İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri O. Mümtaz SOYSAL, Oya ARASLI ve 113 Milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU: 29.8.1996 günlü, 4178 sayılı "İl İdaresi Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu. Kuvvetli Tayın Kanunu, Er Kazanından İaşe Edileceklere İlişkin Kanun, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun ve Kimlik Bildirme Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’’un 1., 2., 3., 7. ve 10. maddelerinin Anayasa'nın 2., 6., 7., 9., 10., 11., 13., 17.. 20., 21., 87., 90., 92., 119., 120., 121., 122. ve 128. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüklerinin durdurulması istemidir.
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ
Yürürlüğün durdurulması istemini de içeren 1.11.1996 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
"4178 sayılı “İl İdaresi Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Kuvvetli Tayın Kanunu, Er Kazanından İaşe Edileceklere İlişkin Kanun, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun ve Kimlik Bildirme Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 4 Eylül 1996 gün ve 22747 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
4178 sayılı Yasa’nın özellikle ilk maddeleri, “Olağanüstü Hâl" uygulamasını kaldırmak amacıyla çıkarılmış, ama tam tersine Anayasamızda bir istisna olarak düzenlenen “olağanüstü hâl”i, neredeyse tüm yurda yaymış, “istisna"yı "kural” haline getirmiştir. Yasa, aşağıda ayrıntısıyla açıklanan nedenlerle Anayasa’ya aykırıdır.
I. 4178 Sayılı Kanun, 1., 2. ve 3. Maddelerinin Anayasa’ya Aykırılığı:
1 - Genel Olarak:
4178 sayılı Kanun’un amacı gerekçesinde, "ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde geçerli olan olağanüstü halin kaldırılması durumunda doğacak boşluğu doldurmak” biçiminde açıklanmıştır. Ancak, getirilen düzenlemeler, olağanüstü hal rejimini “olağan” hâlde de geçerli duruma sokmuş, bu değişikliklerle Anayasa’ya aykırı özgürlük kısıtlamaları ve kolluk kuvvetlerinin yetki genişlemesi olağan dönemlere de taşınmıştır.
Oysa, Türkiye Cumhuriyeti Anayasas'nda karşı karşıya bulunulan tehlikenin vahametine göre kademeli biçimde düzenlenen olağanüstü hal rejimleri, olağan rejimlerin istisnasıdır. Çünkü, demokratik hukuk devletlerinin anayasaları, “sınırlama” değil, “özgürlük" metinleridir. Bu nedenle, özgürlüklerin kısıtlanması istisna niteliği taşır ve daha başlangıçta hak ve özgürlüklerin aleyhine genişletilmesi mümkün olmayan kurallar ile sınırlanır.
Çağdaş devletlerde olağanüstü haller, hukuk ilkelerine yakışır biçimde açık kurallar ile pozitif hukukta düzenlenerek hukuksal rejimler niteliğini kazanırlar. Ancak, “kanuni rejim” mutlaka hukuka uygun rejim demek değildir. İptali istenen yasa ile olağan rejimin istisnası olan “olağanüstü hal”, bölge, süre, neden ve konu sınırlamaları gözetilmeksizin, soyut, genel, kişilikdışı ve en önemlisi sürekli bir hukuk metni ile “olağan hal”e de yayılarak “istisna” olmaktan çıkarılmış; ancak, yukarıdaki sınırlara uyularak, hukuk içi rejim olarak kalabilecek olağanüstü haller, “kanuni”, fakat “gayri hukuki” bir duruma getirilmiştir.
2 - Olağanüstü Yönetim Usullerinin Anayasal Konumu Açısından:
Demokratik hukuk rejiminin, “hukuka uygun” bir istisnası olan “olağanüstü yönetim usulleri Anayasa'da aynı başlık altında, ayrı bir bölüm olarak düzenlenmiş ve “olağanüstü hâl" ile “sıkıyönetim” olarak ikiye ayrılmıştır. Anayasa’nın 119. ve 120. maddeleri “olağanüstü hâl”, 122. maddesi de “sıkıyönetim” ilânını gerektirecek koşullar ile ilânda uyulacak yolları ve yetkili organları saymıştır.
“Olağanüstü” yönetimlerin, “olağan” rejimden farklı, hatta bir anlamda onun “zıttı” yönetim biçimleri olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, Anayasakoyucu da Anayasa’da güvenceye alınan kimi hak ve özgürlüklerin bu tür rejimler altında sınırlanabileceğini, bu dönemde belli koşullar çerçevesinde çıkarılacak kanun hükmünde kararnameler için Anayasa’ya aykırılık iddiasında da bulunulamayacağını kabul etmiştir.
Anayasa’daki bu ve benzeri tüm düzenlemeler, olağanüstü yönetimlerin, “olağan” yönetimden farklı bir yönetim biçimi olduğunun kanıtıdır. Olağanüstü yönetimlerde. Anayasa’nın aradığı koşullara uyularak, hak ve özgürlüklere sınırlamalar getirilebilir, yönetime olağanüstü yetkiler tanınabilir. Ancak, tüm bunlar “olağanüstü” yönetim biçimine geçilmesi kaydıyla yapılabilir.
İptali istenen yasa ise, olağanüstü yönetim biçimlerinde uygulanabilecek kuralları, “olağan” rejime taşımış, “olağan” rejimi “olağanüstü”leştirmiştir.
Örneğin, İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinin (D) fıkrasındaki değişikliğin bir bölümünde Sıkıyönetim Kanunu’ndaki bir hüküm, bu yasaya eklenmiş ve bu sayede “sıkıyönetim" durumunda uygulanabilecek bir hüküm, “olağan” döneme aktarılmıştır.
İptali istenen Yasa'nın 3. maddesiyle “Olağanüstü Hal Kanunu’ndaki “vur emri", Terörle Mücadele Kanunu’na monte edilerek, olağan dönemde de uygulanacak hale getirilmiştir.
İptali istenen Yasa’nın TBMM’ye getirilmesinden itibaren, temel gerekçe, “olağanüstü hal''in kaldırılmasıdır. İptali istenen Yasa'nın “Genel Gerekçe'sinde de, bu durum “Olağanüstü halin daraltılması veya kademeli olarak kaldırılması durumunda ihtiyaç duyulan yasal ve idari tedbirler” biçiminde yer almıştır. Bu noktada, Yasa’nın “amaç”ının açıklığa kavuşturulması zorunludur. Amaç nedir?
Amaç, “olağanüstü hali daraltmak veya kademeli olarak kaldırmak" ise, bunun yolu, “olağanüstü yönetim kuralları''nı, “olağan” dönemde de kullanılabilir hale getirmek değildir. Çünkü bu, olağanüstü yönetimi kaldırmak değil, olağan yönetimi de “olağanüstü"leştirmek, tüm yurda yaymak ve kalıcı hale getirmek olur.
Olağanüstü yönetim biçimi, Anayasa’nın aradığı koşulların varlığı nedeniyle kurulduğuna göre, kaldırılması için o koşulların da ortadan kalkmış olması gerekir. Eğer o koşullar devam ediyorsa, olağanüstü yönetim biçimi de devam eder.
Burada, açıklığa kavuşturulması gereken, olağanüstü yönetim biçiminin uygulanmasını gerektiren koşulların sürüp sürmediği konusudur. Olağanüstü hali gerektiren koşullar ortadan kalkmışsa, o zaman olağanüstü hal de kalkar ve “olağan” rejime geçilir. Bu durumda da, uygulanması gereken "olağan kurarlardır. Anayasa'nın bu konudaki tavrı da bellidir. "Olağan" dönemde, Anayasa’nın güvencesindeki kuralların, hiçbir kısıtlamaya uğratılmadan uygulanması zorunludur.
Yok eğer, olağanüstü halin ilanını gerektiren koşullar sürüyorsa, o zaman da olağanüstü hal kaldırılmaz, devam eder ve olağanüstü halin kuralları uygulanır.
Sonuç itibariyle iptali istenen 4178 sayılı Yasa, “olağanüstü halin daraltılması veya kademeli olarak kaldırılması” gerekçesi altında, tüm yurtta, "kalıcı ve sürekli” olarak olağanüstü hâl ilan etmiştir.
Oysa Anayasakoyucu, olağanüstü yönetim biçimlerine geçebilmek için bazı “unsurların varlığını aramıştır.
a) “Süre” Unsuru:
Anayasakoyucu, Anayasa’nın 119.. 120, 121. ve 122. maddelerinde olağanüstü yönetim biçimlerini “süre” olarak sınırlamıştır. Anayasa’nın 119 ve 120. maddeleri gereğince olağanüstü hal “6 ay” süre ile ilân edilebilir ve 121. madde gereğince de en çok “4 ay”lık dönemlerle uzatılabilir.
Aynı biçimde “sıkıyönetim’de, Anayasa’nın 122. maddesine göre “6 ay” süre ile ilan edilebilir ve en çok “4 ay"lık sürelerle uzatılabilir.
“Süre” sınırı, olağanüstü yönetim biçimlerinin doğasına da uygundur; çünkü, "istisnai” bir yönetim usulünün “sürekli” değil, “sınırlı” olması zorunludur. Anayasakoyucunun da, bu ilkeden hareketle olağanüstü yönetim biçimlerinin hem ilânına, hem de uzatılmasına “süre" sınırlaması getirmesine karşın; 4178 sayılı Kanun, soyut, genel, kişilikdışı ve sürekli özelliği ile, olağanüstü yönetim biçimi ilanına gerek kalmaksızın ve herhangi bir süre sınırı olmaksızın olağanüstü hallere ilişkin yetki genişlemelerini olağanhale taşımıştır.
b) “Yer” Unsuru:
Anayasa'nın aynı maddelerinde, olağanüstü yönetim usullerinin, “ülkenin bir ya da birden çok bölgesinde veya tamamında” devreye sokulabileceği öngörülmüştür. Olağanüstü hallerin, olağandışı tedbirler olarak ancak Anayasa'da yazılı durumlarda kullanılabileceğinde tartışma yoktur. Olağanüstü halin, belirli bir bölgede ilan edilmesiyle “vahim tehlikelerin bertaraf edilmesi” mümkün olduğu takdirde, ülkenin tamamında olağanüstü yönetim biçimlerine başvurulamaz. Halbuki, 4178 sayılı Kanun, tehlike ve tehdidin yoğunlaştığı bölge ayrımı gözetmeksizin ülkenin “bütününde" kolluk yetkilerinin olağan hallere aykırı biçimde genişletilmesini öngörmüştür.
Bu düzenleme, olağanüstü hal rejiminin Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında (E.1990/25, K.1991/1, K.T. 10.1.1991; E.1991/6, K.1991/20, K.T. 3.7.1991) yer alan hususlara da aykırıdır.
c) Neden unsuru:
Anayasa'nın:
a) 119. maddesine göre, “doğal afet, tehlikeli salgın hastalık veya ağır ekonomik bunalım “;
b) 120. maddesine göre “Anayasa ile kurulan hür demokratik düzenin ya da temel hak ve hürriyetlerin ortadan kaldırılmasına yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin ciddi biçimde bozulması”;
c) 122. maddesine göre de, “olağanüstü hal ilanını gerektiren nedenlerden daha vahim şiddet hareketlerinin yaygınlaşması, savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi, ayaklanma olması ya da vatan veya Cumhuriyete, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne karşı kuvvetli eylem ve şiddet hareketlerinin söz konusu olması” durumlarında, “olağanüstü yönetim usulleri” olarak adlandırılan yöntemlerden biri, gerekli diğer koşullar da yerine getirilerek uygulanabilir.
Böylelikle Anayasakoyucu, olağanüstü yönetim usullerine geçilmesini, “neden” unsuru bakımından da sınırlamıştır. Yalnızca Anayasa'nın ilgili hükümlerinde sayılan durumlarda bu usullere başvurulabilir.
Oysa, 4178 sayılı Kanun, bu “neden”lerin hiçbiri olmadan ve bunları aramadan, "olağanüstü hal” sınırlamalarını, kalıcı hale getirmektedir.
d ) “Sivil Otorite - Askeri Otorite” Unsuru:
Demokratik hukuk devletinin temel belirleyicilerinden birisi de,askerlerin sivil otoriteye tabi olmasıdır. İptali istenen Yasa, askeri kuvvetler ile sivil kuvvetleri işlevsel (ve örgütsel) olarak karıştırmış, temel işlevi dış güvenliğin sağlanması olan askeri teşkilat, varlık ve görev nedenine aykırı olarak, iç güvenliğin sağlanmasında da etkin bir rol üstlenmiştir.
İptali istenen Yasa'da esas sakınca doğuracak husus, askeri otorite-sivil otorite arasındaki ilişki açısından olağan durumlarda sivil otoritede olması gereken ağırlığın ve belirleyiciliğin askerî otoriteye kaydırılmasıdır.
Bunun hukuk ilkelerine aykırılığı, demokratik Avrupa’nın inşaında önemli bir rol oynayan, Türkiye'nin de katılımcısı olduğu Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (Konferansı) belgelerinde de yer almıştır. AGİT belgeleri hukuken bağlayıcı olmasalar da, uygar ülkelerin ortak değerlerini ve çağdaş demokrasilerin temel ilkelerini ortaya koyan belgelerdir. 1990 Kopenhag Belgesi’nde “asker ve polisin sivil otoriteye bağlı olması” ve 1991 Moskova Belgesi'nde “askerî otoritenin, sivil otoritenin etkin denetimi altında olması” ilkeleri yer almıştır.
Ancak, yapılan düzenleme, tüm bu ilkelerin hilafına, olağan dönemlerde bile, askerî otoriteyi, sivil otoritenin önüne geçirmekte, bu açıdan Anayasa’ya aykırılığın yanısıra, “sivilleri’in, çözümleyemedikleri ülke sorunlarını "askerlere havale etmeleri”nin yeni bir örneği olarak, "askerler”i, asıl görev alanlarını “ihmal etme” tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaktadır.
e) Yetki unsuru:
Anayasa’nın 119.. 120.. 121. ve 122 maddeleri olağanüstü yönetim biçimlerine geçiş konusunda TBMM'yi, bu dönemde uygulanabilecek kuralları yürürlüğe koyma yönünden de, Cumhurbaşkanının başkanlığındaki Bakanlar Kurulu’nu yetkilendirmiştir.
İptali istenen Yasa’nın 1. ve 2. maddesi bu konularda, duruma göre “vali”yi, “Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı”nı, “Genelkurmay Başkanlığı kanalı ile hükümet”i yetkili kılmıştır ki, bunların hepsi yetki yönünden Anayasa’ya aykırıdır. Anayasa’nın, 6. maddesine göre “egemenlik, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanılır” ve “hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa'dan almayan bir Devlet yetkisi(ni) kullanamaz.”
Anayasa’nın 119., 120., 121. ve 122. maddelerinde olağanüstü yönetim biçimleri ilan etme: 92. maddeye göre de silahlı kuvvet kullanılmasına izin verme yetkisi TBMM’nindir. Bu yetki başkaları tarafından kullanılamaz ve yasa yoluyla bile olsa başkalarının kullanımına da bırakılamaz. Sonuç itibariyle, iptali istenen Yasa’da, Anayasada ancak olağanüstü yönetim biçimlerinde uygulanabileceği kabul edilmiş kuralları, olağan dönemde de uygulanabilir hale getiren 4178 sayılı Yasa'nın 1., 2. ve 3. maddesi; Anayasa’nın 2. maddesindeki demokratik hukuk devleti ilkesine, Anayasa’nın 92. 119, 120, 121, 122, maddeler ile TBMM’ye verilmiş bir yetkiyi başka kişi ya da organlara tanıdığı için Anayasa'nın 6. maddesine aykırıdır.
II. 4178 Sayılı Yasa’nın 1. Maddesinin Anayasa'ya Aykırılığı
4178 sayılı Yasa'nın 1. maddesi ile, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinin (D) fıkrası değiştirilmiştir. “Türkçe"nin. ne kadar kötü kullanılabileceğine ve TBMM İçtüzüğü gereğince yapılabilecek “engelleme"leri aşmak için birkaç paragrafın bir tek paragrafta nasıl birleştirilebileceğine “çok başarılı" bir örnek oluşturma açısından da ayrıca “takdire Şayan" olan madde, yalnızca iki fıkradan oluşmaktadır. Birinci paragrafta 102, ikinci paragrafta 374 sözcük vardır ve ayrıca bir paragraftaki sözcük sayısı açısından da, “kayda değer" bir başarı göstermiştir. Maddenin eski ve yeni hali şöyledir:
Değişiklikten önceki metin:
“D) vali, il içinde çıkabilecek toplumsal olayların emrindeki kolluk kuvvetleriyle önlenmesine olanak bulunamayacağı kanısına varır veya kolluk kuvvetleriyle bastırılmayacak ani ve olağanüstü olayların cereyanı karşısında kalırsa, en yakın askeri (Kara, Deniz ve Hava) Kuvvet Komutanından yardım gönderilmesini ister. İvedi durumlarda sözlü olarak yapılmış istem sonradan yazılı istem biçimine dönüştürülür. İstek başvurulan komutanlıkça gecikmesiz gerine getirilerek, muhtemel olaylar için istenen kuvvet valinin görüşü alınarak olaylara hızla el koymaya uygun yerde, cereyan eden olaylar için istenen kuvvet ise olay yerinde hazır bulundurulur.
Çıkabilecek toplumsal olaylar için istem üzerine gönderilen kuvvet, olayların kolluk kuvvetlerince önlenemeyecek ölçüde gelişmesi halinde, ani ve olağanüstü olaylar için istenen kuvvet de derhal, vali tarafından verilen görevleri kendi komutanının sorumluluğu altında, onun emir ve direktifine göre ve İç Hizmet Kanunu’nda belirtilen yetkiler ile kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlamada sahip olduğu yetkileri kullanarak yerine getirir.
Kolluk kuvvetleriyle yardıma gelen askeri kuvvet arasındaki işbirliği ve koordinasyon vali tarafından sağlanır. Ancak, kolluk kuvvetleriyle yardıma gelen askeri birliğin belirli görevleri birlikte yapmaları halinde sevk ve idare, görev verilen askeri birliğin en kıdemli, komutanı tarafından yapılır."
Yeni Metin:
“D) Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri: aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Jandarma Genel Komutanlığının veya Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir. Valinin yaptığı yardım istemi geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir.
Vali tarafından askeri birliklerden yardım istenmesi halinde; muhtemel olaylar için istenen askeri kuvvet, valinin görüşü alınarak olaylara hızla el koymaya uygun yerde, cereyan eden olaylar için ise olay yerinde hazır bulundurulur. Olayların niteliğine göre istenen askeri kuvvetin çapı ve görevde kalış süresi vali ile koordine edilerek, askerî birliğin komutan tarafından belirlenir. Askeri kuvvetin müstakilen görevlendirilmesi durumunda; verilen görev askeri kuvvet tarafından kendi komutanının sorumluluğu altında ve onun emir ve talimatlarına göre Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda belirtilen yetkiler ile kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlamada sahip olduğu yetkiler kullanılarak yerine getirilir. Güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askerî kuvvet arasında işbirliği ve koordinasyon, yardıma gelen askeri birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından tespit edilir. Ancak, bu askeri birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikle yapması halinde komuta, sevk ve idare askerî birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir. Birden fazla ili içine alan olaylarda ilgili valilerin isteği üzerine aynı veya farklı askeri birlik komutanlarından kuvvet tahsis edilmesi durumunda iller veya kuvvetler arasında işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırması, emir komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususlar yukarıda belirtilen hükümler çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütülür. Bu esasların uygulanmasında, işbirliği ve koordinasyon sağlamak amacıyla gerekli görülen hallerde İçişleri Bakanı ilgili valilerden birini geçici olarak görevlendirir. Olayların sınır illerinde veya bu illere mücavir bölgelerde cereyan etmesi ve eylemcilerin eylemlerini müteakip komşu ülke topraklarına sığındıklarının tespit edilmesi durumunda valinin talebi üzerine ilgili komutan eylemcileri ele geçirmek veya tesirsiz hale getirmek maksadı ile, her defasında Genelkurmay Başkanlığı kanalı ile Hükümetin müsaadesi tahtında, ihtiyaca göre kara. hava, deniz kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı unsurları ile komşu ülkelerin mutabakatı alınmak suretiyle mahdut hedefli sınır ötesi harekat planlayıp icra edebilir. Bu fıkra uyarınca görevlendirilen askeri birlik mensupları hakkında bu görevlerin ifası sırasında işledikleri suçlardan dolayı tabi oldukları kanun hükümlerine göre işlem yapılır. Yukarıda belirtilen hususlar nedeniyle doğan acil ve zaruri ihtiyaçları karşılamak amacıyla yapılacak harcamalar Bakanlar Kurulunca uygun görülecek fonlardan yapılacak aktarmalar ve İçişleri Bakanlığı bütçesine konulan ödenekten yapılır. Her yıl İçişleri Bakanlığı bütçesine aktarılacak olan paraların illere dağıtımı ve kullanımı ile ilgili esaslar İçişleri Bakanlığınca belirlenir. Bu madde uyarınca kuruluş ve kişilerden sağlanan ve satın alınan malzeme, araç ve gereçlerin satın alma, kira ve kullanım bedelleri ile işçi ücretleri ve benzeri giderler için ödeme emri beklenmez. İçişleri Bakanı veya valinin onayı yeterli sayılır. Bu harcamalar 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu, 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu hükümlerine tabi değildir. Ödemeler usul ve esasları Maliye Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca yürürlüğe konulacak bir yönetmelikle düzenlenir."
