Dosya olarak kaydet: PDF - TIFF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

MAHMUT DURAN VE DİĞERLERİBAŞVURUSU

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başkan : Engin YILDIRIM

Üyeler : Celal Mümtaz AKINCI

Muammer TOPAL

M. Emin KUZ

Recai AKYEL

Raportör : Ayhan KILIÇ

Başvurucular : 1. Mahmut DURAN

2. Niyazi GÜLER

Vekili : Av. Şükrüye Asuman GÜROL TURANBOY

3. Muharrem CAM

4. Kemal TÜTÜNCÜ

5. Mehmet ŞAHİN

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, fiili zilyedi bulundukları ve tapuda kayıtlı olmayan taşınmazların mera olarak tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. 2014/11441, 2014/11442 ve 2014/11444 numaralı bireysel başvurular 24/6/2014 tarihinde; 2014/10934 ve 2014/10940 numaralı bireysel başvurularise 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. 2014/11442, 2014/11444, 2014/10934 ve 2014/10940 numaralı bireysel başvuru dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2014/11441 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve 2014/11442, 2014/11444, 2014/10934 ve 2014/10940sayılı bireysel başvuru dosyaları kapatılmıştır. Sonuç olarak inceleme 2014/11441 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür.

6. 2014/11441 sayılı başvuruda, başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunmayacağını bildirmiştir.

7. İncelemenin yürütüldüğü 2014/11441 sayılı başvuruda Bakanlıktan görüş istenmiş olması ve birleşen diğer dosyaların da konu itibarıyla aynı olması gözönünde bulundurularak birleşen dosyalar yönünden ayrıca Bakanlıktan görüş istenmesine gerek görülmeyerek başvurunun incelenmesine geçilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvurucular Mahmut Duran, Niyazi Güler, Muharrem Cam, Kemal Tütüncü ve Mehmet Şahin sırasıyla 1937, 1946, 1938,1926 ve 1936 doğumlu olup Seydişehir'de ikamet etmektedirler.

9. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Yargılama Öncesi ve İlk Derece Aşamasına İlişkin Süreç

1. Başvurucu Mahmut Duran Yönünden

10. Başvurucunun zilyedi bulunduğu ve Konya ili Seydişehir ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan taşınmaz, 4/5/1984 tarihinde 2842 parsel numarasıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Kadastro tespit tutanağında, tapuda kaydı bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan taşınmazın işgal edilerek tarla hâline getirildiğine dair not düşülmüştür.

11. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine 16/6/1988 tarihinde Seydişehir Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmazın 1955 yılında babası tarafından düğün bedeli olarak kendisine verildiğini ve o tarihten beri zilyedi bulunduğunu belirtmiştir.

12. Mahkeme, 17/7/1989 tarihli duruşmada dava dosyasının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13 sayılı dosya ile birleştirilerek esas kaydının kapatılmasına ve incelemenin E.1986/13 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir.

13. Mahkeme, 1/7/1992 tarihinde mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra 19/8/1992 tarihinde davayı kabul ederek taşınmazın başvurucu adına tescil edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve bilirkişi görüşlerinden hareketle başvurucunun kadastro tarihi itibarıyla yirmi yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız zilyet bulunduğu gerekçesine dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede bulunan dört parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının kesinleşmiş olduğu hususu da vurgulanmıştır.

2. Başvurucu Niyazi Güler Yönünden

14. Başvurucu, Konya ili Seydişehir ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan ve tapu kütüğüne kayıtlı bulunmayan taşınmazı 31/10/1973 tarihli harici satış senediyle üçüncü kişilerden satın almıştır. Başvurucunun fiili zilyedi bulunduğu söz konusu taşınmaz, 8/5/1984 tarihinde 2857 parsel numarasıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Kadastro tespit tutanağında, tapuda kaydı bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan taşınmazın işgal edilerek tarla hâline getirildiğine dair not düşülmüştür.

15. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine 1/10/1988 tarihinde Seydişehir Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmaza 1973 tarihinden beri zilyet bulunduğunu, ondan önce de taşınmazın, taşınmazı satın aldığı kişinin fiili zilyetliğinde olduğunu belirtmiştir.

16. Mahkeme, 17/7/1989 tarihli duruşmada dava dosyasının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13 sayılı dosya ile birleştirilerek esas kaydının kapatılmasına ve incelemenin E.1986/13 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir.

17. Mahkeme, 1/7/1992 tarihinde mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra 8/7/1992 tarihinde davayı kabul ederek taşınmazın başvurucu adına tescil edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve bilirkişi görüşlerinden hareketle önceki sahibin ve başvurucunun kadastro tarihi itibarıyla toplamda yirmi yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız zilyet bulundukları gerekçesine dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede bulunan dört parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının kesinleşmiş olduğu hususu da vurgulanmıştır.

