Sigorta şirketi, hukuk mahkemesine müracaatla Elektrik Şirketinin sigorta ettiği amelesinden birinin ölümüne sebebiyet veren otomobil şoförünü istihdam eden müddeaaleyhten sigorta bedeli olarak ödenen paranın rücuan tahsilini istemiş ve mahkeme vazifesizlik karariyle davayı reddetmiş, bu kararı Temyiz Dördüncü Hukuk Dairesi 9/2/939 tarih ve 61/260 sayılı karariyle tasdik ettiğinden davacı ticaret mahkemesine ayni davayı açmış ve ticaret mahkemesi de vazifesi haricinde gördüğü bu davayı reddeylemiş, Temyiz Mahkemesi Ticaret Dairesinin 22/9/939 tarih ve 1726/1835 sayılı Hamile bu karar dahi tasdik kılınmış olmakla bu suretle meydana gelen içtihat ihtilafının halli Temyiz Ticaret Dairesi Reisliğinin 28/9/939 tarih ve 162 sayılı yazısiyle istenilmesine mebni ihtilafın mevzuunu teşkil eden ilamlar teksir edilerek Umumî Heyet azasına tevzi olunmuştu.
Müzakere için tayin olunan 15/3/944 tarihine rastlayan çarşamba günü saat 9.30 da toplanan Umumî Heyet Birinci Reis K1'ün başkanlığı altında müzakereye başlayarak ihtilafın esasını teşkil eden noktalar hulasaten Birinci Reis tarafından izah edildikten sonra söz alan :
K2: Bir haksız fiil vukubulmuş ve sigortadan tazminat alınmış, sigortacı ödediği zarar üzerine haksız olana karşı dava açıyor. Mutazarrıra halef olmak suretiyle dava açıyor. Halef ile asıl arasında bir fark yoktur. Sigortacının hakkı rücuunun Ticaret Kanununda yazılı olması sebebiyle ticaret mahkemesine halefiyet iddiasiyle gidilemez.
K3: Ticaret davaları mutlaka bir akitten doğması lazım gelmez. Bu kanun haksız fiilden ve haksız rekabetten bahseder (21 ve 23 üncü maddelerini okudular).
Sigorta muamelesi dendimi bu ticarîdir ve şirketin bütün muameleleri ticarîdir. Bu şirketi yaptığı bu işlerden bir kısmında adi şahıs gibi telakki etmeğe imkan yoktur.
Ticarî muamelede mutlaka aktin lüzumunu ileri sürenlere karşı böyle itayı cevap ederek akit olmadan da bir muamelenin ticarî olabileceğini ve bilhassa sigortacı noktai nazarını teyit ettiğim. 965 inci maddede böyledir.
K2: K3'in söyledikleri doğrudur. Fakat hadisemize şümulü yoktur. Haksız fiilden mağdur olan adamı tazmin ettirmektir. Haksız fiilden mütevellit bir şahsın hukukunu şirket temellük etmiştir. Bu muamele ticarî değildir.
K5: Ticaret Kanununun faslı mahsusunda söylenen işlerden değildir. Ticaret Kanunu hususî bir kanun, olmak itibariyle sarahat lazımdır.
K4: K3'in söylediklerine bir şey ilave etmemekle beraber diğer taraf bu sigorta doğru değildir diye bir iddia yapsa mukaveleyi tenkit edeceğine göre ticaret mahkemesine gider.
K2: Bu defi dermeyan edilemez. Çünkü o akit kazaya uğrayan arasındadır. Buna haksız fiil faili karışamaz. Halefiyet ödemekle mütehakkaktır, demeleriyle vaktin müsaadesizliğine binaen müzakeresine devam olunmak üzere gelecek toplantıya bırakıldı.