Yeni düzenleme eski hükmü farklı -ve özensiz- bir dille tekrarlamakla birlikte Anayasaya aykırı önemli değişiklikler getirmektedir. Ancak, daha ünce de belirtildiği gibi, maddede,"engelleme"nin önlenmesi amacıyla 374 sözcüklük tek bir paragrafa yer verildiği için bu tür dilekçelerde örneğine pek rastlanmayacak biçimde, iptal istemlerini tümce tümce açıklamak gereği doğmuştur.
1. 4178 sayılı Yasa'nın 1. maddesinin 1. paragrafının Anayasa’ya Aykırılığı:
a) 1. cümledeki "Bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetler" ibaresinin Anayasa'ya Aykırılığı:
Valinin, emrindeki kuvvetlerle önleyemediği olağanüstü durumlarda başvurabileceği kuvvetler eski düzenlemede, "en yakın askerî (Kara. Deniz ve Hava) Kuvvet Komutanı” olarak sayılmışken, yeni düzenleme, “diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Jandarma Genel Komutanlığının veya Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığı “ şekline dönüştürülmüştür.
Burada dikkati çeken nokta, valinin başvurabileceği kuvvetler arasına yeni ve belirsiz bir birimin sokulmuş olmasıdır. Vali, daha önceki (a) diğer illerin kolluk kuvvetleri ve (b) askeri birliklere ek olarak, (c) “bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanabilecektir.
“Bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetler" nedir?
“Kolluk kuvvetleri"nin anlamı, yasalarda ve idare hukuku doktrininde açıkça bellidir. Vali de, İl İdaresi Kanunu’na göre, “İl sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir.” Yeni düzenleme emri altındaki bu kuvvetin yetmemesi durumunda "diğer illerdeki kolluk kuvvetlerine”de, başvurma yetkisi vermektedir ki, bu da doğaldır.
Askerî teşkilat açısından konuya yaklaşıldığında ise durum şudur: Askeriye, “savunma hizmeti''nin görülmesini üstlenmiştir ve kamu düzenin sağlanmasında istisnai durumlarda işlevi olabilir. Çünkü, demokratik devlette kamu düzenin sağlanması görevi, askerîyeye değil, kolluk örgütüne verilmiştir. Yeni düzenlemeyle getirilen, emri altındaki kolluk kuvvetleriyle önleyemediği olağanüstü olaylarda valinin askeri kuvvetlerden yararlanması, askerîyenin kamu düzeninin sağlanmasına karıştığı istisnai bir durumdur ve kamu düzeninin sağlanmasında, kolluk kuvvetleri ve askeri kuvvetler birlikte faaliyet gösterirler.
İptali istenen "bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetler" ifadesiyle ne olduğu anlaşılamayan üçüncü bir “kuvvet" öngörülmüştür. Bu “kuvvet"in ismi nedir, hangi yasayla düzenlenmiştir, hangi teşkilat içinde yer almaktadır, bunların tümü belirsizdir. Demokratik hukuk devletinde iç güvenlik, esas olarak sivil kolluk kuvvetleri, istisnai durumlarda da askeri kuvvetlerle korunacağına ve her ne ad ve kimlikle olursa olsun başka kanun dışı örgütlenmelerle sağlanamayacağına, hatta böyle bir şey düşünülemeyeceğine göre, valinin olağanüstü olayları bastırmak için başvurabileceği denli donanımlı üçüncü bir “kuvvet" ne olabilir?
Özetle, diğer illerin kolluk kuvvetleri ve askeri kuvvetlerin yanı sıra, valiye, kim tarafından tahsis edildiği ve ne olduğu belirsiz bir kuvvetten yararlanma yetkisi veren 1. maddenin. 1. paragrafının 1. cümlesindeki “bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetler" ibaresi. Türkiye Cumhuriyetinin “demokratik bir hukuk devleti” olduğunu belirten Anayasa'nın 2. maddesine aykırıdır.
2. 4178 Sayılı Yasa’nın 1. Maddesinin 2. Paragrafının Anayasa'ya Aykırılığı:
a) 2. Paragrafın 2. Cümlesinin Anayasa'ya Aykırılığı:
4178 sayılı Yasa'nın 1. maddesinin 2. paragrafının 2. cümlesi şöyledir:
"Olayların niteliğine göre istenen askerî kuvvetin çapı ve görevde kalış süresi vali ile koordine edilerek, askeri birliğin komutanı tarafından belirlenir.”
Daha önce de belirtildiği gibi, valilerin ilde çıkan ve emrindeki kuvvetlerle önleyemediği olağanüstü olaylarda askeri birliklerden yardım isteme yetkisi “istisnai” bir yetkidir. Bu sırada, sivil otorite - askeri otorite ilişkisi açısından, askeri otoritenin olağan işlevinden farklı olarak kamu düzenini sağlama işlevine doğru genişlemesinin yarattığı sakıncaları önlemek için, nihai yetkinin sivil otoritede olması gerekir. Zira, valiye askeri kuvvete başvurması imkanı tanıyan “olağanüstü durum”, hem Anayasa'nın 119., 120. ve 121. maddelerinde düzenlenen “olağanüstü hal”den, hem de, 122. maddede düzenlenen "sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hali”nden farklıdır.
2985 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nda bile, bölge ve il valilerine olayları emrindeki kuvvetlerle önleyemedikleri veya bastıramadıkları takdirde, bölge veya illerindeki en büyük askeri komutanlıktan yardım isteme yetkisi tanınmış, ancak bu durumda dahi kolluk yetkileri askeri makamlara devredilmemiştir.
Olağan dönemde ortaya çıkan istisnai olağanüstü durumlara karşı askeri kuvvetlere başvurulduğunda görevin askeri teknik ayrıntıları dışında inisiyatifin ve yetkinin sivil otoritede, yani, valide olması gerektiği açıktır. Çünkü, aksi takdirde Anayasa'nın 119. 120. ve 121. maddelerine aykırı biçimde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kararı olmadan ve maddede sayılan durumlar dışında bir olağanüstü hal durumu yaratılmış olacaktır.
Anayasal sistemimizde, kamu düzeninin sağlanması için kademeli olarak ağırlaşan bir rejim öngörülmüştür:
• Kamu düzeninin kolluk kuvvetlerince sağlandığı olağan durum,
• Temel hak ve hürriyetlerin olağana göre daha çok kısıtlanabildiği fakat kamu düzeninin yetkileri genişlemekle birlikte gene kolluk kuvvetlerince sağlandığı olağanüstü haller ve
• Kamu düzenini sağlama yetkisinin askeri makamlara geçtiği, temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırıldığı sıkıyönetim rejimi,
• Anayasal sistemimizde kamu düzeninin sağlanması bakımından tek “askeri rejim” sıkıyönetimdir (Aslında, Anayasa'nın 122. maddesinde sıkıyönetimde kolluk yetkilerinin askeri makamlara geçeceğine ilişkin bir hüküm yoktur, ancak Sıkıyönetim Kanunu ile yerli ve yabancı öğretide, sıkıyönetim genel olarak bu unsurla tanımlanmıştır. Oysa, kolluk yetkilerinin askeri kuvvetleri geçmesinin Anayasa'ya uygun olup olmadığı bile tartışmalıdır).
İptali istenen düzenlemelerle Anayasa'ya aykırı olarak bu tek rejime bir yenisi eklenmiştir. Düzenlemeye göre valinin yardım istediği “istisnai” durumlarda inisiyatif tümüyle askerî makamlara geçmektedir. Çağrılan askeri birliklerin görevinin ne zaman sona ereceği askeri birliğin komutanı tarafından belirlenecektir, süre sınırı konmamıştır ve yasanın bir süre sınırı koymaması Anayasa’ya açıkça aykırıdır.
Bu noktada, "süre"nin “somut olay''a göre belirleneceği ileri sürülebilir ama, bu da, geçerli bir sav değildir. Çünkü, Anayasa'ya göre, olağanüstü hal ve sıkıyönetim bile, ancak "belirli süre” ile ilan edilebilir. Oysa, iptali istenen düzenlemede tanınan yetki ile olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilanından daha “uzun süre’li “fiili" bir “askeri yönetim” olanaklı hale getirilmektedir. Anayasal özgürlüklere sınırlamalar getiren bu tür istisnai uygulamaların belirli bir süreyle sınırlanması hukuk devletinin gereğidir. Aksi düzenlemeler Anayasa’ya aykırı olur.
Çağrılan askeri birliğin görev süresini, o askerî birliğin komutanı belirleyeceğine göre bunun bir "askeri rejim” olacağı açıktır.
“Güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askeri kuvvet arasındaki işbirliği ve koordinasyon, yardıma gelen askeri birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından tesbit edilir. Ancak bu askerî birliğin belirli görevleri jandarma ve polis ile birlikte yapması halinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir.” cümlesi ile “birden fazla ili içine alan olaylarda ilgili valilerin isteği üzerine aynı veya farklı askeri birlik komutanlarından kuvvet tahsis edilmesi durumunda iller veya kuvvetler arasında işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırması, emir komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususlar yukarıda belirtilen hükümler çerçevesinde Genel Kurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütülür".
ifadeleri ile de askeri kuvvetlere gerekli yetkiler verilmiştir.
Bir istisna olan “sıkıyönetim" durumunda, doğrudan Anayasa'dan kaynaklanmasa bile yasalar ile Silahlı Kuvvetlere verilen yetkilerin, TBMM yani yasama organı tarafından belirli süre ile ilan edilebilen sıkıyönetimi bile aşan sürelerle, “fiilen" uygulanmasının Anayasa'daki “hukuk devleti" ve yasama organının yetkileri ile bağdaşması olanaksızdır. Çünkü Anayasa, yasama organına belirli durumlarda sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilânı yetkisini vermiştir. Yasama organı bu yetkiden, vazgeçemez, bu yetkiyi devredemez. Yapılan düzenleme ile bu yetki, yürütme organına bile değil, çok daha alt organlara ve hatta rütbesi bile belli olmayan bir “subay”ın insafına bırakmıştır.
Bu düzenleme Anayasa’nın 2. maddesindeki “demokratik hukuk devleti" ilkesine, Anayasa’nın 7. maddesindeki “yasama yetkisinin devredilemeyeceği" hükmüne aykırıdır.
b) 1. maddenin 2. paragrafının 4. ve 5. cümlelerinin Anayasa’ya Aykırılığı:
İkinci paragrafın 4. ve 5. tümceleri şöyledir:
“Güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askeri kuvvet arasındaki işbirliği ve koordinasyon, yardıma gelen askeri birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından tesbit edilir. Ancak bu askeri birliğin belirli görevleri jandarma ve polis ile birlikte yapması halinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir.”
İptali istenen tümceler, tam bir “hukuk harikası’dır. Birinci cümle ile sivil amir olan valiye tanınan yetki ikinci cümle ile geri alınmış ve askeri bir şahsa tanınmıştır.
İlk tümcede, "Güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askeri kuvvet arasındaki işbirliğini sağlama yetkisi valinindir. İkinci tümcede "Jandarma ve polis ile askerî kuvvetlerin işbirliği” söz konusu olduğunda "komuta, sevk ve idareye askeri birliklerin en kıdemli komutam” yetkili kılınmıştır.
İldeki "güvenlik” yani "kolluk kuvvetleri" zaten jandarma ve polistir, bunların dışında "bilinmeyen" bir kolluk kuvveti mevcut değilse, “askeri birliğin jandarma ve polis ile işbirliği yapması”, zaten “güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askeri kuvvet arasındaki işbirliği"dir. Bu durumda, “komuta, sevk ve idarenin askeri birliklerin en kıdemli komutan" tarafından üstlenilmesine gerek yoktur.
Ayrıca, bu yetki, Sıkıyönetim Kanunu ile sıkıyönetim durumunda tanınan bir yetkidir ve bu durumda kolluk kuvvetlerinin bütün teşkilatı ile sıkıyönetim komutanının emrine gireceği belirtilmiştir. Eğer bu hüküm, Sıkıyönetim Kanunu'ndaki bir yetkinin, “olağan dönem" yasalarına geçirilmesi ise, başta Anavasa’nın 2. maddesindeki “demokratik hukuk devleti” ilkesine ve Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığını düzenleyen 11. maddesine aykırıdır. Çünkü, olağan dönemlerde, olağan yasalar uygulanır.
Yok eğer iki durum arasındaki fark “belirli görevlerin birlikte yapılması''ndan kaynaklanıyorsa, bu “belirli durumlar"ın ne olduğunun yasama organı tarafından hiçbir yoruma olanak bırakmayacak açıklıkta tanımlanması, uygulayıcıların keyfine bırakılmaması zorunludur. Bu nedenle "belirli durumlar" ibaresinin Anayasa’nın 7. maddesine ve 2. maddesine aykırı olduğu için iptalini, bu ibarenin iptali, onu izleyen cümleyi de anlamsız hale getireceği için bunun da iptali istenmektedir.
c) 1. maddenin 2. paragrafının 6. tümcesinin Anayasa’ya Aykırılığı:
Tümce şöyledir:
"Birden fazla ili içine alan olaylarda ilgili valilerin isteği üzerine aynı veya farklı askeri birlik komutanlarından kuvvet tahsis edilmesi durumunda iller veya kuvvetler arasında işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırması, emir komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususlar yukarıda belirtilen hükümler çerçevesinde Genel Kurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütülür".
Düzenleme ile, sivil (olağanı zamanda ortaya çıkan istisnai bir "olağanüstü" durumda sivil otoritenin asıl yetkilerine Genel Kurmay Başkanlığı'nın da müdahalesine olanak tanınmıştır.
İptali istenen düzenlemelerle Anayasal sistemimizde kamu düzeninin sağlanması bakımından tek askerî rejim olan sıkıyönetime. Anayasa’ya aykırı olarak yenisi eklenmiştir. İstisnaî bir düzenleme olan sıkıyönetim rejimini olağan zamanlara genişleten hükümler, yukarıda belirtildiği gibi, Anayasa'nın 2. maddesindeki "demokratik hukuk devleti” ilkesi ile Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığını düzenleyen 11. maddesine aykırıdır.
Anayasa'nın 6. maddesine göre, hiçbir organ kaynağını Anayasa'dan almayan bir yetki kullanamaz. 7. maddesi gereğince de, Anayasa ile TBMM’ye verilmiş bir yetki ancak TBMM tarafından kullanılır ve yasa ile düzenleme yasa ile yetkilendirme demek değildir. Oysa, iptali istenen tümce ile Genelkurmay Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı, "yetkilendirilmiş”tir ama, “yetki”nin konusu belli değildir. Maddede geçen "gerekli görülen diğer hususlar" ı kim belirleyecektir? Ayrıca, yetkilendirilenler “kurumlar" olduğu için, bu yetki “usulü çerçevesinde” astlara da aktarılabilecektir.
Yetki, "yukarıda belirtilen hükümler çerçevesi” ile sınırlı ise, yalnızca yasada belirtilen durumlar için uygulanacaktır. “Gerekli görülen hususlar" ise, “herşey"i kapsar. Neyin “gerekli olup olmadığı”nın doğrudan yasama organı tarafından belirlenmeden bu konuda Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı'nın yetkilendirilmesi Anayasa’nın 7. maddesine aykırıdır.
d) 1. maddenin 2. paragrafının 8. tümcesinin Anayasa’ya Aykırılığı:
Tümce şöyledir:
“Olayların sınır illerinde veya bu illere mücavir bölgelerde cereyan etmesi veya eylemcilerin eylemlerini müteakip komşu ülke topraklarına sığındıklarının tesbit edilmesi durumunda valinin talebi üzerine ilgili komutan eylemcileri ele geçirmek veya tesirsiz hale getirmek maksadı ile, her defasında Genel Kurmay Başkanlığı kanalı ile hükümetin müsaadesi tahdında, ihtiyaca göre kara, hava, deniz kuvvetleri ve Jandarma Komutanlığı unsurları ile komşu ülkelerin mutabakatı alınmak suretiyle sınır ötesi harekât planlayıp icra edebilir.”
Düzenlemenin amacı bellidir. Ancak, düzenleme biçimi ve tanıdığı yetkiler ile düzenlendiği yer Anayasa’ya ile bağdaşmamaktadır.
Anayasa'nın 92. maddesine göre, savaş ilanı ve silahlı kuvvetlerin kullanılmasına izin verilmesi yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. TBMM tatildeyken ani bir silahlı saldırı olması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması halinde de Cumhurbaşkanı Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına izin verebilir.
İptali istenen hüküm ile Türkiye Büyük Millet Meclisi tümüyle dışlanmıştır.
Düzenlemeye göre, valinin talebi üzerine “İlgili komutan” her defasında Genelkurmay Başkanlığı kanalı ile hükümetin müsaadesi tahtında, ihtiyaca göre kara, hava, deniz kuvvetleri ve Jandarma Komutanlığı unsurları ile komşu ülkelerin mutabakatı alınarak sınır ötesi hareket yapabilecektir.
Eğer bu bir “askeri harekât” ise, “vali”nin burada ne işi vardır? Vali, hangi yasadan kaynaklanan yetki ve hangi “bilgi” ile "askerî bir harekât" gerektiğine karar verebilecektir? Konu tümüyle “askeri" olduğuna göre, bu tür bir harekâtın gerekliliğine karar verecek olanlar da bu konuda “bilgi ve ihtisas sahibi" olan “askerlerdir. Bu kararın kanalları ilgili yasalarda bellidir ve bu kanallar içinde “vali" yoktur; bunun için bu düzenleme içinde “vali”ye yer yoktur.
Aynı biçimde, sözkonusu olan bir “askeri harekât" ise, böylesi bir düzenlemenin bu yasada yeri yoktur. Çünkü değişiklik yapılan yasa, il yönetimini düzenleyen, “sivil” bir yasadır. Düzenleme, Türkiye'nin zaman zaman haklı nedenlerle düzenlemek zorunda kaldığı sınır ötesi harekatların, bu yasaya sokulabilmesi için, araya “vali"nin de katıldığı intibaını vermektedir. Ancak, silahlı kuvvetlerin bu şekilde kullanılması Anayasanın 92. maddesine açıkça aykırıdır.
Anayasa'nın 92. maddesine göre. TBMM kararı olmadan silahlı kuvvetler kullanılamaz. “Usulüne göre alınmış bir TBMM kararı" olduğu zaman da, zaten silahlı kuvvetlerin kullanılış hiyerarşisi içinde vali yoktur.
Ayrıca düzenlemeden hangi makamın yetkili olduğu tam olarak anlaşılamamaktadır. Anayasa’nın 92. maddesine aykırı biçimde devredilen yetki, belirsizliğinin yanısıra “takdirî"dir. Çünkü, bütün koşullar gerçekleşse de, sınır ötesi harekat yapıp yapmamak tamamen ilgili komutanının takdirine bırakılmıştır.
Savaşa neden olabilecek denli önemli olan silahlı kuvvetlerin kullanılması yetkisinin devredilmesi Anayasanın 92. maddesine: bu yetki Anayasa ile TBMM’ye verilmiş olduğu için başka bir organa devri Anayasa’nın 7. maddesine ve hiçbir organ kaynağını Anayasa'dan almayan bir yetkiyi kullanamayacağı için, Anayasa’nın 6. maddesine aykırıdır.
e) 1. maddenin. 2. paragrafının 10. tümcesinin Anayasa’ya Aykırılığı:
Tümce şöyledir:
“Yukarıda belirtilen hususlar nedeniyle doğan acil ve zaruri ihtiyaçları karşılamak amacıyla yapılacak harcamalar Bakanlar Kurulunca uygun görülecek fonlardan yapılacak aktarmalar ve İçişleri Bakanlığı bütçesine konulan ödenekten yapılır."
Fonlar kanunla kurulabilir. Bakanlar Kurulu’na bu tip bir yetki verilmesi fonların yasallığı ilkesine aykırı olacaktır. Çünkü, yasa ya da yasa gücünde kararname ile kurulan bir fonun kullanılış biçimi ve amacı ilgili yasa veya yasa gücünde kararnamede gösterilir. Sözkonusu fonun bunun dışında kullanılması olanaksızdır. Yasa ile kurulmamış fonlar yönünden ise, böyle bir yetkiye zaten gerek yoktur. Düzenleme bu biçimiyle Bakanlar Kurulu’na birden çok yasada değişiklik yapma yetkisi vermektedir ki. bu Anayasa’nın 6.. 7. ve 11. maddelerine aykırıdır.