3. Başvurucu Mehmet Şahin Yönünden

18. Başvurucunun zilyedi bulunduğu ve Konya ili Seydişehir ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan üç taşınmaz 20/12/1983 tarihinde 2788, 2790 ve 2793 parsel numaralarıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Kadastro tespit tutanağında, tapuda kaydı bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan taşınmazın işgal edilerek tarla hâline getirildiğine dair not düşülmüştür.

19. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine 31/12/1985 tarihinde Seydişehir Tapulama (Kadastro) Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmazlara elli yıldan beri murisinin ve sonra da kendisinin zilyet bulunduğunu belirtmiştir.

20. Mahkeme 30/7/1986 tarihinde mahallinde keşif yapmıştır.

21. Mahkeme, 6/7/1988 tarihli duruşmada dava dosyasının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13 sayılı dosya ile birleştirilerek esas kaydının kapatılmasına ve incelemenin E.1986/13 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir.

22. Mahkeme, 22/5/1992 tarihinde tekrar mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra, 5/8/1992 tarihinde davayı kabul ederek taşınmazın başvurucu adına tescil edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve bilirkişi görüşlerinden hareketle başvurucunun kadastro tarihi itibarıyla toplamda yirmi yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız zilyet bulunduğu gerekçesine dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede bulunan dört parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının kesinleşmiş olduğu hususu da vurgulanmıştır.

4. Başvurucu Muharrem Cam Yönünden

23. Başvurucunun zilyedi bulunduğu ve Konya ili Seydişehir ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan altı adet taşınmaz 22/12/1983 tarihinde 2787, 2815, 2835, 2847, 3049 ve 3050 parsel numaralarıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Başvurucu, 2815 parsel nolu taşınmazı 1/7/1975 tarihli harici satış senediyle üçüncü kişiden satın almıştır. 3049 ve 3050 parsel numaralı taşınmazlar ise kendisine miras yoluyla devredilmiştir. Kadastro tespit tutanağında, tapuda kaydı bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan taşınmazların işgal edilerek tarla hâline getirildiğine dair not düşülmüştür.

24. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine, 2787, 2815, 2847 sayılı parsellere ilişkin olarak 14/1/1986 tarihinde; 2835, 3049 ve 3050 sayılı parsellere ilişkin olarak ise 12/9/1988 tarihinde Seydişehir Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmazlara elli yıldan beri murisinin ve sonra da kendisinin zilyet bulunduğunu belirtmiştir.

25. Mahkeme, 6/7/1988, 14/6/1989 ve 26/61989 tarihlerinde dava dosyalarının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13 sayılı dosya ile birleştirilerek esas kayıtlarının kapatılmasına ve incelemenin E.1986/13 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir.

26. Mahkeme, 10/7/1992 tarihinde mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra 5/8/1992 ve 9/9/1992 tarihlerinde davaları kabul ederek taşınmazların başvurucu adına tescil edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve bilirkişi görüşlerinden hareketle başvurucunun kadastro tarihi itibarıyla toplamda yirmi yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız zilyet bulunduğu ve taşınmazların mera niteliğinde olmadığı gerekçesine dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede bulunan dört parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının kesinleşmiş olduğu hususu da vurgulanmıştır.

5. Başvurucu Kemal Tütüncü Yönünden

27. Başvurucunun zilyedi bulunduğu ve Konya ili Seydişehir ilçesi Taraşçı köyünün Nohuttaş mevkiinde kain olan üç adet taşınmaz, 8/5/1984 tarihinde 2849, 2850 ve 2852 parsel numaralarıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Kadastro tespit tutanağında, tapuda kaydı bulunmayan ve kadimden beri devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan taşınmazların işgal edilerek tarla hâline getirildiğine dair not düşülmüştür.

28. Başvurucu, kadastro tespit tutanağına itiraz etmiş ve itirazın Kadastro Komisyonunca reddi üzerine17/10/1988 tarihinde Seydişehir Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, taşınmazı, uzun yıllardan beri zilyetliğinde bulunduran murisinden 22/5/1960 tarihli harici satış senediyle satın alarak fasılasız nizasız zilyetliğinde bulundurduğunu belirtmiştir.

29. Mahkeme, 17/7/1989 tarihinde dava dosyasının, aralarında irtibat bulunması nedeniyle E.1986/13 sayılı dosya ile birleştirilerek esas kaydının kapatılmasına ve incelemenin E.1986/13 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Ancak Mahkeme, 12/4/1991 tarihinde birleştirme kararından dönerek dosyaları tefrik etmiş ve yargılamaya ayrı dosyalar üzerinden devam etmiştir.