- 15/3/944 -
K4: Mesele tafsile muhtaçtır. Ticaret Kanunumuzun projesinin muamelatı ticariye faslında şöyle bir madde vardı: (Bir tacirin akit, şibih akit, cürüm, şibih cürümlerinden mütevellit borçları bu kanun hükümlerine tabidir) Borçlar Kanunumuz isviçre Borçlar Kanunundan tercüme ve iktibas olununca arzettiğim proje maddesindeki tabirler bu kanunda görülmediğinden bu madde Mecliste tay olundu. Fakat yerine (Tacirin haksız fiillerinden haksız mal iktisabından mütevellit borçları da bu kanu hükümlerine tabidir) şeklinde bir madde vaz olunmadı. Bunu neticesi olarak Ticaret Kanunumuzun yirmi ikinci maddesiyle sair bazı maddelerinde görülen (tacirin borçlan) tabirinden yalnız ticarî akitlerden ve bir de Ticaret Kanununda musarrah olan haksiz fiillerden doğan borçlar anlaşılmak lazım .gelir. Tüccarın bunlar haricindeki haksız fiillerinden veya haksız mal iktisabından doğan borçlan ile tüccar aleyhine yapılmış haksız fiillerden veya haksız mal iktisabından mütevellit borçlar Ticaret Kanunumuzun şümulü haricinde kalır. Fakat bu kaide mutlak olmamak lazım gelir. Bununla beraber bazı haksız fiiller vardır ki, mahiyet ve hususiyetleri itibariyle yine Ticaret Kanunu hükümlerine tabi tutulmaları icap eder. Bunlardan birisi bir geminin sahilde bir kimsenin menkul veya gayrimenkul malına bir zarar vermesidir. Böyle bir hadise abordage yani gemilerin çatışması değildir. Fakat tam manasiyle bir haksız fiildir. Bu gibi davalara ticaret mahkemelerimiz bakıyor. Sebebi işin hususiyeti ve gemi sahiplerinin deniz servetleriyle mesul olmaları ve bu kaidenin deniz ticaret hukuku hükümlerinden bulunmasıdır.
İkincisi sigorta muamelatıdır. Sigortacı malına zarar verilmiş bir sigortalı mağdura tazminatı öder. Makbuzunu alır ve kanunî halefiyeti sebebiyle haksız fiilden malen mesul olana müracaat ederse bu iki şahıs yani sigortacı ile malen mesul olan kimseyi karşı karşıya getiren ve mahkemeye intikali halinde yekdiğerine hasım yapan şüphesiz ki, birinci derecede sigorta mukavelesi ile Ticaret Kanununun 965 inci maddesidir. Yani ticarî bir muameledir. Haksız fiil ikinci derecede bir sebeptir. Malen mesul olanın sigorta mukavelesine karşı sübjektif ve objektif bir çok defileri olabilir ve bunların daha ihtisaslı ticaret mahkemelerinde halledilmesi muvafık olur.
Netice: 1 - Haksız fiillerden ve haksız mal iktisabından doğan bütün davalar aşağıdaki istisnalar hariç hukuk mahkemelerinde görülmelidir.
2 - Ticaret Kanunumuzda musarrah olan haksız fiillerden doğan davaların ticaret mahkemelerinde görülmesi icap eder.
3 - Gemilerin seyrü seferiyle münasebetli olan haksız fiillerden doğan davaların da ticaret mahkemelerinde görülmesi zarurîdir.
4 - Mal sigortalarında halefiyet tarikiyle sigortacının malen mesul olanlara karşı ikame edeceği davalar da ticaret mahkemelerinde hal ve fasledilmelidir.
K3: Tevhidi içtihada mevzu olan hadise F1 Şirketi müstahdemininden birinin vazifesini görürken otomobil şöförünün çarpmasıyle vefatına sebebiyet vermiş, vefat eden şahsı elektrik şirketi kazaya karşı sigorta ettirmiş bulunduğundan F2 Sigorta Şirketine müracaatla sigorta bedeli olan 1080 lirayı tahsil etmiş. Sigortacı sigorta ettiren makamına kaim olduğundan Ankara Hukuk Mahkemesinde muhtîyi istihdam eden F3 taksi şoföründen ödediği paranın tahsilini dava eylemiştir.
Hukuk mahkemesi, müddei şirket sıfatı ticariyeyi haiz olup bir akti ticarî zımnında ödemiş ve ticarî bir zarar mahiyeti ihraz etmiş olan paranın şahsı mesulden tahsili talebinden ibaret olan davanın ticarî mahiyeti haiz olduğundan vazifesizlik karariyle evrakın ticaret mahkemesine tevdiine karar verilmiş, temyiz olunması üzerine Dördüncü Hukuk Dairesi de esbabı mucibesine göre hükmü tasdik eylemiştir (9/2/939).