Bu yasa ile Bakanlar Kurulu, kaynağını Anayasa'dan almayan bir yetkiyi kullanmış olacak, yasama organının yetkisine müdahale etmiş olacak ve Anayasa’nın bağlayıcılığı ilkesi zedelenmiş olacaktır.
III. 4178 Sayılı Yasa’nın 2. Maddesinin Anayasa'ya Aykırılığı
4178 sayılı Yasa’nın iptali istenen 2. maddesi ile 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'na bir madde eklenmiştir. Madde şöyledir:
"MADDE 2
5442 sayılı İl İdaresi Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
EK MADDE 1
Vali; sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında, güvenliğin sağlanması, giriş-çıkışlarla ilgili görev ve hizmetlerin düzenli ve etkili bir biçimde yürütülmesi, görevli kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonun gerçekleştirilmesi için gerekli önlemleri almaya ve uygulamaya, kuruluşların çalışmalarını denetlemeye yetkilidir. İçişleri Bakanlığının uygun göreceği bu yerlerde vali tarafından mülki idare amiri görevlendirilir. Vali, yetkilerinin tamamını veya bir kısmını görevlendirdiği mülki idare amirine devredebilir. Bu yerlerde hizmet veren kuruluşlar, görevli mülki idare amirine karşı sorumludur. Görevlendirilen mülki idare amiri Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile Gümrük Kanununun arama ile ilgili hükümleri saklı kalmak üzere, genel güvenlik kamu düzeni bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, giren çıkan yolcular ile buralarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar personelinin üstlerini, araçlarını ve eşyalarını aratabilir. Aramanın kimler tarafından yapılacağı kaydını da taşıyan arama emri yazılı olarak verilir. İvedi durumlarda sözlü olarak verilen emir derhal yerine getirilir ve en kısa zamanda yazılı olarak teyit edilir. Kuruluşların birbirine araç, gereç ve personel yardımı yapmasını isteyebilir. Personel hakkında değerlendirme raporu düzenleyebilir, disiplin kovuşturması yaptırabilir ve gerekirse uyarma ve kınama cezası verebilir. Diğer cezalar için öneride bulunabilir, mazeret izni verebilir, yıllık izin için görüş bildirir. Yazışmalara aracılık yapar. Ancak, kuruluşlar teknik konularda, istatistiki bilgileri içeren konularda ve mali konularda kendi kuruluşları ile doğrudan yazışma yaparlar. Bu kuruluşların üst makamları ile yapacakları yazışmalarda da aynı yöntemler uygulanır. Zamanında önlem alınması amacıyla. Emniyet, jandarma, Jandarma ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sınır Birlikleri, Gümrük, Gümrük Muhafaza ve diğer kamu kuruluşları, elde ettikleri bilgileri mülki idare amirlerine iletirler. Mülki idare amirinin görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin uygulama düzeni, Maliye, Sağlık, Ulaştırma, Turizm bakanlıkları ile Gümrük Müsteşarlığının bağlı olduğu bakanın görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığınca hazırlanacak. Bakanlar Kurulu tarafından yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir.”
Madde ile valilere sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında kullanılmak üzere kimi yetkiler tanınmış, bu yetkileri devretme olanağı da tanınmıştır.
Maddede kamu kuruluşu - özel kuruluş ayrımı yapılmadan, "kuruluşlar" terimi kullanılmış ve sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında hizmet veren tüm kuruluşların vali tarafından görevlendirilecek mülki amire karşı sorumlu olduğu hükme bağlanmıştır. Bu sorumluluğun niteliği ve kapsamı belirsizdir.
Getirilen düzenlemelerin kapsamı ve niteliği İl İdaresi Kanunu'nun diğer maddelerinden de çıkarılabileceği için, kamu kuruluşları ve personeli açısından hukuksal bir sorun olmayabilir ama, söz konusu yerlerde, özel şirketler de faaliyet göstermektedir. Bunlar açısından, valinin görevlendireceği mülki amirin yetkilerinin ve bu yetkilerin iş ve çalışma koşulları üzerindeki etkilerinin neler olacağı, belirsizdir. Valinin görevlendireceği mülki amire, Anayasa’da teminat altına alınan teşebbüs ve çalışma hürriyetini kısıtlama imkanı veren bu hüküm, temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğini düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesi dolayısıyla Anayasa'nın 7. maddesine aykırıdır. Çünkü yapılan yasa ile düzenleme değil, yasa ile yetkilendirmedir.
Maddede, valinin yetkilerini devredebilmesi de öngörülmüştür. Yetki devri ile yetkilendirme birbirinden farklı kurumlardır. Vali görev yapmakta olduğu ilde, Devlet tüzel kişiliğinin bir temsilcisi; aynı zamanda, hükümetin ve her bir bakanlığın ayrı ayrı temsilcisi, hükümet ve bakanlıkların idari ve siyasi yürütme organıdır. Devletin temsilcisi sıfatıyla ilde, devlet tüzel kişiliği adına kural olarak her türlü işlemi yapmaya yetkilidir.
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun halen yürürlükte bulunan 6. maddesinin birinci fıkrası hükmü uyarınca, valiler. İçişleri Bakanı’nın inhası, Bakanlar Kurulu kararı ve Cumhurbaşkanı'nın onayı ile atanırlar. Bu çerçevede, valilerin atanmalarına ilişkin usul kanunla saptanmıştır.
Halbuki, 4178 sayılı Kanun'un yetki devrini düzenleyen bu maddesi bir anlamda valilere, vali atama yetkisi vermektedir. Anayasanın öngördüğü "yetki genişliği ilkesi” “yetkilendirilmiş" valinin yetkilerini bir başkasına “devretme” yetkisi vermez.
Düzenlemeye göre, “görevlendirilen mülki idare amiri, genel güvenlik ve kamu düzeni bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, giren çıkan yolcuları ile buralarda görevli kamu kuruluşları ile özel kuruluşlar personelinin üstlerini, eşyalarını ve araçlarını aratabil''ecektir.
Bu, tümüyle “keyfi" bir yetkidir. Maddede “şüphelilik" gibi zayıf bir ölçül bile getirilmemiş, arama gibi temel hak ve özgürlüklere aykırı bir yetkinin kullanılması mülki amirin “gerekli görmesi’ne bırakılmıştır. Anayasa'nın 20. ve 21. maddelerinde öngörülen arama sistemi, temel koşul olarak “usulüne göre verilmiş hakim kararı”nı; “gecikmesinde sakınca bulunan hallerde” ise “kanunen yetkili kılınan mercii emrini” zorunlu saymaktadır. Getirilen düzenlemede ise, hakim kararı koşulu tamamen kaldırıldığı gibi, “gecikmesinde sakınca" bulunma gibi bir koşul da aranmamıştır. -
Demokratik hukuk devletinde temel hak ve hürriyetlerin geçici suretle kısıtlanması sonucunu doğuran arama ve benzeri güvenlik tedbirlerinin temel şartı, “gecikmesinde sakınca bulunan" oldukça istisnai durumlar dışında, “hakim kararı” aranmasıdır. Tersi bir düzenleme, temel hakların, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı biçimde sınırlanmasıdır. Bu nedenle vali tarafından görevlendirilen mülki amire hiçbir koşula bağlanmadan arama yapma yetkisi verilmesi Anayasa’nın 13.. 20.. 21. ve 7. maddelerine aykırıdır.
Maddenin son cümlesinde ise, “Mülki idare amirinin görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin uygulama düzeni(nin), Maliye, Sağlık, Ulaştırma, Turizm bakanlıkları ile Gümrük Müsteşarlığının bağlı olduğu bakanın görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığınca hazırlanacak. Bakanlar Kurulu tarafından yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.
Bu düzenleme, Anayasa'nın “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri.......diğer özlük işleri kanunla düzenlenir." Diyen 128. maddesine aykırıdır. Anayasa’nın açıkça kanunla düzenleneceğini belirttiği bir konunun yönetmelikle düzenlenmesi Anayasa'nın, 128. maddesine ve yasa ile düzenlemenin, yasa ile yetkilendirme olmadığı Anayasa Mahkemesi'nce birçok kez karara bağlandığı için Anayasa’nın 7. maddesine aykırıdır.
IV. 4178 Sayılı Yasa’nın 3. Maddesinin Anayasa'ya Aykırılığı
Madde şöyledir:
“MADDE 3
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
EK MADDE 2
Terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda teslim ol emrine itaat edilmeyerek silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde kolluk kuvveti görevlileri, failleri etkisiz kılmak amacıyla doğruca ve duraksamadan hedefe karşı aletli silah kullanmaya yetkilidirler.”
İptali istenen hüküm son derece açıktır. Kolluk kuvvetleri, terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda teslim ol emrine itaat edilmeyerek silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde, failleri etkisiz kılmak amacıyla doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silah kullanabilecekler, yani öldürme kastıyla ateş edebileceklerdir.
Düzenleme, TBMM’de de “tartışma" yaratmış; yasa tasarısında yer alan ve Komisyondan da geçen "kaçmaya yeltenme”, daha sonra TBMM Genel Kurulu’nda çıkarılmış ve sözde madde, sanki daha az sakınca yaratacak bir hale getirilmiştir.
Oysa, düzenlemeyle, “yaşam hakkı” demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olarak sınırlandırılmış, kolluk kuvvetlerine ölçüsüz ve bir zorunluluk olmadan "öldürme yetkisi” verilerek “yaşam hakkı’nın “özü”ne dokunulmuştur. Bu tür bir silah kullanma yetkisinin, “olağanüstü hal rejimleri''nde bile “hukuki” olarak değerlendirilemeyeceği açıktır. Çünkü, silah kullanılabilecek durumlar somutlaştırılmamış ve belirlenmemiştir.
Baştan beri belirttiğimiz gibi, “olağanüstü yönetim” biçimleri, belirli koşullarla, Anayasa'nın aradığı organlar tarafından uygulamaya konulabilir ve bu durumlarda “olağanüstü kural”lar uygulanabilir.
İptali istenen hüküm, “Olağanüstü Hal Kanunu “ndan alınmıştır ve “olağanüstü” bir uygulamaya, "olağan” dönemde de geçerlilik kazandırmayı amaçlamaktadır.
Tasarının Türkiye Büyük Millet Meclisi görüşmeleri sırasında ANAP Grubu adına görüşlerini açıklayan Adil Aşırım getirilen düzenlemenin amacını büyük bir açıklıkla dile getirmiştir:
“Ben, buradan, bu yetkiyi alan güvenlik güçlerini oluşturan kardeşlerime sesleniyorum. Zaten, fiiliyatta kullandığınız bu yetki, size büyük bir sorumluluk yüklüyor. Hepinizin, iyiniyetle çok zor şartlar altında çalıştığını ve hemen hemen hepinizin omuzunun şehit kardeşlerimizin tabutunun nasırlaştırdığını biliyorum. Provakatörlere ve kötüniyetli insanlara karşı dikkatli olunuz.
Bu yetkinin bir yararı daha var: insan hakları savunucusu (güvenlik güçleri ve masum vatandaşlar hariç) bu arkadaşlarımızın ‘yargısız infaz yapılıyor' bağırışlarına set çekmesi açısından destekliyoruz."
Milletvekilleri tarafında da "samimi” bir şekilde dile getirildiği gibi, maddenin amacı, insan hakları literatüründe "yargısız infaz (summary execution)” olarak adlandırılan, tümüyle hukuk dışı ve insan halklarına aykırı olan insan yaşamına yargı kararı olmadan güvenlik güçlerince denetimsiz, hatta keyfi biçimde son verme uygulamasını yasallaştırmaktır.
Yaşam hakkı Anayasanın 17. maddesinde düzenlenmiştir. “Herkes yaşama ... hakkına sahiptir.” 17. maddenin son fıkrası ile de, bu hakkın hangi durumlarda sınırlandırılabileceği belirlenmiştir: . Mahkemelerce verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesi hali,
. meşru müdafaa hali,
. yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi.
▪ bir ayaklanma veya isyanın bastırılması,
. sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması.
Ancak, bu durumlarda ve yasa ile izin verilmiş olması koşuluyla, yaşam hakkı sınırlanabilir.
Anayasa, olağan dönemlerde yaşam hakkının kısıtlanmasını istisnai olarak belirli durumlarla sınırlandırmış, olağanüstü dönemlerde yetkili merciin emrini genişletmekle birlikte her iki durumdaki sınırlamalar için “zorunlu olma” koşulunu getirmiştir.
Ayrıca, Anayasa'nın temel hak ve hürriyetlerin savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde sınırlandırılmasını düzenleyen 13. maddesinde de "... savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler ile ölüm cezalarının infazı dışında kişinin yaşama hakkına maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulmayacağı” hükme bağlanmıştır.
Getirilen düzenlemede ise, Anayasanın aradığı “belirlilik” ve “zorunluluk" yoktur.
Anayasa Mahkemesi, 26.11.1986 tarih ve 1985/8 Esas numaralı kararında, “kamu düzenini sağlamakla yükümlü polisin olayı başka türlü engelleme olanağı kalmadığında, son çare olarak zora başvurması Anayasa madde 17’ye aykırı değildir" diyerek kademelilik ve zorunluluk ölçütlerini kabul etmiştir.
Yaşama hakkı, Türkiye’nin taraf olduğu ve Anayasa Mahkemesi kararlarıyla Anayasal denetimin ölçü normları arasına giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)'nin 2. maddesinde de düzenlenmiştir.
AİHS'in öngördüğü istisnalar ile 1982 Anayasası düzenlemesi benzer niteliktedir. Maddenin 11. fıkrasında istisnalar düzenlenmiştir. “11. fıkrada ver alan bir anlamda hukuka uygunluk hallerinden devletlerin yararlanabilmeleri için şiddet ve fiili kuvvete başvurunun ‘mutlak zorunlu’ olması gerekir (Komisyon Kararı Farrell/İngiltere, 11.12.1982, no.9013/80. DR 30, s.96). “Aynı zamanda alınan önlem ile ulaşılmak istenen sonuç arasında ‘tam bir orantı’ bulunması gerekir.
Bu orantı koşulu aranırken, güdülen amacın niteliği, somut durumun insan hayatı ve beden bütünlüğü için oluşturduğu tehlike ve kuvvet kullanımından doğan ölüm riskinin derecesi gözönünde tutulacak; diğer bir deyimle başvurulan önlem somut durumun gerektirdiği yoğunluğu aşmayacaktır (Komisyon Kararı, Steward/İngiltere, 10.7.1984, no.10044/82, DR 39, s. 162).” (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması. Feyyaz Gölcüklü-A. Şeref Gözübüyük, Ankara 1994. s. 166)
İptali istenen düzenlemede Anayasa'nın ve AİHS'in aradığı “zorunluluk ve orantılılık”, kısaca bir bütün olarak “ölçülülük” koşulu yoktur. Madde ile “doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silah kullanma” yetkisi, yani öldürme yetkisi verilerek, silah kullanılabilecek durumlarda, yoğunluk derecesi de, tamamen kolluk kuvvetlerinin takdirine bırakılmış; durumun gereğine uygun ateşli silah dışında farklı araçlar kullanma mecburiyeti olmadan doğrudan öldürme amacıyla ateşli silah kullanma imkanı tanınmıştır. Kısaca, “zorunluluk” yerini “keyfiliğe” bırakmıştır.
Bir yasada “somut” durumları dikkate almanın imkansızlığı açıktır; ancak, bunun sakıncaları, uygar ulusların ve TC Anayasasının keşfettiği “zorunluluk ve orantılılık” koşullarına yasal düzenlemede yer vererek giderilmeye çalışılabilir.
Öncelikle kolluk kuvvetleri, silahı “en son araç” olarak kullanabilmelidir. Ancak diğer zorlama tedbirlerinin kolluğun kendisine verilen görevleri yerine getirmesinde yetersiz kalması ve son çare olarak silah kullanılmasının zorunlu olduğunun “açıkça anlaşılması durumunda" yani, “kademeli” olarak silah kullanılabilmelidir.
Ancak bu da yetmez. Bu koşulların oluşması durumunda silah kullanılabilirse de, bu yetkinin kullanılmasında da “ölçülü” olunmalı ve mukavemet ve tehdidin gerektirdiği ölçüde silah kullanılmalıdır. Hafif bir yaralama, örneğin ayağa ya da ele ateş açılarak etkisiz bırakılabilecek fail ya da şüphelinin yaşamsal organlarına ateş edilmemelidir. Bu anlamda da bir “kademelilik" demokratik hukuk devletinin gereğidir.
Kesine yakın bir ihtimalle ölüme neden olunması sonucunu doğuracak biçimde silah kullanılabilmesi için, o sırada mevcut bir yaşamsal tehlikenin veya vücut bütünlüğüne yönelik ağır bir tehlikenin ortadan kaldırılmasının tek aracı olması şarttır. Kişilere karşı silah kullanımı, olayla ilgisi olmayan kişileri de tehlikeye düşürebilir. Bu gibi durumlarda silah kullanılmaması konusu da açıkça hükme bağlanmalıdır.
Bu anlamda, yasa metninde yer alan “teşebbüs” ifadesi çok geniş bir kavramdır. Bir fiilin icrasına ne zaman başlandığının saptanması kolay değildir. Bir kişi, silah kullanmaya ne zaman teşebbüs etmiş sayılacaktır? Bu noktada, “teşebbüs” deyiminin seçilmesi isabetsiz olmuştur. “Teşebbüs" gibi son derece tartışmalı bir ölçü yerine, yukarıda nakledildiği anlamda bir zorunluluğu koşul olarak hükme bağlamak, yaşama hakkının teminatı olacak, öte yandan kolluğun görevinin infaz değil önleme ve adaleti yerine getirmeye yetkili organların bu işlevlerini yerine getirmelerine yardımcı olmak olduğu vurgulanacaktır.
Öte yandan, silah kullanma yetkisi, çağdaş hukuk düzenlerinde başka bazı sınırlamalara da tâbi kılınmalıdır. Bu anlamda, gençlerle küçüklere ve insan topluluğuna karşı silah kullanımı bakımından sınırlamalar söz konusu olmalıdır. Alman Polis Kanunu tasarısı, 21 yaşın altında gençler bakımından ancak bazı şanlarda, örneğin genç hakkında hürriyeti bağlayıcı ceza uygulanabilecek hallerde ve ölçülü olarak silah kullanılabileceğini öngörmektedir.
Öğretide de, ceza ehliyetine sahip bulunmayan küçüklere karşı kural olarak silah kullanılmaması görüşü egemendir. İnsan topluluğuna karşı silah kullanılması durumunda, olaylara katılmayan kimselerin de zarar görmesi mümkün olduğundan bu konu da dikkate alınmalı, topluluk içindeki kimselere ateş edilmesi kural olarak kabul edilmemelidir. Ancak hayata yönelik ve başka türlü bertaraf edilmesi mümkün olmayan ağır ve yakın tehlike durumunda tehlikenin kaynağı ile sınırlı olarak silah kullanılabilir. Çağdaş öğreti ve kanunlar böylesine ayrıntılı ve titiz ayrımları benimserken, zorunluluk ve kademelilik ölçütleri dikkate alınmayarak duraksamadan ve doğruca hedefe ateş edebilme yetkisinin verilmesi Anayasa'da ifadesini ve güvencesini bulan yaşam hakkının haksız surette ihlalini oluşturur.
Kolluk kuvvetlerinin silah kullanarak yaşam haklarını kısıtlayabileceği kişilerin kim olduğu da tamamen kolluk güçlerinin takdirine bırakılmıştır. Yasa, “terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlar''dan söz etmektedir. Terör örgütü, Terörle Mücadele Yasasının 1. Maddesinin II. fıkrasında tanımlanmıştır: “Bu kanunda yazılı olan örgüt, iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle meydana gelmiş sayılır.”
Bu tanımın belirsizliğinin yarattığı ve kolluğa tanınan yeni yetkiler nedeniyle yaratacağı büyük sakıncaları açıktır.
Güvenlik kuvvetleri, kimin terörist olduğunu kendisi belirleyecek ve failleri etkisiz kılmak amacıyla doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateş edecektir.
Demokratik hukuk devleti, yurttaşlarının öncelikle can güvenliğini sağlamakla görevlidir. Muğlak tanımlar, bu görevi daha da zorlaştırır ve devlet ile yurttaşı karşı karşıya getirir.
Bu nedenle yapılan düzenleme, Anayasa’nın 2. maddesindeki demokratik hukuk devleti ilkesine. 17. ve 13. maddelerine, bu konuda usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmelerdeki güvenceleri ortadan kaldırdığı için de Anayasa'nın 90. maddesine aykırıdır.