30. Mahkeme, 2/7/1992 tarihinde mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yaptıktan sonra 8/7/1992 tarihinde davayı kabul ederek taşınmazların başvurucu adına tescil edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, keşifte dinlenen tanık beyanlarından ve bilirkişi görüşlerinden hareketle başvurucunun kadastro tarihi itibarıyla toplamda yirmi yılı aşkın bir süre taşınmaza nizasız ve fasılasız zilyet bulunduğu ve taşınmazların mera niteliğinde olmadığı gerekçesine dayanmıştır. Kararın gerekçesinde ayrıca, daha önce aynı bölgede bulunan dört parselle ilgili davacılar lehine verilen tescil kararlarının kesinleşmiş olduğu hususu da vurgulanmıştır.

B. Yargıtay Aşaması ve Sonraki Süreç

31. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 26/4/1993, 6/5/1993 ve 3/4/1995 tarihli kararlarıyla Mahkemece kurulan hükümleri bozmuştur. Yargıtay, Mahkemenin eksik araştırma ve incelemeye dayanarak hüküm kurduğunu belirtmiştir. Kararlarda, komşu dört parsel hakkında verilen kararların görülen dava yönünden kesin hüküm oluşturmayacağı vurgulanmış, dosyada bulunan belgelerden Nohuttaş olarak anılan bölgenin kadim bir mera olduğu ve Taraşçı köylülerince 1970'li yıllardan itibaren paylaşılarak kullanılmaya başlandığı yolunda ciddi iddialar bulunmasına rağmen Mahkemece bunların araştırılmadığı ifade edilmiştir. Kararın gerekçesinde Mahkemenin ne şekilde bir inceleme usulü izlemesi gerektiği detaylı bir biçimde açıklanmıştır. Buna göre Mahkemece, bölgeye komşu olan diğer yerlere ilişkin kararda sayılan bazı parsellerle ilgili tutanaklar ile dayanağı bilgi ve belgelerin getirtilmesi, ilgili kurumlarca daha önce düzenlenen haritaların temin edilmesi, mera ile ilgisi bulunmayan komşu köyden üç mahalli bilirkişi seçilerek mahallinde keşif yapılması, taraf tanıklarının merayla yarar ilişkisi bulunmayan kişilerden seçilmelerinin sağlanması, üç kişilik ziraat bilirkişisinden ayrıntılı rapor alınması, Seydişehir Sulh Ceza Mahkemesince 14/10/1986 tarihinde verilen meraya tecavüzün meni kararına ilişkin dosyanın getirtilerek incelenmesi gerektiği ifade edilmiştir.

32. Bozma kararlarına uyan Mahkeme 26/9/1993 ve 29/9/1995 tarihlerinde öncelikle dosyaların birleştirilmesine karar vermiştir. Mahkeme, Yargıtay bozma kararında belirtilen bilgi ve belgeleri getirttikten sonra 20/5/2011 tarihinde mahallinde keşif yapmıştır. Keşif mahalline bir harita mühendisi ve üç ziraat mühendisi ile komşu köy olan Akçalar köyünden üç mahalli birkişi götürülmüştür. Mahalli bilirkişiler bazı parseller yönünden, taşınmazların bundan elli yıl öncesine kadar harman yeri olarak kullanıldığını, mera olmadığını; diğer bazı parseller yönünden ise taşınmazların bulunduğu yerde bazı arazilerle birlikte meranın da bulunduğunu, söz konusu merada hayvan otlattıklarını, ancak aradan uzun zaman geçtiği için hangilerinin tarla hangilerinin mera olduğunu hatırlamadıklarını beyan etmişlerdir. Başvurucuların tanıkları da, söz konusu arazilerin mera olmayıp harman yeri olarak kullanıldığı yolunda beyanlarda bulunmuşlardır. Ziraat mühendisi bilirkişiler tarafından mahkemeye sunulan raporda özetle, taşınmazların düşük verimli topraklardan olduğu, evveliyatında çayırlık veya boş alan olarak kullanıldığı, son yıllarda da işlenerek tarım arazisi hâline getirildiği görüşleri ifade edilmiştir.