Ankara Ticaret Mahkemesi ise iki taraf arasında mukaveleye bağlı değildir. Müddeaaleyhin haksız fiilinden neşet etmektedir. Elektrik Şirketi ile sigortacı arasındaki sigorta mukavelesi müddeaaleyhi alakadar etmez ve onu ilzam da etmez. Ticaret mahkemesinin vazifesinden hariçtir, diye karar vermiş.
Bu karar da Ticaret Dairesince bir akit münasebeti yoktur Ticaret Kanununun 968 inci maddesi dava hakkının intikalini göstermektedir. Sigortacı ancak tazmin ettiği bedel nisbetinde bu haktan istifade eder. Sigorta ettiren ancak hukuk mahkemesinde dava açabileceğine ve sigortacı için istisnaî bir kaide kabul olunduğu takdirde ayni hadise dolayisiyle ticaret mahkemesine müracaat etmeleri gibi garip bir netice çıkacağından ve tedbirsizlikle ölüme sebebiyet vermek fiili haksız fiilden madud olup Ticaret Kanununun hakkı dava vermesi Borçlar Kanunu mucibince haksız fiil olduğuna ve vazifeyi tayinde hakkı dava değil, davanın mahiyeti nazara alınacağından hükmün tasdikına ekseriyetle karar verilmiştir. (29/9/939)
İki dairenin içtihadı arasında husule gelen mübayenetin halli için evvelemirde Ticaret Kanununa umumî bir nazar atfetmek icap eder.
Ticaret Dairesinin bu karariyle tebarüz ettirdiği prensibe göre bir muamelenin, bir vakıanın ticarî olması için mutlaka akdî bir rabıtadan doğması lazımmış. İşte yanlışlık buradan başlamaktadır. Meselenin düğüm noktası da burasıdır. Ticaret Kanunumuz böyle prensibi kabul etmiş değildir. Böyle prensibin ileri sürülmesi Ticaret Kanununa bir bühtanı hukukîdir. Bir kerre Ticaret Kanununun yirminci maddesinin on dördüncü bendi sigortacılık muamelatını alelıtlak muamelatı ticariyeden addediyor. Davanın ise sigortacılık muamelesinden doğduğuna şüphe yoktur.
Mezkur kanunun yirmi ikinci maddesinde bir tacirin akit ve borçlarında sıfatı asliye ticarettir. Binaenaleyh bir tacirin muamelatı adiyesine taalluku sabit olmıyan akit ve borçları muamelatı ticariyeden maduttur, deniliyor. Bu maddedeki akit kelimesinden sonra zikr ve tasrih edilen (Borç) tabirine ehemmiyetle nazarı dikkatinizi celbeylerim. Burada borç mutlak olarak irad edilmiştir. Mutlak borç tabiri ise bir ıstılahı kanunîdir. Bunun manasını ve şümulünü Borçlar Kanunu tayin eyler. Borçlar Kanununa göre borç akitten, haksız fiilden, haksız mal iktisabından ve kanundan doğar. İmdi mutlak olarak borç denildiği zaman bu dört mefhumu ihtiva eden mana anlaşılmak zarurîdir. Şu halde bir tacirin akti malum olduğu için onu bir tarafa bırakıyorum. Eğer Ticaret Dairesinin kabul ettiği manada ticarî mevat ve muamelatın akitlere hasrını kanun kastetmiş olsaydı bu maddede (akit) tabirini zikretmekle iktifa ederdi. Ve o zaman Ticaret Dairesinin prensibine belki doğru olabilir, demek için münakaşa mevzuu olurdu. Halbuki tacirin borçlarından da madde bahseylediğine göre borç tabirine âm ve şamil olan yukarıda söylediğim manasiyle kabul etmek zarureti hasıl olmaktadır ki, tacirin haksız fiilinden, haksız mal iktisabından ve kanundan doğan borçlarını Ticaret Kanununun havzai şümulüne almak ve onlara da mevat ve mesaili ticariye unvanını vermek icap etmektedir. Bu maddeye göre tacirin söylediğimiz dört manadaki "borcunun adi muameleden doğduğu ispat edilmedikçe ticarî muamele olduğunu kabul zarureti hasıl olmaktadır. Tacir ya şahsı hakikîdir veya şahsı hükmîdir. Şahsı hakikî olan tacir için iki sıfat tasavvur ve kabul olunur. Tacir evine öteberi alır, bir adamı yaralar, birine adiyen kefalet ederse bu kabil ahvalde fiil ve borç tacirin şahsından sadır olmakla beraber muamelatı adiyeye taalluku aşikar olduğundan bunlar ticarî değildirler.