V. 4178 Sayılı Yasa’nın 7. Maddesinin Anayasa’ya Aykırılığı
Madde şöyledir:
“MADDE 7
6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
GEÇİCİ MADDE 9
Bakanlar Kurulunun tespit edeceği illerde 442 sayılı Köy Kanununun 74 üncü maddesine göre, mülki amirlerce gönüllü korucu olarak tesbit edilen kişiler ile halen geçici köy korucusu olarak görev yapanlar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 45 gün içinde ellerinde bulundurdukları tabanca, makineli tabanca veya hafif makineli tüfek sınıfından silahları mülki makamlara teslim ettikleri takdirde haklarında takibat yapılmaz ve isteyenlere yukarıda belirtilen tabanca ve tüfek sınıfından birer adet olmak üzere ve harçsız olarak menşelerine bakılmaksızın valilerce taşıma veya bulundurma ruhsatı düzenlenebilir. Bu şekilde ruhsata bağlanan silahlar, veraset yoluyla intikal dışında devir veya hibe edilemez, satılamaz, gerekli görüldüğünde Bakanlar Kurulunca toplatılmasına karar verilebilir. Gönüllü korucu ve geçici köy koruculuğu görevine son verilenlerin ruhsatları iptal edilebilir. Ruhsatları iptal edilen veya toplatılmasına karar verilen silahlar, Devlet malı sayılarak mülki makamlarca bir tutanak karşılığında İçişleri Bakanlığına teslim edilir. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce ateşli silahlarla bunlara ait mermilerin ve Kanunen memnu bıçak ve benzerlerini bulunduran veya taşıyan gönüllü korucu ve geçici köy korucuları hakkında bu fiillerden dolayı takibat yapılmaz. Hükmolunan cezalar icra ve infaz edilemez ve kanuni neticeleri ortadan kalkar. Taşıma ve bulundurma ruhsatlarının verileceği kişiler, bu uygulamaya dair diğer hususlar. İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle tespit edilir."
4178 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a geçici bir madde eklenmiştir. Bu Yasanın “genel” özelliği gereği, tüm konular “tek paragraf''ta toplanmıştır.
Maddenin 1. tümcesi, “Bakanlar Kurulu'nun tespit edeceği illerde 442 sayılı Köy Kanunu’nun 74. maddesine göre, mülki amirlerce gönüllü korucu olarak tespit edilen kişiler ile halen geçici köy korucusu olarak görev yapanları(ın), bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 45 gün içinde ellerinde bulundurdukları tabanca, makineli tabanca veya hafif makineli tüfek sınıfından silahları mülki makamlara teslim ettikleri takdirde haklarında takibat yapılmayacağını, ayrıca isteyenlere yukarıda belirtilen tabanca ve tüfek sınıfından birer adet olmak üzere harçsız olarak menşelerine bakılmaksızın valilerce taşıma veya bulundurma ruhsatı düzenlenebilir..." hükmünü içermektedir.
Söz konusu maddeye göre, aslında suç teşkil eden bir fiil, bazı illerde, belli koşullar gerçekleşince takip edilmezken, diğer illerde aynı fiil cezaen takip edilecektir. Bu "eşitsiz” uygulama Anayasa’nın 10. maddesine aykırıdır.
Ayrıca, bu illeri belirleyen TBMM değil, Bakanlar Kurulu olacaktır. Düzenleme ile, Bakanlar Kurulu’na takdiren olumsuz bir takip şartı oluşturma yetkisi verilmektedir. Bir suç fiilinin, ülkenin bir kısmındaki yurttaşlarca işlenmesi halinde takip edilmemesi, diğer kısmındaki yurttaşlarca işlenmesi halinde takip edilmesi sonucunu doğuracak bir uygulama yapılamaz. Bu Anayasa'nın “yasa önünde eşitlik" ilkesine aykırı olmanın ötesinde, “yargı" nın görev ve yetki alanına müdahaledir. Bu konuda “yargı”yı devre dışı bırakmak, Anayasa'nın 9. maddesine aykırıdır.
Anayasa'nın 87. maddesine göre “genel veya özel af ilan etmek" TBMM’nin yetkisindedir. Yapılan düzenleme ile, bu yetki dolaylı olarak Bakanlar Kurulu'na verilmektedir. Anayasa'nın TBMM’ye verdiği yetkiler, Anayasa'nın 7. ve 6. maddeleri gereği başka hiçbir organ tarafından kullanılamaz. Bu nedenle, Bakanlar Kurulu'na “şartlı af'' yetkisi veren hükümler, Anayasa’nın 87, 6, ve 7, maddelerine: bu “şartlı af''ın “belirli illerde" uygulanmasına olanak veren hükümler Anayasa’nın 10. maddesine ve “yargı" tarafından kovuşturulup karara bağlanacağı açık olan “suç" alanında, yargıyı devre dışı bıraktığı için Anayasa’nın 9. maddesine aykırıdır.
VI. 10. Maddenin Anayasaya Aykırılığı
Madde şöyledir:
“MADDE 10
1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
EK MADDE 1
Bu Kanunun uygulanması sırasında genel kolluk kuvvetlerine ait karakollara, il merkezlerinden de sorgulanabilen bilgisayar terminalleri konulur. Bunun için gerekli giderler içişleri Bakanlığı bütçesine konulacak ödenekten karşılanır.
İdarenin bilgisayar sistemi kurması ve gerekli teknik altyapıyı hazırlamasıyla birlikte, bu Kanunun 2 nci maddesinde sayılan özel veya resmi, her türlü konaklama tesislerinden, Bakanlar Kurulunca belirlenecek olanlar, tespit ve ilan tarihinden itibaren 3 yıl içerisinde tüm kayıtlarını bilgisayarda tutmak ve bilgisayar terminallerini genel kolluk kuvvetlerinin bilgisayar terminallerine bağlamak zorundadırlar. Bu şartı yerine getirmeyen kuruluşlara 50 milyon lira para cezası verilir. Tekrarı halinde işletme ruhsatları iptal edilir."
İptali istenen hüküm, genel kolluk kuvvetleri tarafından bilgisayarlarda kişi adına veri toplanmasını öngörmekte ve her türlü özel ve resmi konaklama tesislerine de kişiler hakkında bilgi toplama, bunları bilgisayara geçirme ve genel kolluk kuvvetlerine bilgi aktarma zorunluluğu getirmektedir.
Bu hükümle genel kolluk kuvvetlerinin kişiler hakkındaki bilgi toplaması ve bilgileri bilgisayarlara aktarıp merkezileştirerek her an kullanılabilir hale getirmesi amaçlanmış, fakat bunun esasları belirlenmemiş, bireylerin Anayasal hakları ile çelişen noktalarının yaratacağı sakıncaları düzenleyecek ilkeler getirilmemiştir.
Bir ülkede en güçlü veri tekeli, idarenin elindedir. Bu gücün sınırlandırılması, özel hayatın ve kişilik haklarının korunması bakımından büyük önem taşımaktadır. İnsanlar bir bilgi toplama saklama, işleme ve değiştirme tekeli olan idareye karşı korunmalıdır. Getirilen düzenlemede buna ilişkin hiçbir güvence yer almamaktadır.
Anayasa'nın 20. maddesine göre, "herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. Adli soruşturma ve kovuşturmanın gerektirdiği istisnalar saklıdır."
İptali istenen düzenlemeyle bu Anayasal hak sınırlandırılmıştır. Maddede bilginin niteliği ve toplanma amacı belirtilmediği için, düzenlemenin adli soruşturma ve kovuşturma istisnası içinde değerlendirilmesi de mümkün değildir. Çünkü, genel kolluk kuvvetleri yakaladıkları şüphelilerin kimliklerine ilişkin bilgileri depolayabilecekleri gibi, herhangi bir suç kovuşturmasıyla ilgili salt gözlemlerine ve değerlendirmelerine ilişkin bilgileri de depolayabilirler.
Ayrıca, maddede, özel ve resmi konaklama tesislerinden gelecek bilgilerinin niteliğine ilişkin belirginlik de yoktur. Örneğin bir pansiyon sahibinin müşterisinin aile yaşamı ve siyasi görüşleri konusundaki kişisel değerlendirmesi de, kayıtlara geçebilecektir.
Kuşkusuz, çağdaş devlet, en çok bilgi sahibi olan ve bunu gerçekleştirmek için teknolojinin sağladığı tüm olanakları kullanan devlenir. Ancak, çağdaş devlet niteliği, sadece bu bilgileri elde etmekle değil, bu bilgilerin elde edilmesinde izlenen yöntemle kazanılır. Çağdaş devlet, kuşkusuz insan haklarına saygının bir gereği olarak, bilgiyi özel yaşamın gizliliğine dokunmadan ve her yurttaşını "muhbir" haline getirmeden elde eden devlettir.
İptali istenen düzenleme, yukarıda belirtilen özel hayatın gizliliğine ve kişilik haklarına aykırılığın yanısıra, ayrıca insan haklarını ciddi biçimde ihlal edici potansiyel de yaratmaktadır. Maddede toplanacak bilgilerin niteliği, kaynağı vs. düzenlenmediği gibi toplanacak bilgilerin kullanılabileceği amaçlar da belirtilmemiştir. Bu düzenlemeyi, Anayasallığı ciddi suretle tartışmalı olan “güvenlik soruşturması (ve arşiv araştırması)" uygulamasıyla birlikte değerlendirdiğimizde önemli sakıncalar ortaya çıkmaktadır.
Güvenlik soruşturması, bir kişi hakkında, bir kurum veya makamın talebi üzerine, güvenlik ya da haber alma kuruluşunca, belli bir amaçla kullanılmak için rapor düzenlenip ilgili makama iletilmesidir. Amaç kişinin, bir kamu hürriyetini/hakkını kullanmasının sakıncalı olup olmadığını saptamak ve kullanıma buna göre izin vermektir.
Güvenlik soruşturması yapılırken, fişlerdeki (arşivlerdeki) kayıtlardan, adli sicilden ve idari ajanın, hakkında bilgi istenilen kişinin yaşamını sürdürdüğü çevrede yapacağı araştırmadan yararlanılır. Güvenlik soruşturması genel bir uygulamadır. Kapsamına değişik anayasal haklar girebilir. Örneğin, kamu görevine girebilme, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için anayasal bir haktır. Buna rağmen, tüm yasal koşulları tamamlayıp, hakkını kullanmak isteyen kişiler sakıncalı olup olmadıklarının saptanması için güvenlik soruşturmasından geçirilmekte, sakıncalı olarak değerlendirilen kişiler haklarını kullanmaktan mahrum edilmektedir.
Görüldüğü gibi getirilen düzenleme ile özel hayatın gizliliği ve kişilik hakları demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olarak sınırlandırılmakta ve diğer Anayasal haklara da idarece keyfice müdahale edilme imkanı tanınmaktadır.
Çağdaş bir demokratik hukuk devletinde yurttaşlar, bir bilgi toplama saklama, işleme ve değiştirme tekeli olan idareye karşı korunmalıdır. Anayasamızın temel hakların sınırlandırılmasının sınırı olarak öngördüğü “demokratik toplum düzeninin gerekleri" bunu orunlu kılar.
Anayasa Mahkemesi'nin 31.3.1987 gün ve E: 1986/24, K: 1987/8 sayılı kararı özel hayatın gizliliği ve korunması konusundadır (RG. 28.5.1987). Bu kararın ilgili bölümü şöyledir:
“Özel hayatın korunması herşeyden önce bu hayatın gizliliğinin korunması, başkalarının gözleri önüne serilmemesi demektir. Orada cereyan edenlerin yalnız kendisi veya kendisinin bilmesini istediği kimseler tarafından bilinmesini istemek hakkı, kişinin temel haklarından biridir. Bu niteliği sebebiyledir ki, özel hayatın gizliliğine dokunulmaması, insan haklarına ilişkin beyanname ve sözleşmelerde korunması istenilmiş, ayrıca tüm demokratik ülke mevzuatında açıkça belirlenen istisnalar dışında bu hak devlet organlarına, topluma ve diğer kişilere karşı korunmuştur. İnsanın mutluluğu için büyük önemi olan özel hayata saygı gösterilmesi hakkı onun kişiliği için temel bir hak olup yeteri kadar korunmadığı takdirde kişilerin ve dolayısıyla toplumun kendini huzurlu hissedip güven içinde yaşaması mümkün değildir. Bu nedenlerle söz konusu gizliliği çeşitli biçimde ihlal eylemleri suç sayılarak ceza yaptırımlarına bağlanmıştır.
Arama temel haklardan özel hayatın dokunulmazlığı ve gizliliği hakkını ihlal eden ve gereksiz yapıldığında insan onurunu kıran bir davranıştır. Bu sebepledir ki, mutlak bir zaruret olmadıkça bu yola başvurulmaması gerekir."
Diğer yandan Anayasa Mahkemesi, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'na ilişkin 26.11.1986 tarihli 1985/8 Esas Sayılı kararıyla demokratik toplum düzeninin gerekleri olarak “evrensel demokratik ölçüleri" esas almıştır. Bu ölçülerin şekillendiği Avrupa mekanında ortak hukuku oluşturan Türkiye'nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi çerçevesinde bilgi hukuku konusunda ilkeler saptanmıştır.
Kamu yönetiminin (ve diğer özel kişilerin) kişiler hakkında bilgi toplaması ve değerlendirmesi konusunda Türkiye'nin de imzalamış olduğu bir Avrupa Konseyi anlaşması bulunmaktadır (Türkiye Anlaşmayı onaylamamıştır. Zira, onaylanabilmesi için, ilke olarak her iç hukuk sisteminde mutlak olarak korunması gereken bilgi kesimlerinin belirtilmesi, yapılacak yanlışların düzeltilmesi için başvuru ve hak arama yollarının kanunla düzenlenmesi gerekmektedir. İç hukukumuzda bu düzenleme yapılmamış olduğundan Anlaşma onaylanmamıştır. İptali istenen hükümle de, yeterli içerikte bir düzenleme yapılmadığı açıktır.)
1981 tarihli “Otomatik İşlemden Geçirilen Kişisel Verilerin Korunması ve Aktarımı Hakkındaki Sözleşme’ye (Convention For The Protection Ot Individuals With Regard To Automatic Processing Of Personal Data, No.108. Strasbourg 28.1.1981) göre, kişi hakkındaki verilerin toplanmasında dürüst davranılmalı, yasaya uygun yöntem kullanılmalıdır. Kişi adına veriler, belli amaçlar doğrultusunda kayda geçmeli, bu amaçlar yasa ile tanınmalı ve verilerin kullanılması ancak bu amaçlar doğrultusunda olmalıdır. Verilerin kullanılmasında amaç dışına çıkılmamasına, uygunluk ve dengeye özen gösterilmesi gerekir. Tutulan veriler gerektirdiği takdirde düzeltilebilmelidir. Veriler gerçeğe uygun olmalıdır. Kişisel veriler ancak gerekli olduğu ölçüde ve amaca hizmet ettiği süre için saklanmalıdır.
Sözleşmede “duyarlı veriler”e özel önem verilmiştir. Kişilerin ırk/soy kökeni, siyasal kanıları, dini inançları, öteki kişisel kanıları, sağlık ve cinsel yaşam verileri özel güvenceler getirilmedikçe bilgi işlem konusu olamaz. Bireylerin özellikle kişilik haklarına aykırı buldukları verileri düzeltme ve kayıttan sildirme hakları, verilere itiraz ve düzeltme hakkı, verilerin işlemden geçirilme ve değişimine karşı itiraz hakkı iç hukukta düzenlenmesi gereken güvencelerin başında gelmektedir.
Bilgi hukukunun temel ilkeleri konusunda, bu sözleşmenin yanısıra, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nce alınmış tavsiye kararları da vardır. Örneğin, (87)15 sayılı Tavsiye Kararı polisteki kişisel bilgilerin kullanımını düzenlemektedir (Recomendation N.R (87) 15 Regulating The Use Of Personal Data In The Poliçe Sector).
Özetle, iptali istenen hüküm, genel kolluk kuvvetlerinin bilgisayarlarında kişisel bilgilerin toplanması yetkisini tanımış, fakat bu yetkinin Anayasal haklara getireceği sınırlamayı sınırlamamıştır. Söz konusu yetkinin hangi koşullarla verilebileceği ve yetki kullanılırken hangi ilkelere uyulması gerektiği Avrupa hukuku çerçevesinde ayrıntılı bir şekilde belirlenmiştir. Avrupa ile bütünleşmeyi amaçladığını her fırsatta dile getiren bir ülkede, bu esaslara uyulmadan yapılan düzenleme, demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşamaz.
Sonuç olarak, 4178 sayılı Yasa'nın 10. maddesi, özel hayatın gizliliğini düzenleyen Anayasa'nın 20. maddesine: temel hak ve hürriyetlerin demokratik toplum düzenin gereklerine aykırı olarak sınırlanamayacağını düzenleyen 13. maddesine ve Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik hukuk devleti olduğunu düzenleyen 2. maddesine aykırıdır.
Yürürlüğün Durdurulması İstemi:
Anayasa Mahkemesi’nin ilk kez 509 sayılı KHK hakkında açılan davada “yürürlüğün durdurulması'' kararı aldığı ve bugüne kadar birçok davada bu kararı verdiği bilinmektedir.
Anayasa Mahkemesi, yürürlüğü durdurma kararı ile hukuka aykırılık ve telafisi mümkün olmayan zararları önlemenin yanında ve bunlardan daha önemli olarak Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının uygulanamaz hale gelmesini önlemeye çalışmaktadır ve bu "hukuk devleti” açısından vazgeçilmez bir önem taşımaktadır.
İptali istenen Yasa’nın temel gerekçesi “Olağanüstü halin daraltılması veya kademeli olarak kaldırılması durumunda ihtiyaç duyulan yasal ... tedbirlerdir.
Demokratik hukuk rejiminin, “hukuka uygun” bir istisnası olan “olağanüstü yönetim usulleri”, Anayasa da aynı başlık altında, ayrı bir bölüm olarak düzenlenmiş, “olağanüstü hâl” ile “sıkıyönetim” olarak ikiye ayrılmış, “olağanüstü hâl” ya da “sıkıyönetim” ilânını gerektirecek koşullar ile ilânda uyulacak yolları ve yetkili organları ayrı ayrı saymıştır.
"Olağanüstü” yönetimler, “olağan” rejimden farklı, hana bir anlamda onun “zıttı” yönetim biçimleri olduğu için, Anayasakoyucu, Anayasa'da güvenceye alınan kimi hak ve özgürlüklerin, ancak bu tür rejimler altında sınırlanabileceğini kabul etmiştir. Bu, aynı zamanda “olağan" dönemlerde, “olağanüstü yönetim usulleri”nin uygulanamayacağının Anayasa’nın güvencesi altına alınması demektir.
İptali istenen yasa ise, olağanüstü yönetim biçimlerinde uygulanabilecek kuralları, “olağan” rejime taşımış, “olağan” rejimi “olağanüstü”leştirmiştir. Bu açıdan Anayasaya aykırılık son derece açıktır.
İptali istenen Yasa'nın yürürlüğünün durdurulmaması halinde, "olağanüstü rejim". Anayasa'nın aradığı kuralların hiçbirine uyulmadan bütün yurtta uygulanmaya başlanmış olacaktır ve bu Anayasa'nın güvencesindeki tüm temel hakların askıya alınması, demokratik hukuk devletinin uygulamadan kaldırılması demektir.
Bu nedenle 4178 sayılı Yasa'nın iptali istenen 1.. 2., 3., 7. ve 10. maddeleri için yürürlüğün durdurulması kararı verilmesi islenmektedir.
Sonuç Ve İstem:
Yukarıda açıklanan nedenlerle, 4178 Sayılı “İl İdaresi Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Kuvvetli Tayın Kanunu. Er Kazanından İaşe Edileceklere İlişkin Kanun. Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun ve Kimlik Bildirme Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun “un
1 - 1, 2. ve 3. maddelerinin Anayasa'nın 2., 6.. 92., 119.. 120.. 121. ve 122. maddelerine aykırılıktan.
2 - a) 1 . maddenin 1. paragrafının. 1. cümlesindeki “Bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetler" ibaresinin Anayasa'nın 2. maddesine aykırılıktan,
b) 1. maddesinin 2. paragrafının 2. cümlesinin, Anayasa'nın 2. ve 7. maddelerine aykırılıktan,
c) 1. maddesinin 2. paragrafının 4. ve 5. cümlelerinin, Anayasa'nın 2. ve 7. maddelerine aykırılıktan,
d) 1. maddesinin 2. paragrafının 6. tümcesinin. Anayasa’nın 2., 6., 7. ve 11. maddelerine aykırılıktan,
e) 1. maddesinin 2. paragrafının 8. tümcesinin. Anayasa'nın 92., 6. ve 7. maddesine aykırılıktan,
f) I. maddesinin, 2. paragrafının 10. tümcesinin. Anayasa’nın 6.. 7. ve 11. maddelerine aykırılıktan:
3 - 2. maddesinin, Anayasa’nın 7.. 13., 20.. 21. ve 128. maddelerine aykırılıktan,
4 - 3. maddesinin. Anayasa’nın 2., 17., 13. ve 90. maddesine aykırılıktan,
5 - 7. maddesinin. Anayasa’nın 10., 87., 7. ve 9. maddelerine aykırılıktan,
6-10. maddesinin. Anayasa'nın 2., 13. ve 20. maddesine aykırılıktan, iptalini ve aynı maddelerin yürürlüğünün durdurulmasını dileriz.’''