33. Mahkeme 21/10/2011 tarihli kararıyla davayı reddetmiş ve taşınmazların mera olarak tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, mahalli bilirkişilerce dava konusu taşınmazların mera olduğunun beyan edildiği, fen bilirkişisi raporunda ihtilaflı arazilerin bulunduğu bölgenin Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü haritasında mera olarak gösterilen alanın sınırları içerisinde kaldığının belirtildiği, zirai bilirkişilerin söz konusu yerlerin boş alan ve çayırlık olduğu yolunda görüş bildirdikleri, ayrıca mahalli bilirkişilerin bazı parsellerin mera olduğu yolunda beyanlarda bulundukları hususları ile Yargıtayın kimi dairelerinin, etrafı merayla çevrili arazinin meradan dönüştürülmek suretiyle tarla hâline getirildiğinin kabulü gerektiği yolundaki görüşlerine dayanıldığı açıklanmıştır.

34. Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, 16/5/2013 tarihli kararıyla, ilk derece mahkemesi kararını, başvurucuların taşınmazları yönünden onamıştır. Bu karar, Mahmut Duran ve Niyazi Güler isimli başvuruculara 1/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

35. Mahmut Duran ve Niyazi Güler isimli başvurucular 6/9/2013 tarihinde, diğerleri ise 1/8/2013 tarihinde kararın düzeltilmesi isteminde bulunmuşlardır. Yargıtay, 22/4/2014 tarihli kararıyla, kadastro mahkemelerinde sürelerin adli tatilde de işleyeceğini dikkate alarak Mahmut Duran ve Niyazi Güler yönünden karar düzeltme isteminin süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Karar düzeltme istemi diğer başvurucular yönünden ise esas yönünden reddedilmiştir. Bu karar Mahmut Duran ve Niyazi Güler isimli başvuruculara 27/5/2014 tarihinde; diğerlerine ise 26/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

36. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesi şöyledir:

"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.

Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır."

37. 17/2/1926tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Medeni Kanunu’nun 633. maddesi şöyledir:

"Gayrimenkul mülkiyetini iktisap için tapu siciline kayıt, şarttır. Bununla beraber işgal, miras, istimlak, cebri icra tarikleriyle veya mahkeme ilamı ile bir gayrimenkulü iktisabeden kimse tescilden evvel dahi ona malik olur.Fakat tescil merasimi ikmal edilmedikçe temliki tasarrufta bulunamaz."

38. 28/6/1966 tarihli ve 766 sayılı mülga Tapulama Kanunu’nun 35. maddesi şöyledir:

"Mera, yayla, kışlak, otlak, harman yeri, pazar ve panayır yerleri gibi ammenin istifadesine tahsis edildiği veya kadimden beri umumun istifade ve intifa ettiği, belgelerle veya bilirkişi ve şahit beyanı ile tevsik edilen ortamalı arazi sınırlandırılır, parsel numarası verilerek yüzölçümü hesaplanır.

Bu sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı gibi bu suretle belirtilen gayrimenkuller, hususi kanunlarında yazılı hükümler mahfuz kalmak üzere hususi mülkiyete konu teşkil etmezler."

39. Mülga 766 sayılı Kanun'un 37. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

"Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu hükümlerine göre; Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunup kamu hizmetlerine tahsis olunmıyan taşlık ve delicelik araziden 27/3/1950 tarihinden önce masraf ve emek sarfı ile bağ, bahçe, meyvalık, zeytinlik veya tarla haline gerilmek suretiyle ihya edilmiş gayrimenkuller, Hazine adına tesbit ve tescil olunur. İhya edenlerle kanuni veya akdi halefleri tutanakta ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilir. Bu gibi yerler hakkında yetkili mercilerce Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun muaddel geçici maddesi hükmü uygulanır.

Bu nevi gayrimenkuller üzerinde Hazine tarafından Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu o yerde tatbik edilinceye kadar ahara temliki tasarrufta bulunamıyacağı gibi, ihya edenlerle haleflerinin zilyedlikleri ihlal olunamaz. Bu cihet tapulama tutanağında belirtilir ve kütüğün şerhler hanesine işaret olunur.

Bu hükümler dışında ihya edilmiş veya ihyasına başlanmış olan gayrimenkuller doğrudan doğruya Hazine adına tesbit ve tescil olunur. Özel kanunlar hükümleri saklıdır."

40. 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 16. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

"Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:

...

B) Mera, yaylak, kışlak, otlak, harman ve panayır yerleri gibi paralı veya parasız kamunun yararlanmasına tahsis edildiği veya kamunun kadimden beri yararlandığı belgelerle veya bilirkişi veya tanık beyanı ile ispat edilen orta malı taşınmaz mallar sınırlandırılır, parsel numarası verilerek yüzölçümü hesaplanır ve bu gibi taşınmaz mallar özel siciline yazılır.

Bu sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı gibi bu suretle belirlenen taşınmaz mallar, özel kanunlarında yazılı hükümler saklı kalmak kaydıyla özel mülkiyete konu teşkil etmezler.

..."

41. 3402 sayılı Kanun'un 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir."