Fakat şahsiyeti hükmiyeyi haiz olan mesela bir kollektif veya bir anonim şirketin eşhası hakikiye gibi iki sıfatı olduğunu kabul etmeğe maddeten ve hukuken imkan yoktur. Anonim şirketin uzuvları vasıtasiyle herhangi borç teşkil eden bir fiili ancak o şirkete muzaf oldukça ticarî olmaktan başka veçhe gösteremez ve olamaz. Bir akitten doğmasa bile anonim şirketin borcu bizim Ticaret Kanunumuzca ticarîdir. Her bir borç bir alacak tevlit ettiğine göre anonim şirketin haksız fiilden ve saireden tevellüt etse dahi alacaktan da ulâ bittarık ticarî olur.
Sizlere kanundan misaller getireyim. Unvanı ticarînin tescili bahsinde bir tacir yanlış zehaba sebebiyet veren tescillerden üçüncü şahsa karşı tazminatla mesuldür. Unvanı ticaret hakkındaki ahkamı kanuniyeye muhalefet cezayı müstelzim olmasına ve tacirin bu üçüncü şahıslarla akti bir rabıtası bulunmamasına rağmen tacirin bu mesuliyeti ticarîdir.
Diğer bir misal. Ticaret Kanununun haksız rekabet ve isim ve alamet iltibaslarında da hüküm böyledir. Bir tacirin bihakkın kullanıldığı isim ve alameti diğer tacirin iltibasa mahal verecek derecede kullanması halinde hak sahibi tacirin tazminat talebin salahiyeti vardır. Burada da akti bir rabıta yoktur. Bu da haksız bir fiil ve hatta cezayı da müstelzim olmakla beraber ticarî mevattandır.
Buna benzer daha bir çok şeyler vardır. İşte bu mütûnu kanuniye karşısında Ticaret Dairesinin ticarî meseleler için mutlak aktî münasebetin vücudu lazım olduğu hakkındaki prensibinin hiç bir mesnedi ve ilmî bir kıymeti olmadığı zahirdir. Bu bakımdan sigortacının yukarıda mahiyeti izah olunan davasının akte mülabis bulunmadığından bahsile ticarî olmadığı hakkındaki noktai nazara iltifat edilmemesi lazım gelir.
Burada suali mukaddere cevap olarak arzedilmeğe layık bir cihet kalıyor. Ticaret Dairesi bir meselenin ticarî olması için akti rabıtanın vücudu lazım olduğu hakkındaki prensibinden rücu etmek mecburiyetinde kalarak, evet, doğru amma haksız fiillerin ticarî addolunması için bu zikrettiğim maddelerde olduğu gibi Ticaret Kanununda sarahat olmak lazımdır. Olmazsa ticarî addedilemez, derlerse ben de derim ki, bu maddede zikri geçen (Borç) tabiri o zaman mutlak olarak zikredilmezdi. (Bu kanunda yazılı Borçları) denilmek lazım gelirdi. Çünkü vazııkanunun selikası böyledir. Bunun Medeni ve Borçlar Kanununda bir çok misalleri vardır.
Gene sual ve itirazı mukadderi doğru farzetsek dahi halline çalıştığımız ihtilafın mevzuu olan borç hakkında Ticaret Kanununun 965 inci maddesinde hüküm bulunması itibariyle de bunu da Ticaret Dairesinin ticarî mevattan addetmesi icap eder.
Ticaret kanununun diğer maddelerine nazaran dahi davanın mahiyetini ticarî olarak kabul etmek mecburiyeti hasıl olmaktadır.