II- YASA METİNLERİ
A- İptali İstenen Yasa Kuralları
4178 sayılı Yasa’nın, iptali istenilen kuralları da içeren. 1., 2.. 3., 7. ve 10. maddeleri şöyledir:
“MADDE 1
5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11 inci Maddesinin D fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
D) Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri: aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Jandarma Genel Komutanlığının veya Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir. Valinin yaptığı yardım istemi geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir.
Vali tarafından askeri birliklerden yardım istenmesi halinde: muhtemel olaylar için istenen askeri kuvvet, valinin görüşü alınarak olaylara hızla el koymaya uygun yerde, cereyan eden olaylar için ise olay yerinde hazır bulundurulur. Olayların niteliğine göre istenen askeri kuvvetin çapı ve görevde kalış süresi vali ile koordine edilerek, askerî birliğin komutan tarafından belirlenir. Askeri kuvvetin müstakilen görevlendirilmesi durumunda: verilen görev askeri kuvvet tarafından kendi komutanının sorumluluğu altında ve onun emir ve talimatlarına göre Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda belirtilen yetkiler ile kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlamada sahip olduğu yetkiler kullanılarak yerine getirilir. Güvenlik kuvvetleri ile yardıma gelen askeri kuvvet arasında işbirliği ve koordinasyon, yardıma gelen askeri birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından tespit edilir. Ancak, bu askeri birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikte yapması halinde komuta, sevk ve idare askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenilir. Birden fazla ili içine alan olaylarda ilgili valilerin isteği üzerine aynı veya farklı askeri birlik komutanlarından kuvvet tahsis edilmesi durumunda iller veya kuvvetler arasında işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırması, emir komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususlar yukarıda belirtilen hükümler çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütülür. Bu esasların uygulanmasında, işbirliği ve koordinasyon sağlamak amacıyla gerekli görülen hallerde İçişleri Bakanı ilgili valilerden birini geçici olarak görevlendirir. Olayların sınır illerinde veya bu illere mücavir bölgelerde cereyan etmesi ve eylemcilerin eylemlerini müteakip komşu ülke topraklarına sığındıklarının tespit edilmesi durumunda valinin talebi üzerine ilgili komutan eylemcileri ele geçirmek veya tesirsiz hale getirmek maksadı ile, her defasında Genelkurmay Başkanlığı kanalı ile Hükümetin müsaadesi tahtında, ihtiyaca göre kara, hava, deniz kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı unsurları ile komşu ülkelerin mutabakatı alınmak suretiyle mahdut hedefli sınır ötesi harekat planlayıp icra edebilir. Bu fıkra uyarınca görevlendirilen askeri birlik mensupları hakkında bu görevlerin ifası sırasında işledikleri suçlardan dolayı tabi oldukları kanun hükümlerine göre işlem yapılır. Yukarıda belirtilen hususlar nedeniyle doğan acil ve zaruri ihtiyaçları karşılamak amacıyla yapılacak harcamalar Bakanlar Kurulunca uygun görülecek fonlardan yapılacak aktarmalar ve İçişleri Bakanlığı bütçesine konulan ödenekten yapılır. Her yıl İçişleri Bakanlığı bütçesine aktarılacak olan paraların illere dağıtımı ve kullanımı ile ilgili esaslar İçişleri Bakanlığınca belirlenir. Bu madde uyarınca kuruluş ve kişilerden sağlanan ve satın alınan malzeme, araç ve gereçlerin satın alma, kira ve kullanım bedelleri ile işçi ücretleri ve benzeri giderler için ödeme emri beklenmez, İçişleri Bakanı veya valinin onayı yeterli sayılır. Bu harcamalar 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu, 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu hükümlerine tabi değildir. Ödemeler usul ve esasları Maliye Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca yürürlüğe konulacak bir yönetmelikle düzenlenir”
“MADDE 2
5442 sayılı İl İdaresi Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
EK MADDE 1
Vali: sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında, güvenliğin sağlanması, giriş-çıkışlarla ilgili görev ve hizmetlerin düzenli ve etkili bir biçimde yürütülmesi, görevli kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonun gerçekleştirilmesi için gerekli önlemleri almaya ve uygulamaya, kuruluşların çalışmalarını denetlemeye yetkilidir, İçişleri Bakanlığının uygun göreceği bu yerlerde vali tarafından mülki idare amiri görevlendirilir. Vali, yetkilerinin tamamını veya bir kısmını görevlendirdiği mülki idare amirine devredebilir. Bu yerlerde hizmet veren kuruluşlar, görevli mülki idare amirine karşı sorumludur. Görevlendirilen mülki idare amiri Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile Gümrük Kanununun arama ile ilgili hükümleri saklı kalma üzere, genel güvenlik kamu düzeni bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, giren çıkan yolcular ile buralarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar personelinin üstlerini, araçlarını ve eşyalarını aratabilir. Aramanın kimler tarafından yapılacağı kaydını da taşıyan arama emri yazılı olarak verilir. İvedi durumlarda sözlü olarak verilen emir derhal yerine getirilir ve en kısa zamanda yazılı olarak teyit edilir. Kuruluşların birbirine araç, gereç ve personel yardımı yapmasını isteyebilir. Personel hakkında değerlendirme raporu düzenleyebilir, disiplin kovuşturması yaptırabilir ve gerekirse uyarma ve kınama cezası verebilir. Diğer cezalar için öneride bulunabilir, mazeret izni verebilir, yıllık izin için görüş bildirir. Yazışmalara aracılık yapar. Ancak, kuruluşlar teknik konularda, istatistiki bilgileri içeren konularda ve mali konularda kendi kuruluşları ile doğrudan yazışma yaparlar. Bu kuruluşların üst makamları ile yapacakları yazışmalarda da aynı yöntemler uygulanır. Zamanında önlem alınması amacıyla. Emniyet, jandarma. Jandarma ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sınır Birlikleri, Gümrük, Gümrük Muhafaza ve diğer kamu kuruluşları, elde ettikleri bilgileri mülki idare amirlerine iletirler. Mülki idare amirinin görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin uygulama düzeni, Maliye, Sağlık, Ulaştırma, Turizm bakanlıkları ile Gümrük Müsteşarlığının bağlı olduğu bakanın görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığınca hazırlanacak. Bakanlar Kurulu tarafından yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir.”
“MADDE 3
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
EK MADDE 2
Terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda teslim ol emrine itaat edilmeyerek silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde kolluk kuvveti görevlileri, failleri etkisiz kılmak amacıyla doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silah kullanmaya yetkilidirler."
“MADDE 7
6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
GEÇİCİ MADDE 9
Bakanlar Kurulunun tespit edeceği illerde 442 sayılı Köy Kanununun 74 üncü maddesine göre, mülki amirlerce gönüllü korucu olarak tesbit edilen kişiler ile halen geçici köy korucusu olarak görev yapanlar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 45 gün içinde ellerinde bulundurdukları tabanca, makineli tabanca veya hafif makineli tüfek sınıfından silahlan mülki makamlara teslim ettikleri takdirde haklarında takibat yapılmaz ve isteyenlere yukarıda belirtilen tabanca ve tüfek sınıfından birer adet olmak üzere ve harçsız olarak menşelerine bakılmaksızın valilerce taşıma veya bulundurma ruhsatı düzenlenebilir. Bu şekilde ruhsata bağlanan silahlar, veraset yoluyla intikal dışında devir veya hibe edilemez, satılamaz, gerekli görüldüğünde Bakanlar Kurulunca toplatılmasına karar verilebilir. Gönüllü korucu ve geçici köy koruculuğu görevine son verilenlerin ruhsatları iptal edilebilir. Ruhsatları iptal edilen veya toplatılmasına karar verilen silahlar, Devlet malı sayılarak mülki makamlarca bir tutanak karşılığında İçişleri Bakanlığına teslim edilir. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce ateşli silahlarla bunlara ait mermilerin ve Kanunen memnu bıçak ve benzerlerini bulunduran veya taşıyan gönüllü korucu ve geçici köy korucuları hakkında bu fiillerden dolayı takibat yapılmaz. Hükmolunan cezalar icra ve infaz edilemez ve kanuni neticeleri ortadan kalkar. Taşıma ve bulundurma ruhsatlarının verileceği kişiler, bu uygulamaya dair diğer hususlar, İçişleri Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle tespit edilir.”
“MADDE 10
1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
EK MADDE 1
Bu Kanunun uygulanması sırasında genel kolluk kuvvetlerine ait karakollara, il merkezlerinden de sorgulanabilen bilgisayar terminalleri konulur. Bunun için gerekli giderler İçişleri Bakanlığı bütçesine konulacak ödenekten karşılanır.
İdarenin bilgisayar sistemi kurması ve gerekli teknik altyapıyı hazırlamasıyla birlikte, bu Kanunun 2 nci maddesinde sayılan özel veya resmi, her türlü konaklama tesislerinden, Bakanlar Kurulunca belirlenecek olanlar, tespit ve ilan tarihinden itibaren 3 yıl içerisinde tüm kayıtlarını bilgisayarda tutmak ve bilgisayar terminallerini genel kolluk kuvvetlerinin bilgisayar terminallerine bağlamak zorundadırlar. Bu şartı yerine getirmeyen kuruluşlara 50 milyon lira para cezası verilir. Tekrarı halinde işletme ruhsatları iptal edilir.”
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
İptal gerekçesinde dayanılan Anayasa kuralları şunlardır:
“MADDE 2
Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
“MADDE 6
Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surene hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
“MADDE 7
Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez."
“MADDE 9
Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.”
“MADDE 10
Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
“MADDE 11
Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.”
“MADDE 13
“Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle. Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir.
Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz
Bu maddede yer alan genel sınırlama sebepleri temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerlidir.”
“MADDE 17
Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
• Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.
Mahkemelerce verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesi hali ile meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır."
“MADDE 20
Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. Adlî soruşturma ve kovuşturmanın gerektirdiği istisnalar saklıdır.
Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz.”
“MADDE 21
Kimsenin konutuna dokunulamaz. Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin konutuna girilemez, arama yapılamaz ve buradaki eşyaya el konulamaz.”
“MADDE 87
Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesinhesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak. Anayasanın 14 üncü maddesindeki fiillerden dolayı hüküm giyenler hariç olmak üzere, genel ve özel af ilânına, mahkemelerce verilip kesinleşen ölüm cezalarının yerine getirilmesine karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir.”
“MADDE 90
Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.
Ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar. Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.
Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.
Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır.
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.”
“MADDE 92
Milletlerarası hukukun meşrû saydığı hallerde savaş hali ilânına ve Türkiyenin taraf olduğu milletlerarası andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiyede bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması halinde Cumhurbaşkanı da, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verebilir.”
“MADDE 119
Tabiî afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilân edebilir.”
“MADDE 120
Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilân edebilir."
“MADDE 121
Anayasanın 119 ve 120 nci maddeleri uyarınca olağanüstü hal ilânına karar verilmesi durumunda, bu karar Resmî Gazetede yayımlanır ve hemen Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ise derhal toplantıya çağrılır. Meclis, olağanüstü hal süresini değiştirebilir. Bakanlar Kurulunun istemi üzerine, her defasında dört ayı geçmemek üzere, süreyi uzatabilir veya olağanüstü hali kaldırabilir.
119 uncu madde uyarınca ilân edilen olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile olağanüstü hallerin her türü için ayrı ayrı geçerli olmak üzere, Anayasanın 15 inci maddesindeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı, halin gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve ne suretle alınacağı, kamu hizmeti görevlilerine ne gibi yetkiler verileceği, görevlilerin durumlarında ne gibi değişiklikler yapılacağı ve olağanüstü yönetim usulleri, Olağanüstü Hal Kanununda düzenlenir.
Olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir. Bu kararnameler, Resmi Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur; bunların Meclisçe onaylanmasına ilişkin süre ve usul, İçtüzükte belirlenir.”
“MADDE 122
Anayasanın tanıdığı hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelen ve olağanüstü hal ilânını gerektiren hallerden daha vahim şiddet hareketlerinin yaygınlaşması veya savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi, ayaklanma olması veya vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması sebepleriyle, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra, süresi altı ayı aşmamak üzere yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde sıkıyönetim ilân edebilir. Bu karar, derhal Resmi Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağırılır. Türkiye Büyük Millet Meclisi gerekli gördüğü takdirde sıkıyönetim süresini kısaltabilir, uzatabilir veya sıkıyönetimi kaldırabilir.
Sıkıyönetim süresinde, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu sıkıyönetim halinin gerekli kıldığı konularda kanun hükmünde kararname çıkarabilir.
Bu kararnameler Resmi Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Bunların Meclisçe onaylanmasına ilişkin süre ve usul İçtüzükte belirlenir.
Sıkıyönetimin her defasında dört ayı aşmamak üzere uzatılması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararına bağlıdır. Savaş hallerinde bu dört aylık süre aranmaz.
Sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hallerinde hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği, idare ile olan ilişkileri, hürriyetlerin nasıl kısıtlanacağı veya durdurulacağı ve savaş veya savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi halinde vatandaşlar için getirilecek yükümlülükler kanunla düzenlenir.
Sıkıyönetim komutanları Genelkurmay Başkanlığına bağlı olarak görev yaparlar.”
“MADDE 128
Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.
Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir. Üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.”
III- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, Yekta Güngör ÖZDEN, Güven DİNÇER, Selçuk TÜZÜN, Ahmet Necdet SEZER, Haşim KILIÇ, Yalçın ACARGÜN, Mustafa BUMİN, Sacit ADALI, Ali HÜNER. Lütfi F. TUNCEL ve Fulya KANTARClOĞLU'nun katılımlarıyla 12.11.1996 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine; yürürlüğü durdurma isteminin bu husustaki ayrıntılı rapor gelince ele alınmasına oybirliğiyle karar verilmiştir.
IV- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI
Dava konusu 29.8.1996 günlü. 4178 sayılı Yasa'nın 1., 2.. 3.. 7. ve 10. maddelerinin yürürlüklerinin durdurulması isteminin reddine 6.1.1999 gününde oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Davanın esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi ve ekleri, iptali istenilen yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve öteki yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
Davacılar, 4178 sayılı Yasa’nın 1., 2., 3., 7. ve 10. maddelerinin kimi kurallarının. Anayasa’nın 2., 6., 7., 9., 10., 11., 13., 17., 20., 21., 87., 90., 92., 119., 120., 121., 122. ve 128. maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
1- 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu”nun 11. Maddesinin Değişik (D) Fıkrasının İncelenmesi
a- (D) Fıkrasının Birinci Paragrafı
Davacılar, paragrafın birinci tümcesinde yer alan ”bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetler” ibaresi ile, valinin başvurabileceği kuvvetler arasına yeni ve belirsiz bir birimin katılmış olduğunu; bu kuvvetlerin ne olduğunun ve hangi teşkilat içinde ver aldığının bilinmediğini: demokratik hukuk devletinde iç güvenliğin, esas olarak sivil kolluk kuvvetleriyle, istisnai durumlarda da askerî kuvvetlerle korunacağını; her ne ad ve kimlikle olursa olsun başka yasa dışı örgütlenmelere yer verilemeyeceğini, bu nedenlerle ibarenin Anayasa’nın 2. maddesine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
Tümcede, “Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri: aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Jandarma Genel Komutanlığının veya Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler” denilmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmektedir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan ve bu hakları koruyucu adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa’ya uygun davranan devlettir. Hukuk devleti ilkesi, devletin tüm organlarının üstünde hukukun mutlak bir egemenliğe sahip olmasını, yasakoyucunun da kendisini her zaman Anayasa ve hukukun temel kuralları ile bağlı saymasını gerektirir.
Anayasa’nın 113. maddesinde, “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teşkilatı yasayla düzenlenir”, 128. maddesinde de. "Devletin, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” denilmektedir.
14.2.1985 günlü, 3152 sayılı “İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 2. maddesinde. Bakanlığın görevleri belirlenmiştir. Maddenin (a) bendinde. Bakanlığa bağlı iç güvenlik kuruluşlarını idare etmek suretiyle Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü, yurdun iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini ve genel ahlâkı, Anayasa’da yazılı hak ve hürriyetleri korumak Bakanlığın görevleri arasında sayılmış, 29. maddesinde de, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın, İçişleri Bakanlığı'nın bağlı kuruluşları oldukları belirtilmiştir.
Devletin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerini yerine getirenlerin görev ve sorumluluklarının yasalarla belirlenmesi ve buna uygun davranılması hukuk devletinin gereğidir. İlk tümcede yer alan “diğer kuvvetler”, kuruluşları, görev ve yetkileri yasalarla belirlenmiş güvenlik güçleridir. Bunu yasalarla tanımlanmamış bir örgütlenme olarak değerlendirmek olanaklı değildir.
Paragrafın diğer bölümünde de, ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığı veya askeri birliklerden ya da her ikisinden de istenme esas ve usulleri belirlenerek valilere kimi yetkiler verilmiştir. Bir ilde çıkan olayların nitelik ve büyüklüğüne göre kimden yardım isteneceğinin saptanma yetkisinin bu konudaki değerlendirmeyi kısa sürede ve sağlıklı biçimde yapma olanağına sahip olan valilere verilmesinde Anayasa ya aykırılık yoktur.
Açıklanan nedenlerle birinci paragrafın iptaline ilişkin istemin reddi gerekir.
b- (D) Fıkrasının İkinci Paragrafı
aa- İkinci Tümcenin İncelenmesi
Davacılar, ildeki kuvvetlerle önlenemeyecek olağanüstü olaylarda valinin askeri birliklerden yardım istediği istisnai durumlarda da yetkinin valide olduğunu: oysa, ikinci tümceye göre, çağrılan askeri birliğin görevinin ne zaman sona ereceğine birlik komutanının karar vereceğini böylece, inisiyatifin tümüyle askeri makamlara geçerek sıkıyönetim ilanından daha uzun süreli eylemli bir askeri yönetimin olanaklı hale geleceğini; bu sonucu doğuracak bir yetkinin askeri makamlara bırakılmasının Anayasa'nın 2. ve 7. maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
(D) fıkrasının ilk paragrafına göre, valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emirlerindeki kuvvetlerle önlenmesini olanaklı görmedikleri ya da önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını olanaklı görmedikleri ya da uygulayamadıkları takdirde askeri birliklerden yardım isteyebilmektedirler.
(D) fıkrasının ikinci paragrafının ikinci tümcesinde, "olayların niteliğine göre istenen askeri kuvvetin çapı ve görevde kalış süresi, vali ile koordine edilerek, askeri birliğin komutanı tarafından belirlenir" denilerek askeri kuvvetin hem büyüklüğünün hem de görevde kalış süresinin vali ile koordine edilerek, askeri birliğin komutanı tarafından belirlenmesi öngörülmüştür.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu; 7. maddesinde de. yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kullanılacağı ve bu yetkinin devredilemeyeceği belirtilmiştir.
Valinin görüşünü de aldıktan sonra olayların niteliğine göre, ne çapta bir askeri kuvvetle gerekli önlemlerin alınabileceğinin saptanmasında koşulları en iyi biçimde değerlendirebilecek durumda bulunan, göreve çağrılan askeri birliğin komutanı olduğundan, yerine getirilecek görevin gereği olarak ona verilen bu yetki olağanüstü hal veya sıkıyönetim yetkisi sayılamayacağı gibi yasama yetkisinin devri olarak da yorumlanamaz.
Açıklanan nedenlerle, askeri kuvvetin büyüklüğünün askeri birliğin komutanı tarafından saptanması Anayasa'nın 2. ve 7. maddelerine aykırı değildir. Bu bölüme ilişkin iptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
Tümcede, istenilen askeri kuvvetin görevde kalış süresinin de vali ile koordine edilerek, askeri birliğin komutanı tarafından saptanacağı belirtilmiştir.
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesine göre vali, “İl sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gerekli tedbirleri alır. Bu maksatla. Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür.”
Kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanması hukuk devletinin önde gelen görevlerindendir. İlde kamu düzeni ve kamu güvenliğini sağlama görevi valiye aittir. Bu nedenle, vali tarafından askeri birliklerden yardım istenmesi durumunda, yardıma gelen askeri birliğin görevde kalış süresinin, ilin genel idaresinden ve asayişinden sorumlu olan vali tarafından belirlenmesi zorunludur.
Tümcenin istenen askeri kuvvetin görevde kalış süresinin birlik komutanı tarafından belirleneceğine ilişkin bölümü Anayasa'nın 2. maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırıdır. İptali gerekir.