B. Uluslararası Hukuk

42. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek (1) Numaralı Protokol’ün 1. maddesi anlamında ancak “mülk” teşkil eden şeylere müdahale edilmesi koşuluyla anılan hükmün ihlali iddiasında bulunulabileceğini vurgulamaktadır (Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti, [BD-KK] B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). (1) Numaralı Protokol bağlamında “mülk” kavramı iç hukuktaki formel sınıflandırmadan bağımsız olarak özerk bir anlam taşımaktadır (Beyeler/İtalya, B. No:33202/96, 5/1/2000, §100; Eski Yunanistan Kralı ve Diğerleri/Yunanistan, B. No: 25701/94, 23/11/2000, §60). “Mülk” kavramının özerk yorumlanması, maddi varlığı bulunan şeylerle sınırlı olmaması anlamına da gelmektedir. Bu bağlamda, mal varlığını oluşturan hak ve menfaatler de bu hüküm çerçevesinde mülkiyet hakkı kapsamında, diğer bir deyişle “mülk” olarak değerlendirilebilir (Broniowski/Polonya, B. No: 31443/96, 22/6/2004, §129).

43. AİHM’e göre (1) Numaralı Protokol’ün 1. maddesi mevcut mülkleri veya varlıkları kapsamakta olup mülk edinmeyi garanti altına almaz (Kopecky/Slovakya, §35; Gratzinger ve Gratzingerova, § 69). Ayrıca, şarta bağlı taleplerin, koşulların yerine getirilmemesi sonucu geçerliliğini yitirmesi durumunda “mülk” olarak nitelenmezler (Gratzinger ve Gratzingerova, §69).

44. Bununla birlikte AİHM, bu hükmün, “mevcut mülk” veya mal varlığının yanında, mülkiyet hakkından etkili yararlanmanın teminine yönelik en azından "meşru bir beklenti"nin bulunduğunun iddia edilebilmesine imkân tanıyan taleplerin de mülk kapsamına girdiğini kabul etmektedir. Buna karşılık AİHM, mülkiyet hakkının tanınacağı umudunun (1) Numaralı Protokol’ün 1. maddesi anlamında “mülk” olarak görülmesinin mümkün olmadığını ifade etmektedir (Kopecky/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti, § 69; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya, B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003,§32).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

45. Mahkemenin 1/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucular Mahmut Duran ve Niyazi Güler Yönünden

46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrasında, bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerektiği hükme bağlanmıştır.

47. Bireysel başvurunun ön şartlarından biri de otuz günlük süre kuralıdır. Süreye uyulması, başvurunun her aşamasında dikkate alınması gereken bir usul şartıdır (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013, § 32).

48. Hukuk davalarında olağan kanun yolları temyiz ve karar düzeltme yoludur. Karar düzeltme yolu açık olan bir hükmün kesinleşmesi, karar düzeltme istemi sonunda verilen ret kararıyla veya karar düzeltme yoluna başvurulmamışsa temyiz onama kararının tebliğinden itibaren karar düzeltme başvuru süresinin sonunda gerçekleşir (Kudret Başbuğ, B. No: 2014/4714, 8/6/2016, § 31).

49. Karar düzeltme yolu olağan bir kanun yolu niteliğinde ise de bu yol, istemin bir üst mahkeme veya aynı düzeyde başka bir mahkemece değil, temyiz incelemesini yapan aynı yargı mercii tarafından incelenmesi nedeniyle klasik olağan kanun yollarından ayrılmaktadır. Anayasa Mahkemesi kararlarında karar düzeltme kurumunun bu niteliği dikkate alınarak bu yolun etkili bir başvuru yolu olup olmadığı başvurucuların ihtiyarına bırakılmıştır (Fikret Güney, B. No: 2013/1936, 18/9/2013 ve Kudret Başbuğ kararları). Başvurucunun karar düzeltme yolu açık olan bir hükme yönelik olarak karar düzeltme yolunu etkili görerek bu yola başvurması durumunda karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde bireysel başvuruda bulunması gerekmektedir. Buna karşılık başvurucunun, karar düzeltme yolunu etkili görmeyerek bu yola başvurmaması hâlinde, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru süresi temyiz onama kararını öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlar (Fikret Güney, § 23; Kudret Başbuğ, § 32).

