Tandoğan’a göre(181) satım sözleşmesinde alıcının malı teslim alma borcu kural olarak bir “yan borç” (yan yükümlülük) niteliği taşımaktadır. Bu anlamda borca uygun olarak sunduğu mal, alıcı tarafından kabul edilmeyen satıcı, TBK m. 123 vd. hükümlerindeki seçimlik hakları ve özellikle fesih hakkını kullanamaz; yalnızca gecikme tazminatı isteyebilir. Satıcının alacaklı temerrüdü hükümlerine başvurma imkanı olduğu gibi, TBK m.113 kapsamında masrafı alıcıya ait olmak üzere şeyi kaldırtabilir; fakat alıcıyı malı kabzetmeye zorlayamaz. Bununla birlikte yazar, malın teslim alınmasında satıcının esaslı bir menfaatinin bulunması durumunda teslim almanın alıcı bakımından “asli borç (asli edim yükümlülüğü)” niteliği taşıyacağını kabul etmektedir. Örneğin satıcı, satılanı teslim ettiğinde boşalan yeri başka şekilde kullanacaksa, burada satıcının menfaati gereği teslim alma asli borç haline gelmektedir. Bundan başka malın teslim alınmaması aynı zamanda semen ödeme borcunun ödenmemesi sonucunu da doğurduysa o halde TBK m. 123 vd. hükümlerindeki seçimlik hakların satıcı tarafından kullanılması mümkün olacaktır. Yavuz/ Acar/ Özen’e göre(182) alıcının…
Honsell’e göre(183) OR 211/I’in lafzına bakıldığında alıcı, malı teslim almakla yükümlü kılınmıştır ve bu OR 211 II’ye göre eğer (taraflar arasında) başka bir şekilde kararlaştırılmadıysa ya da bu yönde bir gelenek oluşmadıysa, hemen gerçekleşmelidir. Yazara göre, her ne kadar hakim görüş teslim alma yükümlülüğünü borçlu temerrüdü doğuran gerçek bir yükümlülük olarak tanımlasa da, OR 211’in lafzına rağmen malı teslim alma, gerçekte borçlu temerrüdü doğuran hukuki bir yükümlülüğü değil, aksine alacaklı temerrüdüne sebep olan bir külfet ihlalini oluşturmaktadır. Yazar, kural olarak alıcının ancak malı kabulden kaçınmakla birlikte aynı zamanda bedel ödemeyi de reddetmesi halinde, bedel ödeme borcu açısından borçlu temerrüdüne düşebileceğini ifade etmektedir. Bu halin dışında yalnızca kabul yükümünde borçlu temerrüdüne düşmeye yer yoktur, ki zaten yazara göre böyle bir şeye ihtiyaç da yoktur. Yazar kuralı bu şekilde koymakla birlikte, somut olay adaleti açısından birtakım istisnalar getirmektedir. Buna göre yıkım için bir evin satımında, bir deponun tahliyesi sebebiyle satımında başka türlü davranılır. Bu durumlar istisnaen, karşılıklı asli edim yükümlülüğü olarak nitelendirilmesi gereken ve ihlali OR Art. 107 borçlu temerrüdünün hukuki sonuçlarını doğuran gerçek bir teslim alma yükümlülüğü olarak kabul görmelidir. Huguenin’e göre(184) alıcının malı kabulü…
Becker’e göre(185) “malın kabzı”na ilişkin OR Art. 211 hükmü alıcının yararını koruyan bir hüküm olup kural olarak borç doğurmaz. Ancak malın kabzedilmesi, satıcının başka bir hakkını ihlal edecekse, o takdirde malı kabzetmek alıcı bakımından bir borç olarak nitelendirilebilir. Örneğin, bir bina enkazının satımında satıcının evin yapımına başlayabilmesi için o enkazın alıcı tarafından kabul edilmesi gerektiğinde, enkazın kabzı alıcı bakımından bir borç olur(186).…
Weber’e göre(187) OR 211 (TBK m. 232) hükmünde kanun alıcının malı kabul etmekle “yükümlü” olduğunu ifade etmiş olsa da, sırf bu ifadeye bakarak bunun yasal bir yükümlülük olduğu sonucuna varmak
Aydoğdu/ Kahveci(189) TBK m. 232 anlamında malı kabzetmenin tali nitelikli bir yan borç (yan yükümlülük) olduğunu ve alıcının kural olarak yalnızca TBK m. 112’ye göre gecikmiş ifayı ve gecikme tazminatını isteyebileceğini ifade etmektedir. Bununla beraber yazarlar, TBK m. 232 hükmünün gerekçesinde de belirtilen “alıcının satılanı devralmaktan kaçınmasının satış bedelini ödememe anlamına geldiği haller” ile…
Kılıçoğlu(190) yükümlülük ve külfet kavramları arasındaki farkı açıklarken taşınır satım sözleşmesini örnek göstermekte ve satım sözleşmesinde malın alıcı tarafından devralınmasında, borçlunun satış bedelini aşan bağımsız bir yararı varsa, bunun artık hukuksal bir yükümlülük (Rechtspflicht) haline…
Oser/Schönenberger(191) satım sözleşmesi kapsamında alıcının edimi kabulünü “malın kabzı vazifesi” olarak adlandırmaktadır. Yazarlara göre malı kabz etme vazifesi, OR Art. 211 kapsamında bir borç haline gelmişse de bu hemen anlaşılabilecek bir husus değildir. Zira malın kabul edilmesi alacaklının yararına olduğundan, ilk bakışta hak gibi görünür; çünkü alıcı malı kabul etse dahi bunu kullanıp kullanmamakta serbesttir. Eğer ki alıcı, malı terk imkanı olup da malı devralmaktan vazgeçmiş ve satıcı için malı elden çıkarmak başka ek masraflara yol açmıyorsa (örneğin bir enkazı devralan alıcının bunu teslim almaktan kaçınması halinde enkazın kaldırılması ek masrafa yol açacaktır), alıcının malı kabul etmesi için satıcının bir talep hakkı olamaz. Başka bir deyişle bu koşullar altında borçlu temerrüdü ortaya çıkmaz. Bu bağlamda yazarlar, satıcının menfaatinin gerektirdiği durumlarda malın devralınmasının borç haline gelebileceğini; bunun dışında özellikle alıcının malın terk imkanının bulunduğu ve malın kaldırılmasının satıcı için bir masrafa yol açmadığı hallerde kabzın alıcının yalnızca bir hakkı olduğunu ifade etmişlerdir(192)…