Samia AKBULUT, Mustafa BUMİN ve Ali HÜNER bu görüşe katılmamışlardır.
bb- Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Tümcelerin İncelenmesi
Davacılar, dördüncü tümceyle valiye tanınan yetkinin, beşinci tümceyle geri alınarak askeri bir şahsa verildiğini, bu yetkinin sıkıyönetim durumlarında tanınan bir yetki olduğunu: böyle bir yetkinin olağan durum yasalarında yer almaması gerektiğini; ayrıca iki tümce arasındaki fark, belirli görevlerin birlikte yapılmasından kaynaklanıyorsa, bunların Anayasa’nın 7. maddesi uyarınca uygulayıcıya bırakılmadan yasada belirtilmesinin uygun olacağını; altıncı tümcenin uygulanmasıyla da, Genelkurmay Başkanlığı’nın sivil otoritenin yetkilerine el atmış olacağını, bunun da olağan dönemde sıkıyönetim rejimini çağrıştıracağını; ayrıca Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı'na verilen yetkilerden “gerekli görülen diğer hususların” neler olduğunun ve bunları kimin belirleyeceğinin yasa ile saptanmadığını; bu kuralların Anayasa’nın 2., 7. ve 11. maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
Fıkranın ikinci paragrafının üçüncü tümcesinde, askeri kuvvetin müstakilen görevlendirilmesi durumunda verilen görevin askeri kuvvet tarafından kendi komutanının sorumluluğu altında ve onun emir ve talimatlarına göre yerine getirileceği; dördüncü tümcesinde, hizmet birlikte yürütüldüğünde, güvenlik kuvvetleriyle yardıma gelen askerî kuvvet arasındaki işbirliği ve koordinasyonun, askeri birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından belirleneceği; beşinci tümcesinde, askeri birliğin belirli görevleri jandarma ya da polisle birlikte yapınası durumunda, komuta, sevk ve idarenin, askeri birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenileceği; altıncı tümcesinde de, birden fazla ili içine alan olaylarda, aynı ya da farklı askeri birlik komutanlıklarından kuvvet tahsis edilmesi durumunda, iller ve kuvvetler arasındaki işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırılması, emir-komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususların Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütüleceği öngörülmüştür.
Anayasa'da öngörülen olağanüstü hal ve sıkıyönetim durumlarında güvenlik güçleri ile askeri birliklere yasalarla verilen olağanüstü yetkilerin olağan dönemlerde kullanılması söz konusu olamaz. Sıkıyönetim ve olağanüstü hal dönemlerinde yasalarla getirilen yükümlülüklere, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına, durdurulmasına ve kamu görevlilerinin yetkilerine ilişkin kurallara olağan dönemlerde geçerlik tanınamaz. İptali istenen kurallar, olağan dönemlerde kamu düzeni ve kamu güvenliği yönünden tehlike oluşturan olayların önlenmesi amacıyla, görülen hizmetin niteliğinin gerektirdiği sınırlar içinde kalmak koşuluyla ve geçici olarak güvenlik güçleri ve askeri birliklerin görev alanlarına ilişkin düzenlemeler içermektedir. Bu kuralların demokratik toplum düzeninin gereklerine de aykırı olduğu ileri sürülemez.
Açıklanan nedenlerle, tümceler Anayasa'nın 2. maddesindeki hukuk devleti. 7. maddesindeki yasama yetkisinin devredilmezliği ilkelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
cc- Sekizinci Tümcenin İncelenmesi
Davacılar, bu tümceyle sınır ötesi askerî bir harekâtın kurallarının belirlendiğini; böyle bir düzenlemenin il yönetimini düzenleyen yasada yapılamayacağını; Anayasa'nın 92. maddesine göre de, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı olmadan silahlı kuvvetlerin yurt dışına gönderilemeyeceğini, bu nedenlerle, tümcenin Anayasa'nın 6.. 7. ve 92. maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
Sekizinci tümcede, “Olayların sınır illerinde veya bu illere mücavir bölgelerde cereyan etmesi ve eylemcilerin eylemlerini müteakip komşu ülke topraklarına sığındıklarının tespit edilmesi durumunda valinin talebi üzerine ilgili komutan eylemcileri ele geçirmek veya tesirsiz hale getirmek maksadı ile, her defasında Genelkurmay Başkanlığı kanalı ile Hükümetin müsaadesi tahtında, ihtiyaca göre kara, hava, deniz kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı unsurları ile komşu ülkelerin mutabakatı alınmak suretiyle mahdut hedefli sınır ötesi harekât planlayıp icra edebilir” denilmektedir.
Anayasa'nın 6. maddesinde, egemenliğin, Anayasa’nın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanılacağı, hiçbir kişi veya organın kaynağını Anayasa'dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı; 7. maddesinde, TBMM’ne ait olan yasama yetkisinin devredilemeyeceği; 92. maddesinde, uluslararası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilanı ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası anlaşmaların ya da uluslararası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına izin verme yetkisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde olduğu belirtilmiştir.
Dava konusu kuralla, eylemcilerin ele geçirilmesi ya da etkisiz duruma getirilmesi amacıyla komşu ülkelerle mutabakata varılarak mahdut hedefli sınır ötesi harekât planlanması ve icrası öngörülmektedir. Maddenin gerekçesinde de, “güvenlik kuvvetlerinin meydana gelen olayların faillerini yakalamalarını sağlamak üzere, sınır ötesinde belli koşullarda operasyon yapmaları olanağı sağlanmıştır” denilmektedir. Bu kapsamda ve bu amaçla yapılacak sınır ötesi harekât Anayasa’nın 92. maddesinde belirtilen Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi biçiminde değerlendirilemeyeceğinden, kuralın Anayasa’nın 92. maddesi ile bir ilgisi bulunmamaktadır.
Tümcede, sınır ötesi harekâtın kapsam ve koşulları belirtildiğinden Anayasa’nın 7. maddesinde öngörülen yasama yetkisinin devredilemezliği ilkesine aykırılık söz konusu değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
dd- Onuncu Tümcenin İncelenmesi
Davacılar, fonların ancak yasayla kurulabileceğini; Bakanlar Kurulu'na verilen bu tür bir yetkinin fonların yasallığı ilkesine aykırı olacağını, çünkü yasa ya da kanun hükmünde kararnamenin, kurulan fonun kullanış biçimini ve amacını göstermesi gerektiğini; yasa ile kurulmamış fonlar yönünden böyle bir yetkiye gerek olmadığını; tümcenin bu biçimiyle Bakanlar Kurulu’na birçok yasada değişiklik yapma yetkisi verdiğini, bunun da Anayasa’nın 6., 7. ve 11. maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
Onuncu tümcede, “Yukarıda belirtilen hususlar nedeniyle doğan acil ve zaruri ihtiyaçları karşılamak amacıyla yapılacak harcamalar Bakanlar Kurulunca uygun görülecek fonlardan yapılacak aktarmalar ve İçişleri Bakanlığı bütçesine konulan ödenekten yapılır” denilmektedir.
Kanun ya da kanun hükmünde kararnamelerle kurulmuş fonların amacı, işleyişi ve gelirlerinin nerelere harcanacağı, bunlara ilişkin yasa veya KHK'lerde gösterilmiştir. Bu fonların hangisinden ne miktar ve oranda aktarma yapılacağı belirtilmeden, sadece “uygun görme" ölçütüne dayalı olarak Bakanlar Kurulu’na aktarma yetkisi verilmesi. Anayasa’nın 7. maddesinde öngörülen yasama yetkisinin devredilmezliği, 11. maddesinde belirtilen kanunların Anayasa’ya aykırı olamayacağı ilkelerine aykırıdır.
Bu nedenle, kuralın, kanun ya da kanun hükmünde kararnamelerle kurulan fonlar yönünden iptali gerekir.
ee- Onüçüncü Tümcenin İncelenmesi
Onüçüncü tümcede, “Bu harcamalar 2886 Sayılı Devlet İhale Kanunu, 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu hükümlerine tabi değildir" denilmektedir. Buna göre, 11. maddenin (D) fıkrasında belirtilen hizmetler nedeniyle kuruluş ve kişilerden sağlanan, satın alınan veya kiralanan malzeme, araç ve gereçlerin bedelleri ile işçi ücretleri ve benzeri harcamalar, 2886 sayılı Devlet İhale Yasası, 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Yasası ve 832 sayılı Sayıştay Yasası’na bağlı olmayacaktır.
Anayasa’nın 160. maddesi ile genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak görevi Sayıştay’a verilmiştir.
Sayıştay'ın görevleri, yetkileri ve işleyişi 832 sayılı Yasa ile belirlenmiş, denetimine bağlı genel ve katma bütçeli kuruluşların gelirlerini tahakkuk ve tahsil edenlerle giderlerini gerçekleştirenlerin görev, yetki ve sorumlulukları da 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu'nda gösterilmiştir. Anayasa’nın 160. maddesinde öngörülen Sayıştay denetimi, bu iki yasada belirtilen esas ve usullere göre yapılmaktadır.
Yasa’nın 11. maddesinin (D) fıkrasına göre yapılacak harcamaların 832 sayılı Yasa ile 1050 sayılı Yasa’ya bağlı tutulmaması Sayıştay denetimine olanak vermeyeceğinden Anayasa’nın 160. maddesine aykırılık oluşturur. Tümcenin bu yönden iptali gerekir.
1050 sayılı Yasa yönünden iptal görüşüne Lütfi F. TUNCEL katılmamıştır.
ff- (D) fıkrasının İkinci Paragrafının Kalan Bölümlerinin İncelenmesi
Davacılar, 4178 sayılı Yasa’nın gerekçesinde, amacının, “ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde geçerli olan olağanüstü halin kaldırılması durumunda doğacak boşluğun doldurulması" olarak açıklandığını; buna karşın getirilen düzenlemelerle, olağanüstü hal rejiminin olağan durumlarda da geçerli kılındığını, böylece olağanüstü halin daraltılması veya tamamen ortadan kaldırılması adı altında, tüm yurtta, kalıcı ve sürekli olarak olağanüstü halin ilan edildiğini; oysa anayasakoyucunun olağanüstü yönetim biçimlerine geçebilmek için süre, yer ve neden unsurlarını aradığını; 4178 sayılı Yasa'nın ise, bu nedenlerden hiçbiri olmadan ve bunları aramadan, olağanüstü hal uygulamalarını kalıcı hale getirdiğini; sonuç olarak da, Anayasa'da ancak olağanüstü yönetim biçimlerinde uygulanabileceği kabul edilmiş kuralları, olağan dönemde de uygulanabilir hale getiren Yasa’nın (D) fıkrasının ikinci paragrafının kalan bölümlerinin Anayasa’nın 2., 6., 92., 119., 120., 121. ve 122. maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
(D) fıkrasının ikinci paragrafının yukarıda İncelenenler dışında kalan bölümlerinin olağan dönemde olağanüstü yönetim usullerine yol açacak kurallar içermediği gibi yabancı ülkelere silâhlı kuvvetler gönderilmesiyle de ilgisi bulunmadığı sonucuna varıldığından bunlara ilişkin iptal isteminin reddi gerekir.
2- 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu'na 2. Maddeyle Eklenen Ek Madde 1'in İncelenmesi
Davacılar, maddeyle valilere niteliği ve kapsamı belirsiz kimi yetkilerin tanındığını ve bu yetkilerin de devredilmesi olanağı getirilerek, bir anlamda vali atama yetkisinin verildiğini; yetki genişliği ilkesinin, buna izin vermediğini; yetkilendirme ile yetki devrinin farklı olduğunu; mülki amirin görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin uygulamanın yönetmelikle düzenleneceğinin belirtildiğini; yasayla düzenleme değil, yasayla yetkilendirme yapıldığını; kamu ve özel kuruluş ayırımı yapılmadan, tüm kuruluşların mülkî idare amirine karşı sorumlu tutulduklarını, bu sorumluluğun niteliği ve kapsamının belirsiz olduğunu; kamu kuruluşları yönünden hukuksal sorun yoksa da, özel kuruluşlar yönünden düşünüldüğünde, mülki amire faaliyetleri kısıtlama olanağı verildiğini; mülki idare amirine “şüphe" gibi zayıf bir ölçüt bile bulunmadan, sadece “gerekli" görmesine bırakılan keyfi bir yetki tanındığını; “hakim kararı" koşulunun tamamen kaldırıldığını ve “gecikmesinde sakınca bulunma" gibi bir koşul da aranmadan, vali tarafından görevlendirilen mülki amire arama yetkisi verildiğini, bu nedenlerle, maddenin Anayasa’nın 7. 13.. 20.. 21. ve 128. maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
Maddede şöyle denilmektedir:
“Vali: sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında, güvenliğin sağlanması, giriş-çıkışlarla ilgili görev ve hizmetlerin düzenli ve etkili bir biçimde yürütülmesi, görevli kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonun gerçekleştirilmesi için gerekli önlemleri almaya ve uygulamaya, kuruluşların çalışmalarını denetlemeye yetkilidir. İçişleri Bakanlığının uygun göreceği bu yerlerde vali tarafından mülki idare amiri görevlendirilir. Vali, yetkilerinin tamamını veya bir kısmını görevlendirdiği mülki idare amirine devredebilir. Bu yerlerde hizmet veren kuruluşlar, görevli mülki idare amirine karşı sorumludur. Görevlendirilen mülki idare amiri Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile Gümrük Kanununun arama ile ilgili hükümleri saklı kalmak üzere, genel güvenlik ve kamu düzeni bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, giren çıkan yolcular ile buralarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar personelinin üstlerini, araçlarını ve eşyalarını aratabilir. Aramanın kimler tarafından yapılacağı kaydını da taşıyan arama emri yazılı olarak verilir. İvedi durumlarda sözlü olarak verilen emir derhal yerine getirilir ve en kısa zamanda yazılı olarak teyit edilir. Kuruluşların birbirine araç, gereç ve personel yardımı yapmasını isteyebilir. Personel hakkında değerlendirme raporu düzenleyebilir, disiplin kovuşturması yaptırabilir ve gerekirse uyarma ve kınama cezası verebilir. Diğer cezalar için öneride bulunabilir, mazeret izni verebilir, yıllık izin için görüş bildirir. Yazışmalara aracılık yapar. Ancak, kuruluşlar teknik konularda, istatistiki bilgileri içeren konularda ve mali konularda kendi kuruluşları ile doğrudan yazışma yaparlar. Bu kuruluşların üst makamları ile yapacakları yazışmalarda da aynı yöntemler uygulanır. Zamanında önlem alınması amacıyla, Emniyet, jandarma, Jandarma ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sınır Birlikleri, Gümrük, Gümrük Muhafaza ve diğer kamu kuruluşları, elde ettikleri bilgileri mülki idare amirlerine iletirler. Mülki idare amirinin görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin uygulama düzeni, Maliye, Sağlık, Ulaştırma, Turizm bakanlıkları ile Gümrük Müsteşarlığının bağlı olduğu bakanın görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığınca hazırlanacak, Bakanlar Kurulu tarafından yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir."
Ek Madde 1'in gerekçesinde, “sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında güvenliğin sağlanması, işbirliğinin gerçekleştirilmesi, otorite boşluğunun giderilmesi için bu kapılarda mülki idare amiri görevlendirilmesi hükme bağlanmış, yetki ve görevleri açıkça belirtilmiştir" denilmiştir.
Maddenin ilk tümcesinde valiye, İçişleri Bakanlığı'nca uygun görülecek sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında, genel güvenliğin ve yasada belirtilen kimi hususların yerine getirilmesi için mülki idare amiri görevlendirme yetkisi verilmekte, valinin, bu yerlerdeki yetkilerinin bir kısmını veya tamamını, görevlendireceği mülki idare amirine devredebileceği öngörülmektedir.
Görev ve yetkileri 5442 sayılı Yasa'da düzenlenen valinin, gerekli gördüğü durumlarda yetkilerinin bir bölümünü, görevlendireceği bir mülkî idare amirine devretmesi hizmetin gereğidir. Burada söz konusu olan bir atama değil, yetki devridir.
Maddeye göre vali sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında, güvenliğinin sağlanması; giriş-çıkışlarla ilgili görev ve hizmetlerin düzenli ve etkili bir biçimde yürütülmesi, görevli kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonun gerçekleştirilmesi için gerekli önlemleri almaya ve uygulamaya, kuruluşların çalışmalarını denetlemeye yetkilidir. Vali ya da görevlendireceği mülkî idare amirinin özel kuruluşlar yönünden yetkisi ise ilk tümcede belirtilen çerçeveyle sınırlı olup, bunların, teknik nitelikteki hizmetleri ile ticarî faaliyetlerini kapsamamakta, özel kuruluşların sorumlulukları da ancak belirtilen koşulların gerektirdiği ölçüde olmaktadır.
Öte yandan, Anayasa'nın 48. maddesinde “herkesin dilediği alanda çalışma ve sözleşme özgürlüklerinin bulunduğu özel teşebbüs kurmanın serbest olduğu", 13. maddesinde de kamu düzeni, genel asayiş ve kamu yaran amacıyla temel hak ve özgürlüklerin demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmamak ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılmamak koşuluyla sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir.
Maddeyle, valiye güvenliğin sağlanması için tanınan yetkiler, kamu düzeni, genel asayiş ve kamu yararını gerçekleştirmeye yönelik olup demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de çelişmemektedir.
Bu nedenle, madde Anayasa'nın 48. ve 13. maddelerine aykırı değildir.
Anayasa’nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği belirtilmiştir.
İşin niteliğinden kaynaklanan zorunluluklar nedeniyle, yasakoyucunun gerekli kuralları koyarak çerçeveyi çizmesi, sınırları çizilmiş alanlarda uygulama yönünden idareye takdir yetkisi tanıması durumunda yasama yetkisinin devredildiğinden söz edilemez.
Ek Madde 1'de, sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında güvenliğin sağlanması amacıyla, gerekli kurallar konulmuş ve çerçeve çizilmiş, idareye bu çerçeve içerisinde kimi yetkiler tanınmıştır. Bu durumda, maddeyle idareye tanınan yetkiler yasama yetkisinin devri niteliğinde değildir.
Ek Madde 1’in, kuruluşların birbirine araç, gereç ve personel yardımına, disiplin kovuşturmasına, yazışmaların usulüne, istihbarat bilgilerinin aktarılmasına ilişkin düzenlemelerinde Anayasa'ya aykırılık bulunmadığından bu kurallara yönelik iptal isteminin reddi gerekir.
Ek Madde 1'in beşinci tümcesinde, “Görevlendirilen mülki idare amiri Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile Gümrük Kanununun arama ile ilgili hükümleri saklı kalmak üzere, genel güvenlik ve kamu düzeni bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, giren çıkan yolcular ile buralarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar personelinin üstlerini, araçlarını ve eşyalarını aratabilir." denilmektedir.
Anayasa'nın özel hayatın gizliliği ve korunması başlıklı 20. maddesinde, kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin, üstünün, özel kağıtlarının ve eşyasının aranamayacağı ve bunlara el konulamayacağı; konut dokunulmazlığı başlıklı 21. maddesinde de. 20. maddede belirtilen koşullar oluşmadıkça, kimsenin konutuna girilemeyeceği, arama yapılamayacağı ve buradaki eşyaya el konulamayacağı belirtilmiştir.
Ek Madde 1'de, sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında binalar, uçaklar, gemiler ve her türlü deniz ve kara taşıtları ile giren çıkan yolcular ve burada görevli kuruluşların personelinin araçları ve eşyalarının mülki idare amirinin gerekli gördüğü durumlarda aranabileceği öngörülmektedir.
Maddede, aranacak yerler arasında konutlar sayılmadığından, mülki idare amirinin bu yerlerde arama yetkisi bulunmamaktadır.
Kamu düzeni ve genel güvenliğin sağlanması yönünden olayların hızlı geliştiği sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında mülkî idare amirinin süratle karar vererek uygulaması gerekebilir. Maddede sayılan yerlerdeki taşıt ve yolcu trafiğindeki yoğunluğun mal ve can güvenliği yönünden yaratabileceği tehlike, Anayasa'nın 20. maddesinde belirtilen gecikmesindeki sakınca olan durumu oluşturur. Bu nedenle, genel güvenliğin ve kamu düzeninin sağlanması için, kanunla yetkili kılınan mülki idare amirinin emriyle, binalarda, uçaklarda, gemilerde, her türlü deniz ve kara taşıtlarında, giren-çıkan yolcularla, buralarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşların personelinin üstlerinde, eşyalarında ve araçlarında arama yapılabileceğine ilişkin kural Anayasa'nın 20. ve 21. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Ahmet Necdet SEZER, Fulya KANTARCIOĞLU, Mahir Can ILICAK ve Rüştü SÖNMEZ maddenin aramaya ilişkin kurallarının Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle bu görüşlere katılmamışlardır.