50. Somut olayda Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin temyiz isteminin reddine ilişkin16/5/2013 tarihli kararı Mahmut Duran ve Niyazi Güler isimli başvuruculara 1/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anılan başvurucuların 6/9/2013 tarihinde ve on beş günlük yasal süresinden sonra kararın düzeltilmesi isteminde bulunmuş olmaları nedeniyle aynı Dairenin 22/4/2014 tarihli kararıyla karar düzeltme isteminin başvurucular yönünden süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Başvurucular bu kararın kendilerine tebliğinden sonra 25/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

51. Kararın düzeltilmesi yolunun işletildiğinden söz edilebilmesi için yasal süresi içinde bu yola başvurulması gerekmektedir. Süresinden sonra başvuru yapılması durumunda istemin esasının incelenmesi mümkün bulunmadığından hukuken karar düzeltme yoluna başvurulduğundan söz edilemez. Dolayısıyla somut olayda otuz günlük bireysel başvuru süresinin, yasal süresi içinde yapılmaması nedeniyle esasına geçilmeksizin reddedilen kararın düzeltilmesi istemine ilişkin nihai kararın tebliğ edildiği tarihten değil, temyiz isteminin reddine ilişkin kararın tebliğ edildiği 1/8/2013 tarihinden itibaren işlemeye başladığının kabulü gerekmektedir. Bu durumda, 25/6/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuru süresinde değildir.

52. Açıklanan nedenlerle ihlale neden olduğu iddia edilen karara ilişkin olarak otuz gün geçtikten sonra yapılan başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Diğer Başvurucular Yönünden

1. Başvurucuların İddiaları

53. Başvurucular, fiili zilyedi bulundukları ve tapuda kayıtlı olmayan taşınmazların mera olarak tespit edilmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

54. Başvurucular, bir kısmı kendilerine miras kalan, bir kısmı ise harici satış senetleriyle üçüncü kişilerden satın alınan ihtilaf konusu taşınmazların, fasılasız ve nizasız olarak en az yirmi yıldan beri kendilerinin, murislerinin veya önceki sahiplerinin zilyetliğinde bulunduğunu vurgulamış ve taşınmazların kain bulunduğu yerin mera vasfına sahip olmadığını savunmuşlardır. Başvurucular, ihtilaf konusu taşınmazlarla sınırdaş olan diğer bazı taşınmazların kesinleşmiş mahkeme kararlarıyla özel mülk niteliğinde olduklarının hüküm altına alındığı ve ayrıca ihtilaf konusu taşınmazların da mera niteliğinde olmadığı yolunda tanık beyanları ile bilirkişi raporları bulunduğu hâlde kendi taşınmazlarına ilişkin olarak farklı yönde hüküm kurulduğundan yakınmışlardır.

55. Başvurucular, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin bozma kararından sonra yapılan yargılamada aralarında sınır ihtilafının bulunduğu Akçalar köyünden seçilen üç mahalli bilirkişinin beyanlarının güvenilir olamayacağını ifade etmişlerdir. Öte yandan, başvurucular Mahkemenin gereksiz olarak birçok dosyayı birleştirmiş olması nedeniyle otuz yılı aşan yargılamanın sağlıklı bir biçimde yapılmış olmasından söz edilemeyeceğini belirtmişlerdir. Başvurucularca son olarak kadastro tespit komisyonu kararlarında dahi söz konusu yerlerin mera olduğuna ilişkin bir saptamada bulunulmamasına rağmen Mahkemece taşınmazların mera niteliğinde olduğu yolunda hüküm kurulduğundan şikâyet edilmiştir.

2. Değerlendirme

56. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

57. Başvurucuların, Hazine adına yapılan tespite karşı açılan davaların nesnel hiçbir gerekçeye dayanılmadan reddedilmesi, söz konusu davada delillerin alenen görmezden gelinmesi, aralarında husumet bulunan köyden seçilen bilirkişilerin beyanlarına itibar edilmesi, taşınmazların bitişiğindeki yerlerin özel mülk olarak kabul edilmesine rağmen kendi taşınmazlarının mera olarak tescil edildiğine yönelik iddialarının dikkate alınmaması biçimindeki şikâyetlerinin özü, taşınmazların mera vasfının bulunup bulunmadığına yöneliktir. Taşınmazların mera niteliğinde olup olmadığı, mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilecek bir "mülk"ün varlığının tespiti bakımından önem taşımaktadır. Bu nedenle, yargılama sürecine ilişkin iddiaların mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

