRLİĞİYLE,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE 13/7/2016 tarihinde karar verildi.