3- 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na 3. Maddeyle Eklenen Ek Madde 2’nin İncelenmesi
Davacılar, maddede, yaşama hakkının demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olarak sınırlandırıldığını; kolluk kuvvetlerine ölçüsüz, ve zorunluluk olmadan ateşli silah kullanma yetkisi verilerek yaşama hakkının özüne dokunulduğunu; "Olağanüstü Hal Kanunu"ndan alınan kurala olağan dönemde de geçerlilik kazandırıldığını; madde ile güdülen amacın "yargısız infaz" uygulamasını yasallaştırmak olduğunu; maddenin son fıkrasında da bu hakkın hangi durumlarda sınırlanabileceğinin belirtildiğini; Anayasa'da olağan dönemde de, olağanüstü dönemde de sınırlamalar için “zorunlu olma" koşulunun getirildiğini; ayrıca Anayasa’nın 15. maddesinde de “...savaş hukukuna uygun Fiiller sonucu meydana gelen ölümler ile ölüm cezasının infazı dışında kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamayacağı"nın hükme bağlandığını: dava konusu maddede Anayasa'nın aradığı "belirlilik" ve “zorunluluk” unsurlarının bulunmadığını; Anayasa Mahkemesi’nin de kararlarında kademelilik ve zorunluluk ölçütlerini kabul ettiğini; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, 2. maddesinde "hukuka uygunluk hallerinden devletlerin yararlanabilmeleri için, şiddet ve fiili kuvvete başvurmanın "zaruret halinde olması'nın belirtildiğini; komisyon kararlarında da. alınan önlem ile ulaşılmak istenilen sonuç arasında orantının bulunması gerektiğinin vurgulandığını; maddede Anayasa'nın ve AlHS'nin aradığı "zorunluluk ve orantılılık” kısaca bir bütün olarak "ölçülülük" koşulunun bulunmadığını; "doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silah kullanma” yetkisi verilerek silah kullanılabilecek durumlarda, yoğunluk derecesinin takdirinin tamamen kolluk kuvvetlerine bırakıldığını; durumun gereğine uygun ateşli silahlar dışında farklı araçlar kullanma zorunluluğu olmadan, doğrudan öldürme amacıyla ateşli silah kullanma olanağının tanındığını; kısaca, "zorunluluğun" yerini “keyfiliğe" bıraktığını; oysa, kolluk kuvvetlerinin "en son çare" olarak ve “kademeli" biçimde silah kullanabilmesi gerektiğini; maddede yer alan "teşebbüs” sözcüğünün çok geniş ve tartışmalı olduğunu; maddedeki "terör örgütleri” kavramının belirsiz bulunduğunu, yurttaşların can güvenliğini devletin sağlamakla görevli olduğunu; bu nedenlerle. Ek Madde 2’nin Anayasa’nın 2., 13., 17. ve 90. maddelerine aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası'na eklenen Ek 2. Maddede. “Terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda teslim ol emrine itaat edilmeyerek silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde kolluk kuvveti görevlileri, failleri etkisiz kılmak amacıyla doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silah kullanmaya yetkilidirler” denilmektedir.
Maddenin gerekçesinde, “3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa bir madde eklenerek, terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda “teslim ol” emrine itaat etmeyen teröristlere karşı kolluk kuvveti görevlilerinin silah kullanma yetkileri belirlenmektedir.
Terör örgütlerine karşı mücadele veren personelin 211 sayılı İç Hizmet Kanunu ile 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununda öngörülen genel nitelikteki koşullu ve sınırlı silah kullanma yetkisine sahip bulunması büyük bir zaafıyete sebebiyet verebilecektir.
211 sayılı Kanunun 87 inci maddesinde, (dur ihtarı-dipçik ve kabza- havaya ihtar ateşi-ayağa doğru ateş-hedef gözetmeksizin ateş) şeklinde bir sıra öngörülmüştür. 2559 sayılı Kanunda polisin silah kullanabilmesi için 16 ncı maddedeki koşulların gerçekleşmesi gerekmekledir.
Bu madde ile güvenlik personeline 211 ve 2559 sayılı Kanuna göre daha geniş, 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası'nın 4 üncü, 2985 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 23 üncü ve 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanunun 11 inci maddesinde tanınan silah kullanma yetkisine göre daha kısıtlı bir yetki verilmektedir” denilmiştir.
4178 sayılı Yasa’nın genel gerekçesinde de. olağanüstü halin daraltılması veya kademeli olarak kaldırılması durumunda ihtiyaç duyulan yasal ve idari önlemler konusundaki kimi yasalarda değişiklik yapılması ihtiyacının gündeme geldiğine işaret edilerek tasarının bu amaçla hazırlandığı belirtilmiştir.
Ek Madde 2’de, terör örgütlerine karşı yapılacak operasyonlarda, kolluk kuvveti görevlilerinin silah kullanmaları, teslim ol emrine itaat edilmeyerek silah kullanmaya teşebbüs edilmesi koşuluna bağlanmıştır. Bu koşulun gerçekleşmesi durumunda görevliler failleri etkisiz kılmak amacıyla, doğruca ve duraksamadan, hedefe karşı ateşli silah kullanabileceklerdir.
Maddede “teslim ol emrine itaat edilmemesi” ve “silah kullanmaya teşebbüs edilmesi” durumunda, kademeli olarak etkisiz kılma yöntemleri belirtilmeden, kolluk kuvvetlerine son çare olarak başvurulması gereken ateşli silah kullanma yetkisi verilmiştir.
Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, “herkes, yaşama, maddi ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir”. Son fıkrasında da, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. maddesine koşut olarak “mahkemelerce verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesi hali ile meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri birinci fıkra hükmü dışındadır” denilmektedir.
Bu maddeyle güvence altına alınan yaşama hakkını korumak için devlet her türlü önlemi almak yükümlülüğündedir. Yasa ile ancak zorunlu durumlarda silah kullanma yetkisi verilebilir. Silah kullanmaya yetki verilebilmesi için son fıkrada sayılan durumlarda yetkililerin silah kullanma dışında başka olanaklarının bulunmaması gerekir.
Kuralda faillerin sadece “silah” kullanmaya teşebbüslerinden söz edilirken kolluk kuvveti görevlilerinin hedefe karşı “ateşli silah” kullanmalarından söz edilmiş; böylece faillerin kullanmaya teşebbüs ettikleri silahın ateşli silah olup olmadığına bakılmaksızın ve başka türlü etkisiz hale getirilmeleri olanağı gözetilmeksizin küçük bir müdahale ile önlenebilecek olaylarda dahi görevlilere ateşli silahlar kullanma yetkisi verilmiştir.
Buna göre, dava konusu kuraldaki teslim ol emrine uyulmaması ve silâh kullanmaya teşebbüs edilmesi, görevlilerin her zaman doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silâh kullanmalarını zorunlu kılacak nitelikte bir durum değildir. Kimi olaylarda faillerin, can güvenliğini daha az tehlikeye sokan yöntemlerle de etkisiz hale getirilmeleri olanaklı olabilir. Olayların özelliğine göre, bu yöntemlere başvurulmaksızın doğruca ve duraksamadan hedefe karşı “ateşli silâh” kullanılması yaşama hakkının zedelenmesi sonucunu doğurur.
Bu nedenle kural, Anayasa’nın 17. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Lütfî F. TUNCEL bu görüşlere katılmamıştır.
4- 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a Yasa'nın 7. Maddesiyle Eklenen, Geçici Madde 9'un Birinci Tümcesinin İncelenmesi
Davacılar, tümceye göre, aslında suç teşkil eden bir fiilin, Bakanlar Kurulu’nca saptanan illerde belli koşullar gerçekleşince takip edilmeyeceğini, diğer illerde ise takip edileceğini, bu düzenlemenin Anayasa'nın 10. maddesine aykırılık oluşturduğunu; yargının görev ve yetkisine müdahalede bulunulduğunu; yargının devre dışı bırakıldığını; bunun da Anayasa'nın 9. maddesiyle bağdaşmadığını, Bakanlar Kurulu'na “şartlı af'' yetkisi veren kuralların Anayasa'nın 87. ve 7. maddelerine aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
“Geçici Madde 9”un birinci tümcesinde. “Bakanlar Kurulunun tespit edeceği illerde 442 sayılı Köy Kanununun 74 üncü maddesine göre, mülki amirlerce gönüllü korucu olarak tesbit edilen kişiler ile halen geçici köy korucusu olarak görev yapanlar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 45 gün içinde ellerinde bulundurdukları tabanca, makineli tabanca veya hafif makineli tüfek sınıfından silahları mülki makamlara teslim enikleri takdirde haklarında takibat yapılmaz ve isteyenlere yukarıda belirtilen tabanca ve tüfek sınıfından birer adet olmak üzere ve harçsız olarak menşelerine bakılmaksızın valilerce taşıma veya bulundurma ruhsatı düzenlenebilir” denilmektedir.
Yasa'nın yürürlüğe girmesinden sonra, 17.1.1998 günlü ve 23233 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 14.1.1998 günlü. 4321 sayılı Yasa’nın I. maddesiyle, "Geçici 9. maddede geçen “45” gün. ibaresi “90” gün olarak değiştirilmiş ve 2. maddesiyle de bu değişikliğin. ... 4.9.1996 tarihinden itibaren uygulanmak üzere yayımı tarihinde” yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.
Tümceyle, “Bakanlar Kurulunun tesbit edeceği illerde” görev yapan gönüllü ve geçici köy korucuları için koşullu bir af getirilmekte; bundan hangi illerde bulunanların yararlanacağını belirleme yetkisi Bakanlar Kurulu'na bırakılmaktadır.
Anayasa'nın 87. maddesinde, 14. maddesindeki eylemlerden hüküm giyenler dışında, genel ve özel af ilanına karar vermek. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görevleri arasında sayılmış, 7. maddesinde de, yasama yetkisinin, Türk Milleti adına TBMM’nin olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği belirtilmiştir.
Hangi illerdeki gönüllü veya geçici köy korucularının bu düzenlemeden yararlanabileceklerinin yasa ile belirlenmesi gerekirken, bu konuda Bakanlar Kurulu'nun yetkilendirilmesi Anayasa’nın 7. ve 87. maddelerine aykırıdır.
Anayasa’nın, 10. maddesinde, herkesin, ayırım gözetilmeksizin yasa önünde eşit olduğu; devlet organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinde yasa önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda oldukları belirtilmiştir.
Geçici Madde 9'un ilk tümcesi ile Bakanlar Kurulu'nun belirleyeceği illerdeki gönüllü ve geçici köy korucularının kimi suçlarına koşullu af getirilmekte, bunlardan isteyenlere silâh taşıma ve bulundurma ruhsatı verilebilmesi öngörülmektedir. Yasakoyucu affın kapsamını belirleyip, aftan yararlanmayı kimi koşullara bağlayabilir. Ancak, aynı hukuksal durumda bulunanlar arasında ayırım yapamaz.
Tümcede, Bakanlar Kurulu'nun tesbit edeceği illerdeki korucularla, bunlar dışında kalan illerdeki korucuların hukuksal durumları aynıdır. Hukuksal durumları aynı olanlar arasında haklı bir nedene dayandırılmaksızın farklılık yaratılması eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağından, dava konusu tümcenin "Bakanlar Kurulunun tesbit edeceği illerde..." sözcükleri Anayasa’nın 10. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Tümcenin kalan bölümünün ise Anayasa'ya aykırı olmadığı sonucuna varılmıştır. İptal isteminin reddi gerekir.
Dava konusu tümcenin yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağına ilişkin Anayasa’nın 9. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
5- 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu'na Yasa’nın 10. Maddesiyle Eklenen, Ek Madde 1’in İncelenmesi
Davacılar, iptali istenilen düzenlemeyle Anayasanın 20. maddesinde belirtilen özel hayatın gizliliği ilkesinin zedelendiğini; bilginin niteliğinin ve toplanma amacının belirtilmediğini, bu nedenle de maddenin adli soruşturma ve kovuşturmanın istisnası olarak değerlendirilemeyeceğini; genel kolluk kuvvetlerinin bilgisayarlarında kişisel bilgilerin toplanması yetkisinin tanındığını; yetkinin hangi koşullarda verileceğinin ve yetki kullanılırken hangi ilkelere uyulması gerektiğinin belirlenmediğini; bu nedenlerle, demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayan kuralın, Anayasa'nın 2., 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
4178 sayılı Yasa’nın 10. maddesi ile, 1774 sayılı Kimlik Bildirme Yasası’na eklenen ek madde şöyledir:
“Bu Kanunun uygulanması sırasında genel kolluk kuvvetlerine ait karakollara, il merkezlerinden de sorgulanabilen bilgisayar terminalleri konulur. Bunun için gerekli giderler İçişleri Bakanlığı bütçesine konulacak ödenekten karşılanır.
İdarenin bilgisayar sistemi kurması ve gerekli teknik altyapıyı hazırlamasıyla birlikte bu Kanunun 2 nci maddesinde sayılan özel veya resmi, her türlü konaklama tesislerinden. Bakanlar Kurulunca belirlenecek olanlar, tesbit ve ilan tarihinden itibaren 3 yıl içerisinde tüm kayıtlarını bilgisayarda tutmak ve bilgisayar terminallerini genel kolluk kuvvetlerinin bilgisayar terminallerine bağlamak zorundadırlar. Bu şartı yerine getirmeyen kuruluşlara 50 milyon lira para cezası verilir. Tekrarı halinde işletme ruhsatları iptal edilir.”
Kimlik Bildirme Yasası'nın 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanunda sayılan özel veya resmi her türlü konaklama, dinlenme, bakım ve tedavi tesisleri ve işyerleri ile konutlarda geçici veya sürekli olarak kalanlar, oturanlar, çalışanlar ve ayrılanların kimliklerinin tesbiti ve bildirilmesi bu Kanun hükümlerine göre yapılır” denilmiş; 2. maddesinde de konaklama tesisleri; “Otel, motel, pansiyon, bekar odaları, kamp, kamping, tatil köyü ve benzeri her türlü özel veya resmi konaklama yerleri ile özel sağlık müesseseleri, dinlenme ve huzur evleri, dini ve hayır kurumlarının sosyal tesisleri olarak belirtilmiştir. Bakanlar Kurulu da 27.12.1997 gün ve 97/10493 sayılı kararname ile otel, motel ve tatil köyleri ile 30 yatak üzerinde kapasitesi olan özel veya resmi konaklama yerleri ve yatarak tedavi uygulayan özel sağlık müesseselerini madde ile getirilen yükümlülüklerden sorumlu tutmuştur.
Bakanlar Kurulu’nca belirlenecek konaklama tesislerinin bilgisayarlarındaki bilgiler her konuda yararlanılmak için değil, sadece 1774 sayılı Yasa’nın uygulanmasını sağlamak amacıyla genel kolluk kuvvetlerinin bilgisayarlarına aktarılmaktadır.
1774 sayılı Kimlik Bildirme Yasası’nın amacı, genel gerekçesinde şöyle açıklanmaktadır:
“Milli güvenlik, kamu düzeni, kamu, toplum ve kişi yararı yönünden ülkemizdeki nüfus yerleşimi ve hareketlerinin; yabancıların geliş gidişlerinin, kaldıkları ve çalıştıkları yerler itibariyle tesbiti ve izlenmesi zorunluluğu vardır.
Vatandaşın seyahat, dilediği yerde oturma ve dilediği alanda çalışma hürriyeti Anayasa ile sağlanmış temel haklardan olmakla beraber kamu güvenliğini ve düzenini sağlamakla görevli Devlet örgütlerinin bu konuda bazı bilgilere sahip olması gerekliği ve bunun büyük önemi çok açık bir gerçektir. Esasen bu bilgilerin toplanmasını sağlamak maksadıyla Anayasa’ya uygun olarak alınacak kanuni tedbirlerin yukarıda sözü edilen temel hakların özü ile doğrudan doğruya bir ilgisi de bulunmamaktadır. ... Demokratik idare tarzına sahip Batı memleketlerinde de çeşitli şekillerde uygulandığı bilinen kimlik bildirme sisteminin tesisi ile elde edilecek bilgiler, kolluk hizmetlerinin yürütülmesinde büyük faydalar sağlayacağı gibi, kamu hizmetlerini ifa eden diğer kuruluşlar için de gerektiğinde yararlanılacak değerli bir kaynak olacaktır.”
Anayasa'nın 20. maddesinde, herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu; adli soruşturma ve kovuşturmanın gerektirdiği istisnalar dışında bunların gizliliğine dokunulamayacağı açıklanmış, 13. maddesinde de, temel hak ve hürriyetlerin. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin. Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle. Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamayacağı, öngörüldükleri amaç dışında kullanılamayacağı, maddede yer alan genel sınırlama sebeplerinin temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerli olduğu belirtilmiştir.
1774 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde sayılan özel veya resmi her türlü konaklama tesislerinden Bakanlar Kurulu’nca belirlenenlerde tutulacak kayıtların genel kolluk kuvvetlerinin bilgisayar terminallerine bağlanması zorunluluğunu getiren dava konusu kuralın, kamu düzeni, genel asayiş ve kamu yararını sağlama amacına yönelik olması ve demokratik toplum düzeninin gereklerine de aykırı bir yönü bulunmaması nedeniyle. Anayasa'nın 2. 13. ve 20. maddelerine aykırı olmadığı sonucuna varılmıştır. İptal isteminin reddi gerekir.
VI- İPTAL HÜKMÜNÜN YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
Anayasa'nın 153. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 53. maddesi uyarınca; kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü veya bunların belirli madde veya hükümleri, iptal kararının Resmî Gazete'de yayımlandığı gün yürürlükten kalkar. Ancak. Anayasa Mahkemesi, iptal kararı ile doğacak hukuksal boşluğu, kamu düzenini tehdit veya kamu yararını ihlal edici nitelikte görürse, boşluğun doldurulması için iptal kararının yürürlüğe gireceği günü ayrıca kararlaştırabilir.
4178 sayılı Yasa'nın 1. maddesiyle değiştirilen 5442 sayılı Yasa’nın 11. maddesinin (D) fıkrasının ikinci paragrafının "kanun ve kanun hükmünde kararnamelerle kurulan fonlardan yapılacak aktarmalar" yönünden onuncu tümcenin iptali ile Yasa’nın 3. maddesiyle 3713 sayılı Yasa’ya eklenen Ek Madde 2’nin iptali sonucu meydana gelen hukuksal boşluk kamu düzenini tehdit ve kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, bu kurallara yönelik iptal hükmünün kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
VII- SONUÇ
29.8.1996 günlü. 4178 sayılı "İl İdaresi Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Kuvvetli Tayın Kanunu, Er Kazanından İaşe Edileceklere İlişkin Kanun, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun ve Kimlik Bildirme Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A- I. maddesiyle değiştirilen 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinin (D) fıkrasının,
1- Birinci paragrafının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- İkinci paragrafının,
a- İkinci tümcesinde yer alan "... ve görevde kalış süresi ..." sözcüklerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Samia AKBULUT, Mustafa BUMİN ile Ali HÜNER'in karşıoyları, Fulya KANTARCIOĞLU’nun "Tümcenin tümüyle iptal edilmesi gerektiği" görüşü ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- Onuncu tümcesinin “Kanun ve kanun hükmünde kararnamelerle kurulan fonlardan yapılacak aktarmalar” yönünden Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Samia AKBULUT ile Lütfi F. TUNCEL’in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
c- Onüçüncü tümcesinde yer alan “Bu harcamalar... 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu hükümlerine tabi değildir” kuralının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Lütfi F. TUNCEL’in “Tümcenin yalnızca 832 sayılı Yasa yönünden iptali gerektiği” yolundaki karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
d- Kalan bölümlerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE.
B- 2. maddesiyle 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'na eklenen Ek Madde 1’in Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Ahmet Necdet SEZER. Fulya KANTARCIOĞLU, Mahir Can ILICAK ile Rüştü SÖNMEZ’in, "Maddenin beşinci tümcesinde yer alan ‘Görevlendirilen mülki idare amiri ... genel güvenlik ve kamu düzeni bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, giren çıkan yolcular ile buralarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar personelinin üstlerini, araçlarını ve eşyalarını aratabilir’ kuralının Anayasa’ya aykırı olduğu ve iptali gerektiği” yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C- 3. maddesiyle 3713 sayılı “Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen Ek Madde 2'nin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE. Lütfi F. TUNCEL'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D- 7. maddesiyle 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanuna eklenen Geçici Madde 9’un birinci tümcesinin.
1- “Bakanlar Kurulunun tespit edeceği illerde ..." sözcüklerinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E- 10. maddesiyle 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanun’a eklenen Ek Madde 1'in Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE.
F- 1. maddesiyle değiştirilen 5442 sayılı Yasa'nın 11. maddesinin (D) fıkrasının ikinci paragrafının “Kanun ve kanun hükmünde kararnamelerle kurulan fonlardan yapılacak aktarmalar” yönünden iptal edilen onuncu tümcesi ile Yasa'nın 3. maddesiyle 3713 sayılı Yasa'ya eklenen Ek Madde 2’nin iptali nedeniyle meydana gelen hukuksal boşluk kamu düzenini tehdit ve kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 2949 sayılı Yasa'nın 53. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları gereğince BU KURALLARA YÖNELİK İPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMİ GAZETEDE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE. OYBİRLİĞİYLE, 6.1.1999 gününde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
5442 sayılı İl İdaresi Yasası'na 4178 sayılı Yasa ile eklenen ek 1. maddenin beşinci tümcesinde. “Görevlendirilen mülki idare amiri Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile Gümrük Kanununun arama ile ilgili hükümleri saklı kalmak üzere, genel güvenlik ve kamu düzeni bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, giren çıkan yolcular ile bunlarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar personelinin üstlerini, araçlarını ve eşyalarını aratabilir” denilmektedir.