58. Öte yandan başvuru dilekçelerinde yargılama süresinin otuz yılı aştığı ve otuz yılı aşan bir yargılamada sağlıklı bir inceleme yapılmasının mümkün olmadığı biçiminde birtakım ifadelere yer verilmiş ise de bu ifadelerin, yargılamanın sonucunda adil olmayan bir karar verildiği şikâyetinin desteklenmesi amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucular, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin açık bir iddiada bulunmadıkları gibi değinilen ifadelere yer verilmiş olmasının, makul sürede yargılanma hakkının ihlalinden şikâyet edildiği biçiminde yorumlanması da olanaksızdır. Başvurucular, şikâyet ettikleri hususları açık ve net bir biçimde ifade etmek hususunda gerekli ciddiyet ve özeni göstermekle yükümlüdürler. Anayasa Mahkemesi, başvuru dilekçesinde kullanılan ifadelerini görünürdeki anlamlarına bakarak şikâyet edilen hususları tespit eder. Anayasa Mahkemesinin yorum yoluyla dilekçede kullanılan ifadelere, görünürdeki anlamlarından öte bir mana yükleyerek başvurucuların yakınmalarını saptamak gibi bir görevi ve yetkisi bulunmamaktadır. Bu hususlar dikkate alındığında, ayrıca makul sürede yargılanma hakkına yönelik bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

59. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

60. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü malvarlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda, mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikri hakların yanı sıra, icrası kabil olan her türlü hak ve alacaklar da mülkiyet hakkının kapsamına dahildir.

61. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti" Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 36,37).

62. Somut olayda, 1983 ve 1984 yıllarında yapılan kadastro çalışmaları sonucu, başvurucuların fiili zilyedi olduğu ancak tapu siciline kayıtlı bulunmayan taşınmazlar Hazine adına tespit edilmiştir. Başvurucular ise bu taşınmazların kendi mülkiyetlerinde bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.

63. Tespit tarihinde yürürlükte bulunan 743 sayılı Kanun'un 633. maddesine göre taşınmaz mülkiyetinin kazanılabilmesi için kural olarak tapu siciline tescil şarttır. Ancak; miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâllerinde mülkiyet tescilden önce kazanılmaktadır. Benzer hüküm, 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesinde de yer almaktadır. Dolayısıyla, Türk hukukunda, miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâlleri dışında taşınmaz mülkiyeti, tapu siciline yapılan tescilin sonucunda kazanılmaktadır.

64. Olayda başvurucular tarafından imar ve ihya suretiyle üzerlerinde zilyetlik kurulan ihtilaf konusu taşınmazların tapuya kayıtlı olmadığı hususunda tartışma bulunmamaktadır. Türk hukukunda gayrimenkul mülkiyeti kural olarak tescil ile kazanılacağından başvurucular adına tapu kütüğünde tescilli bulunmayan ihtilaf konusu taşınmazların başvurucuların mülkiyetinde bulunduğundan söz edilemez.

65. Başvurunun mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerekip gerekmediğinin tespiti bakımından ayrıca zilyetlerin (başvurucuların), imar ve ihya ettikleri taşınmazların mülkiyetini kazanacaklarına yönelik "meşru bir beklenti" içerisine girmelerine neden olan bir kanun hükmünün veya açılacak davanın başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadının bulunup bulunmadığına da bakılmalıdır.

66. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi kapsamında 3402 sayılı Kanun'un 46. maddesinin üçüncü fıkrasına yönelik iptal istemini incelediği 1/7/2015 tarihli ve E.2015/39, K.2015/62 sayılı kararında Türk hukukunda "ihya" yoluyla taşınmaz mülkiyetinin kazanılması meselesi detaylı bir biçimde ele alınmıştır. Anayasa Mahkemesinin anılan kararında sonuç olarak Türk hukukunda, 1945 yılından 3402 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 9.10.1987 tarihine kadar geçen sürede "ihya" suretiyle bir taşınmazın mülkiyetinin iktisap edilebilmesi imkânının hukuken mümkün bulunmadığı tespiti yapılmıştır (Bkz. § 28-31).

67. 3402 sayılı Kanun'un 17. maddesiyle devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan, orman sayılmayan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hâle getirilen taşınmaz malların imar ve ihya edenler veya halefleri adına tespit edilmesi mümkün kılınmış ise de aynı Kanun'un 16. maddesinin birinci fıkrasının (B) bendi uyarınca meraların imar ve ihyaya konu edilmesi mümkün değildir. Öte yandan, kadastro tespitlerinin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 766 sayılı Tapulama Kanunu'nun 35. ve 37. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde meraların ihya suretiyle özel mülkiyete konu edilmesine imkan tanınmadığı anlaşılmaktadır.