Anayasa'nın “özel hayatın gizliliğini" düzenleyen 20. maddesinin ikinci fıkrasında, yasanın açıkça gösterdiği durumlarda, yöntemine göre verilmiş yargıç kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda da yasayla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstünün, özel kağıtlarının ve eşyasının aranamayacağı ve bunlara el konulamayacağı belirtilmiştir.
Özel yaşamın gizliliğinin korunması bireyin temel haklarından olması nedeniyle, anayasalarda ve uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınmıştır. Buna ilişkin getirilecek sınırlamaların öze dokunmaması asildir. Bu bağlamda bireyin üstünün ve eşyalarının aranması sınırlama anlamına geleceğinden, hangi durumlarda yapılacağına ilişkin belirsizlikler bu hakların özünü zedeler. Belirsizlik sonucunda doğacak keyfi uygulamalardan insan onuru zarar görür. Aramanın yapılacağı zorunlu durumların açıkça belirlenmesi bu onurun güvencesidir.
İptali istenen kuralda, “kanunla yetkili kılınan merci” gösterilmiş olmasına karşın bu yetkinin hangi durumlarda kullanılabileceğine ilişkin yeterli açıklık getirilmemiştir. Genel güvenlik ve kamu düzeninin korunması amacıyla aramanın yapılabileceğine yetki verilmesi, Anayasa’nın 20. maddesinde öngörülen “gecikmesinde sakınca bulunan haller" kapsamında düşünülemez. Genel güvenlik ve kamu düzeninin korunması amacı, sınırları açıklığa kavuşturulmadıkça yargısal denetimi zor olan durumlardır. “Gecikmesinde sakınca bulunan haller"in yasada açıkça gösterilmesi gerekir.
Bu nedenle, 5442 sayılı İl İdaresi Yasası’na 4178 sayılı Yasayla eklenen ek 1. maddenin beşinci tümcesinin Anayasa’nın 20. maddesine aykırı olduğunu düşünüyor ve çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY YAZISI
4178 sayılı Yasa’nın 1. maddesiyle değiştirilen 5442 sayılı İl İdaresi Yasası'nın 11. maddesinin (D) fıkrasının ikinci paragrafının ikinci tümcesinde yer alan,''... ve görevde kalış süresi ...” sözcüklerinin iptaline ilişkin çoğunluk görüşüne aşağıda açıklanan nedenlerle katılmıyoruz.
5442 sayılı İl İdaresi Yasanın 4178 sayılı Yasa ile değiştirilen 11. maddesinin (D) fıkrasının ikinci paragrafında, vali tarafından askeri birliklerden yardım istenmesi halinde, muhtemel olaylar için istenen askeri kuvvetin, valinin görüşü alınarak olaylara hızla el koymaya uygun yerde, cereyan eden olaylar için de olay yerinde hazır bulundurulacağı, olayların niteliğine göre istenen askeri kuvvetin çapı ve görevde kalış süresinin vali ile koordine edilerek askeri birliğin komutanı tarafından belirleneceği belirtilmiştir.
Dava dilekçesinde, askeri kuvvetin çapı ve görevde kalış süresinin, vali ile koordine edilse bile askeri birliğin komutanı tarafından belirlenmesinin Anayasanın 2. ve 7. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istenilmiş. Anayasa Mahkemesi'nce, istenilen askeri birliğin çapının askeri birliğin komutanınca belirlenmesinde, askeri birliğin olanak ve yeteneklerini en iyi tanıyıp değerlendirebilecek konumda olan askeri birlik komutanına yetki tanınmasında Anayasa'nın 2. ve 7. maddelerine aykırılık görülmez iken, askeri kuvvetin görevde kalış süresinin vali ile koordine edilerek askerî birliğin komutanı tarafından belirlenmesi Anayasa’nın 2. maddesindeki “hukuk devleti” ilkesine aykırı görülmüştür.
Olayların önlenmesi için istenen askeri birliğin görevde kalış süresinin vali ile koordine edilerek askeri birliğin komutanınca belirlenmesine olanak veren dava konusu kuralla, askeri birliğin komutanına olağanüstü hal veya sıkıyönetim ilanı gibi bir yetki verildiği ve yönetimin de askeri otoriteye devredildiği söylenemez. Unutmamak gerekir ki, sadece askeri kuvvetin görevde kalış süresi, vali ile yapılacak koordinasyon sonucu, askeri birliğin komutanı tarafından belirlenecektir. Askeri gücün çapının birliğin komutanı tarafından belirlenmesine hak veren nedenler aynen görevde kalış süresinin birlik komutanınca saptanmasında da geçerlidir. Zira, olayın niteliğine göre, gerekli önlemin hangi çapta bir askeri kuvvetle bastırılabileceğini en iyi bilebilecek durumda olan birlik komutanı, kuşkusuz ki birliğin görevde kalış süresini de isabetli biçimde saptayabilecek konumdadır.
İstenen askeri kuvvetin çapı ile görevde kalış süresinin belirlenmesinde askerî birliğin komutanına yetki verilmesiyle, sivil idarenin askeri idareye devredildiği ve rejimin Anayasa dışı askeri bir rejim haline geldiği yolundaki savlara da katılma olanağı yoktur. Çünkü, görev yapacak olan askeri birlik, Olağanüstü Hal Yasası veya Sıkıyönetim Yasası ile askeri yönetime verilen yetkileri kullanmayacak, sadece olağan dönemlerde kolluk kuvvetlerinin sahip oldukları yetkilere sahip olacaktır. Başka bir anlatımla, zorunluluk nedeniyle, kolluğun yetkileri askeri birlik tarafından kullanılacaktır ki, bunun da askeri bir yönetim olmadığı açıktır.
Öte yandan, göreve gelen askeri birliğin görevde kalma süresini kendisinin belirlemesi nedeniyle, görevini yerine getirmesine ve ihtiyaç kalmasına karşın asli görevine dönmeyebileceği gibi bir kuşkuya da yer yoktur. Zira, yönetim askeri idareye geçmediğinden böyle bir durumda vali, daha üst mercilere başvurarak görevini bitirdiğini açıklamak suretiyle askeri birliğin geri dönmesini sağlayabilecektir. Sonuç itibariyle vali askeri birliği getirebilmek için hangi yollara başvurmuş ise gönderebilmek için de aynı yollara başvurabilecektir.
Açıklanan nedenlerle, çağırılan birliğin görevde kalış süresinin birlik komutanınca belirlenmesini sağlayan kuralda, Anayasa'nın 2. ve 7. maddelerine aykırılık bulunmadığından, bu kurala yönelik iptal isteminin de reddi gerekeceği oyuyla kararın bu bölümüne katılmıyoruz.
KARŞIOY YAZISI
Anayasa Mahkemesi'nin 6.1.1999 günlü. E. 1996/68. K. 1999/1 sayılı kararıyla, 29.8.1996 günlü, 4178 sayılı Yasa’nın kimi kurallarının iptaline karar verilmiştir.
İptaline karar verilen kurallardan aşağıda belirtilenlere, açıkladığım gerekçelerle katılmıyorum.
1- 4178 sayılı Yasa’nın 1. maddesiyle değiştirilen 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinin (D) fıkrasının onuncu tümcesinin. ‘‘kanun ve kanun hükmünde kararnamelerle kurulan fonlardan yapılacak aktarmalar’’ yönünden Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
Onuncu tümce ile, 5442 sayılı Yasa’nın 11. maddesinin (d) fıkrasında belirlilen hizmetler nedeniyle doğan acil ihtiyaçlar için yapılacak harcamaların. İçişleri Bakanlığı bütçesine konulan ödenek ve buna ek olarak da. Bakanlar Kurulu’nca uygun görülecek fonlardan yapılacak aktarmalarla karşılanması öngörülmüştür.
Bakanlar Kurulu’nun belirleyeceği, hangi fondan ne miktarda aktarma yapılacağının belirlenmesidir. Bu konuda bütün fonların bağlı olacağı ortak bir kuralın belirlenmesi olanaklı değildir. Zira aktarma yapılacak döneme göre, Bakanlar Kurulu’nca, fonların malî yapıları gözden geçirilecek ve buna göre bir aktarmaya karar verilecektir. Bundan sonraki bölümü, fonların kendi mevzuatlarının olur verdiği ölçüde yapılacaktır. Bu nedenlerle, kuraldaki aktarma yetkisi, fon yasalarında değişiklik yapılması ya da yasama yetkisinin devri olarak düşünülemez.
İlde çıkan ya da çıkması olası olayların önlenmesi için askeri kuvvet kullanılması gerektiğinde, ortaya çıkan acil ve zururi gereksinimlerin karşılanması bakımından, yönetime hemen uygulanabilir yetkilerin verilmesi gerekir. Acil ihtiyaçların çapını ve bunlar için hangi fondan ne miktarda aktarma yapılacağını önceden yasa ile belirleme olanağı yoktur. Böyle bir durumda Bakanlar Kurulu’na verilen “aktarma yetkisi’ni, Anayasa’nın 7. maddesinde kurala bağlanan “yetki devri” olarak yorumlamak olanaklı değildir. Nitekim benzer düşüncelerle. Anayasa Mahkemesi, 4160 sayılı Yasa’nın 1. maddesiyle. 1050 sayılı Yasa’ya eklenen Ek Madde 8’in, üçüncü fıkrasının, ikinci tümcesinde yer alan "ancak bunların (bütçe dışı fonların) müşterek fon hesabında toplanan gelirlerinden Maliye Bakanı ve Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakanın birlikte teklifi üzerine Başbakanın onayı ile belirlenecek oran ve miktarlarda kesinti yapılarak genel bütçeye gelir kaydedilir” biçimindeki kuralı; Başbakan a verilen yetkinin. “Yetki devri” niteliğinde olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Halbuki onuncu tümce kuralında, aktarma yetkisi. Başbakana da değil, Bakanlar Kurulu’na tanınmaktadır.
Açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
2- (D) Fıkrasının onüçüncü tümcesinde yer alan “Bu harcamalar ... 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu hükümlerine tabi değildir” kuralının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
Kararda, 832 sayılı Yasa ile 1050 sayılı Yasa’nın birbirinin tamamlayıcısı olduğu, bu nedenle de birlikte düşünülmesi gerektiği görüşü ağırlık kazanmıştır. Halbuki, Devletin bilumun envalinin idare ve muhasebesini düzenleyen, 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu, 832 sayılı Sayıştay Kanunu'ndan ayrı kuralları içeren genel bir yasadır. Bu yasa, 832 sayılı Sayıştay Yasası'nda olduğu gibi, anayasal bir kuralın gereğini yerine getirmek için değil; devlet emvalinin idaresini ve muhasebesini düzenlemek üzere, Anayasa'nın 87. maddesine uygun olarak. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin takdir yetkisini kullanarak çıkardığı bir yasadır. Bu nedenle, bu iki yasayı birbirinden ayrılamaz ya da birbirinin devamı iki yasa olarak yorumlamak olanaklı değildir.
Yasakoyucu bir yandan onüçüncü tümcede 1050 sayılı Yasa’nın uygulanmamasını öngörürken, öte yandan da onbirinci tümcede, “Bu madde uyarınca kuruluş ve kişilerden sağlanan ve satın alınan malzeme, araç ve gereçlerin satın alma, kira ve kullanım bedelleri ile işçi ücretleri ve benzeri giderler için ödeme emri beklenmez. İçişleri Bakanı veya valinin onayı yeterli sayılır"; Ondördüncü tümcede de. “ödemeler usul ve esasları Maliye Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir" kurallarına yer vererek, ödemelerin hangi usullerle yapılacağını da hükme bağlamıştır. Nitekim. “Olayların Önlenmesine İlişkin Tedbirler Dolayısıyla Yapılacak Acil ve Zorunlu Harcamaların Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik" hazırlanarak, 30.12.1996 günlü, 22863 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Kural olarak, kimi özellik ve ivedilik arz eden Devlet harcamalarının usul ve esaslarının, 1050 sayılı Yasa dışında, anayasal kurallara aykırı olmamak koşuluyla yasakoyucunun düzenleyeceği başka bir yasa ile belirlenmesi ve ayrıntılarının saptanmasının da yönetmeliğe bırakılması, Anayasa'nın 7. ve 87. maddelerine aykırılık oluşturmaz.
Açıklanan nedenlerle onüçüncü tümcede yer alan, 832 sayılı Sayıştay Kanunu'na ilişkin hükmünü, 1050 sayılı Yasa ile birlikte düşünülmesi ve bu nedenle de iptal hükmünün her iki yasayı da kapsaması gerektiği yolundaki çoğunluk görüşüne ve buna bağlı olarak da “Bu harcamalar ... 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununa tabi değildir” kuralının da iptaline ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
3- 4178 sayılı Yasa'nın 3. maddesiyle. 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası'nı eklenen, ek madde 2‘nin. Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
Anayasa'ya aykırılık kararı, Anayasa’nın hukuk devleti ilkesini kurala bağlayan 2.; herkesin, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğunu kurala bağlayan 17. ve temel hak ve özgürlüklerin Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabileceğini ve bunun koşullarını belirleyen 13. maddesine dayandırılmıştır.
Ek madde 2 de, “terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda teslim ol emrine itaat edilmeyerek silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde kolluk kuvveti görevlileri, failleri etkisiz kılmak amacıyla doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silah kullanmaya yetkilidir” denilmektedir.
Sırasıyla gözden geçirildiğinde, maddede kimi önemli belirlemelerin yer aldığı ve ancak bunların oluşması halinde silah kullanılabileceği anlaşılmaktadır.
- Öncelikle bir terör örgütü olacaktır. (Terör örgütünün ne anlama geldiği, 3713 sayılı Yasa’nın 1. maddesinde açıklanmıştır.)
- Terör Örgütüne karşı bir operasyon icra edilecektir.
- Bu örgüte güvenlik güçlerince “teslim ol” çağrısı yapılacaktır.
- Teröristler bu “teslim ol" emrine itaat etmeyecek ve silah kullanmaya teşebbüs edecektir.
Bu koşulların oluşmasından sonra, kolluk kuvveti görevlileri;
- Failleri etkisiz kılmak amacıyla;
- Doğruca ve duraksamadan;
- Hedefe karşı ateşli silah kullanabileceklerdir.
Maddede, ateşli silah kullanımında; bir oranlıkla ve ölçülülük gözetilmiştir. Güvenlik güçlerinin hiçbir koşul gözetmeden rastgele ve öldürmek kaydıyla ateş etmesi söz konusu olmadığı gibi, maddeden böyle bir anlamın çıkarılması da olanaklı değildir.
Herşeyden önce maddede, teröristlerin silah kullanmaya teşebbüs etmeleri halinde, güvenlik güçlerinin buna ateşli silahla mukabelelerine olanak sağlandığı, bunun da saldırının önlenmesinde oranlılık ilkesinin aşılacağı anlamına geldiği görüşlerinde isabet bulunmamaktadır.
Zira, yasakoyucunun iradesi, silaha silahla mukabele edilmesidir. Birinde silah, diğerinde ateşli silah denilmesi bir anlatım biçimidir. Her ikisinde de kastedilen ateşli silahlar olduğu düşünülmektedir.
Ayrıca maddede açıkça belirtilmese de, “silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde" denilerek silah kullanımının ancak yasal savunma durumunda olacağı anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, “herkes, yaşama, maddi ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” denildikten sonra son fıkrasında da mahkemelerce verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesiyle meşru müdafaa hali, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması ... sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır denilmiştir.
Madde içinde yer alan bu özel sınırlamanın yanısıra, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasıyla ilgili Anayasa'nın 13. maddesindeki genel düzenlemede de. “Temel hak ve hürriyetler. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle. Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir.
Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz.
Bu maddede yer alan genel sınırlama sebepleri temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerlidir" denilmiştir.
Teröristlerle yapılan mücadelede, “teslim ol" emrine itaat edilmeyerek, silah kullanılmaya teşebbüs edilmesi halinde, artık kimi yorumların yapılmasına fazlaca bir zaman kalmayan, tam bir yasal savunma hakkı doğmaktadır.
Kuşkusuz, saldırı ile savunma arasındaki dengenin aşılıp aşılmadığı, yasal savunmayı gerektirecek nitelikte bir saldırının olup olmadığının takdiri yargı yerlerine aittir. Bu gibi hususların en ince ayrıntısına kadar yasa ile belirlenmesi olanağı bulunmamaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bir kararında da belirttiği gibi, “zaruret sınırının aşılması konusunda failin o anda içinde bulunduğu ruh halini de adil bir şekilde gözönünde tutmak lazımdır. Hakimin failin zaruret sınırını aşma derecesini doğru olarak takdir edebilmesi için, kendisini tecavüze uğrayan ve o anda ruh hali değişmesi icap eden failin yerine koyması gerekir.”
Ek madde 2 ile güvenlik güçlerine tanınan silah kullanma yetkisi, sadece 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası’nın öngördüğü koşullarda söz konusu olacaktır. Bunun dışındaki silah kullanmalar polisin, jandarmanın ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin kendi özel yasalarına göre yapılacaktır.
Bu nedenlerle, yasa koyucunun, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, millî güvenliği, kamu düzenini ve genel asayişi gözeterek böyle bir düzenleme yapmasında. Anayasa'nın 2. ve 13. maddelerine bir aykırılık bulunmadığı gibi, bir yasal savunma durumunun söz konusu olduğu hallerde ateşli silah kullanılmasında da Anayasa’nın 17. maddesine bir aykırılık yoktur.
Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 2., 13. ve 17. maddelerine aykırılık oluşturmayan Ek Madde 2‘nin, iptali yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinin, 29.8.1996 günlü 4178 sayılı Yasa ile değiştirilen (D) fıkrasının, Vali tarafından askeri birliklerden yardım istenmesi halini düzenleyen ikinci paragrafının ikinci tümcesinde. “Olayların niteliğine göre istenen askeri kuvvetin çapı ve görevde kalış süresi vali ile koordine edilerek, askeri birliğin komutanı tarafından belirlenir" kuralına yer verilmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde söz edilen demokratik hukuk devletinin önde gelen özelliklerinden biri de kriz hukukunun uygulanmasını zorunlu kılan olağanüstü durumlar dışında yönetimin, sivil otoritelere ait olmasıdır. Bu bağlamda, İl İdaresi Yasası da bir olağan dönem yasasıdır. Vali tarafından askeri birliklerden yardım istenmesi ise olağan dönemdeki ayrık bir durumdur. Bu nedenle, ilin yönetimi ve güvenliğiyle ilgili konularda işin niteliği gereği askeri birliğin komutanı ile eşgüdüm zorunlu görüldüğünde de. son kararın, Vali’ye ait olması gerekir. Tersine bir düşüncenin demokratik hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmasına olanak bulunmadığından dava konusu tümcenin yalnız “askeri birliğin görevde kalış süresi" ile sınırlı olarak değil “çap”ını da kapsayacak biçimde tümüyle iptali gerekmektedir.
Öte yandan, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'na 29.8.1996 günlü 4178 sayılı Yasa ile eklenen Ek Madde 1'in beşinci tümcesine göre, görevlendirilen mülki idare amiri Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile Gümrük Kanununun arama ile ilgili hükümleri saklı kalmak üzere, genel güvenlik ve kamu düzeni bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, giren çıkan yolcular ile buralarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar personelinin üstlerini, araçlarını ve eşyalarını aratabilir.
Anayasa'nın “Özel hayatın gizliliği"ni düzenleyen 20. maddesinin ikinci fıkrasında, “Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz" denilmektedir.
“Arama"yı olağan dönemlerde yasanın açıkça belirlemesi koşuluyla yargıç kararına bağlayan bu Anayasa kuralı, ancak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, kanunla yetkili kılınan merciin emriyle aramaya izin vermektedir. Dava konusu kural ise, nitelikleri sınırlarının çizilmesine uygun olmayan genel güvenlik ve kamu düzeni gibi nedenlerle, mülki idare amirine gerekli gördüğü hallerde çok geniş bir arama yetkisi vermektedir. Oysa Anayasa'nın 20. maddesine göre usulüne uygun olarak verilmiş bir yargı kararı olmadıkça arama yapılabilmesi, “gecikmesinde sakınca bulunan haller”le sınırlıdır. Dava konusu kuralla mülki idare emirlerine verilen arama yetkisinin kullanılabilmesinde ise gecikmesinde sakınca bulunması halinin aranmaması ve ne gibi durumların genel güvenlik ve kamu düzeni yönünden sakınca yaratacağının belirtilmemesi, özel hayatın korunması konusunda Anayasa'nın 20. maddesi ile tanınan güvenceleri yok ederek Anayasa'ya aykırılık oluşturmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.