68. Somut olayda, başvurucuların zilyetliğinde bulunan taşınmazların Hazine adına tespitine karşı açılan davada yapılan yargılama sonucu hak iddia edilen taşınmazlarının tamamının mera vasfında olduğu sonucuna ulaşılarak mera olarak tescillerine karar verilmiştir. Olayda bozma kararlarına uyan Mahkemece, taşınmazların bulunduğu bölgeye komşu olan diğer bazı parsellere ilişkin tutanaklarla dayanağı bilgi ve belgeler ile ilgili kurumlarca daha önce düzenlenen haritalar ile Seydişehir Sulh Ceza Mahkemesince 14/10/1986 tarihinde verilen meraya tecavüzün meni kararına ilişkin dosya getirtildikten sonra mera ile ilgisi bulunmayan komşu köyden seçilen üç mahalli bilirkişi ile üç ziraat mühendisi ve bir harita mühendisiyle birlikte olay yerinde keşif yapılmıştır. Keşif mahallinde başvurucuların tanıkları da dinlenmiştir. Mahalli bilirkişiler bazı parseller yönünden, taşınmazların elli yıl öncesine kadar harman yeri olarak kullanıldığını, mera niteliğinde olmadığını; diğer bazı parseller yönünden ise taşınmazların bulunduğu yerde bazı arazilerle birlikte meranın da bulunduğunu, söz konusu merada hayvan otlattıklarını, ancak aradan uzun zaman geçtiği için hangilerinin tarla hangilerinin mera olduğunu hatırlamadıklarını beyan etmişlerdir. Başvurucuların tanıkları da söz konusu arazilerin mera olmayıp harman yeri olarak kullanıldığı yolunda beyanlarda bulunmuşlardır. Ziraat mühendisi bilirkişiler tarafından mahkemeye sunulan raporda özetle, taşınmazların düşük verimli topraklardan olduğu, evveliyatında çayırlık veya boş alan olarak kullanıldığı, son yıllarda da işlenerek tarım arazisi hâline getirildiği görüşleri ifade edilmiştir. Ayrıca fen bilirkişisi raporunda ihtilaflı arazilerin bulunduğu bölgenin Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü haritasında mera olarak gösterilen alanın sınırları içerisinde kaldığı belirtilmiştir.

69. Mahkemece, mahalli bilirkişilerce dava konusu taşınmazın mera olduğunun beyan edilmiş olması, fen bilirkişisi raporunda ihtilaflı arazilerin bulunduğu bölgenin Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü haritasında mera olarak gösterilen alanın sınırları içerisinde kaldığının belirtilmesi, zirai bilirkişilerin söz konusu yerlerin boş alan ve çayırlık olduğu yolunda görüş bildirmiş olmaları, ayrıca mahalli bilirkişilerin diğer bazı parsellerin mera olduğu yolunda beyanlarda bulunmaları hususları ile Yargıtayın kimi dairelerinin, etrafı merayla çevrili arazinin meradan dönüştürülmek suretiyle tarla hâline getirildiğinin kabulü gerektiği yolundaki görüşlerine dayanılarak ihtilaf konusu taşınmazların mera niteliğinde olduğu sonucuna varılmıştır. Netice itibarıyla Mahkemece, davanın reddi ile taşınmazların mera olarak sicile kaydedilmesine karar verilmiştir. Söz konusu karar temyiz ve kararın düzeltilmesi denetimlerinden geçerek onanmış ve kesinleşmiştir.

70. Tüm bu hususlar birlikte dikkate alındığında, Hazine adına yapılan tespitlerin iptaline ilişkin davada Mahkemece delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında açık ve bariz bir takdir hatasının bulunmadığı ve yargılama sonucunda ihtilaf konusu taşınmazların mera vasfını haiz olduğu yolunda ulaşılan kanaatin keyfîlik içermediği sonucuna ulaşılmaktadır.Mahkemenin söz konusu taşınmazların mera olduğu yolundaki kabulünün aksini düşünmeyi gerektirecek başkaca bir neden de bulunmamaktadır. Dolayısıyla mera vasfında olduğu tespit edilen taşınmazlar üzerinde imar ve ihya yoluyla mülkiyet tesisi hukuken olanaklı olmadığından ihyanın, başvurucuları, bu taşınmazların maliki olabilecekleri yolunda meşru bir beklentiye sevkettiği sonucuna ulaşılması mümkün değildir.

71. Belirtilen çerçevede, mera niteliğinde olduğu tespit edilen taşınmazlara zilyet olan başvurucular, hiçbir zaman bu taşınmazlara malik olmadıkları gibi, mülk edinecekleri yolunda meşru bir beklentiye de sahip bulunmadıklarından olayda "mülk"ün varlığından söz edilemez.

72. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların "mülk"lerinin bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir..

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahmut DURAN ve Niyazi GÜLER isimli başvurucuların kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulması taleplerinin REDDİNE,

B. Başvurunun, Mahmut DURAN ve Niyazi GÜLER isimli başvurucular yönünden süre aşımı nedeniyleKABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Diğer başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesinde güvenceye bağlanan mülkiyet haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

D. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 1/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.