Ticaret Kanununun yirmi beşinci maddesinde bu fasılda tadad olunan muamelata murtabit olan veya bunların icrasını teshil eden bilcümle muamelat dahi muamelatı ticariyeden maduttur, deniliyor.
Sigorta muamelesinin tarafların sıfatlarına bakılmaksızın muamelei ticariyeden olduğuna Ticaret Dairesini teşkil eden ve bu kararı ekseriyetle ittihaz buyuran zevatı kiram inkar edemezler, zannederim. Sigortacı sigorta ettiği bedeli ödeyince 965 inci madde mucibince hukukan sigorta ettiren makamına kaim olarak onun hakkı tazmin ettiği bedel nisbetinde sigortacıya intikal edeceğine göre sigortacının hasara sebebiyet veren kimseden bu bedeli talep etmesi sigorta muamelesinden doğmuyor mu ve bu muameleye murtabit değil mi?
Ve bu itibarla yirmi beşinci madde mucibince bu da mevaddı ticariyeden olmaz mı? Ticaret Dairesinin 965 inci maddesinin rolünü, sigortacıya hakkı dava vermekten ibarettir. Vazifeyi tayinde hakkı dava değil, mahiyeti dava nazara alınır. Dava ise haksız fiilden neşet-ediyor Binaenaleyh dava ticarî değildir, diye ileri sürdüğü mucip, sebepteki kaziyye mantık tabirince bir kaziyyei fasidedir. Çünkü sugrası ile kübrası arasında istilzam yoktur. Bu kaziyyei mantıkiyenin doğru olduğunu kabul etsek dahi Dairenin noktai nazarının hilafını müstelzim bulunmaktadır. Çünkü, alelıtlak bir hukukî kaide olarak şöyle denilebilir. Dava hakkını Ticaret Dairesi ilamında mahiyeti dava diye tabir olunan vakıalar meydana çıkarır (Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 179).
Şu halde evvela kanun lisanınca vakıa denilen şey nedir? Davacının davasına sebep ve badî olan ve kanunda haklarında bir hükmü mahsus bulunan yapılmış iş demektir. Şu halde her yapılan iş ve fiil mutlaka bir dava mevzuu değildir. Mesela şu elimdeki kalemi kırmam bir vakıadır amma davaya mevzu olan, dava hakkı doğuran bir vakıa değildir. Fakat K5'nun kalemini kırarsam gerçi aramızdaki samimiyete binaen aleyhimde dava açmasa bile bu vakıa ona her halde bir dava hakkı verir. Bu izahata göre vakıalar hangi kanunun hangi maddesine temas ediyorsa ticarî, hukukî, cezaî gibi vasfı hukukîsini temas ettiği kanundan alır. işte vazifeyi tayinde bu esas prensibin gözönünde tutulması lazımdır.
İçtihadın tevhidine mevzu olan ve yekdiğerine mübayin bulunan ilamlardaki vakıaları şekli kanunîde tesbit etmek lazım gelince,
1 - Sigortacının sigortalı ile yaptığı mukavelenamesi mucibince sigorta bedelini sigortalıya ödemesi,
2 - Bu sigorta mucibince hayatı sigorta edilen şahsın vefatına kaza neticesi olarak sebebiyet verilmiş olmasıdır.
İşte davayı doğuran, dava hakkı veren vakıalar yani olanlar bunlardır. Bu iki vakıayı birden ihtiva edecek bir şekil ve kisvei hukukîye sokmak ve bunun kanunî mevkiini bulmak lazım gelir. Bunu bulduktan sonradır ki hukukî, ticarî vasfı verilir. Meselemizde ise bu iki vakıadan dolayı müddei sigorta şirketinin müddeaaleyhe karşı dava hakkı hangi kanundan doğuyor? Bunları tesbit edersek mesele bu bakımdan dahi halledilmiş olacaktır.
Bir şoförün tedbirsizlikle bir şahsın ÖKimüne sebebiyet vermesi vakıasının hukukî hükümlerim Borçlar Kanunu tayin eder, bunda şüphe yoktur. Bu vakıa mücerret oldukça hüküm böyledir. Fakat kaza kurbanı olan şahıs sigortalı ise vak'anın mahiyeti mücerretlikten çıkarak araya bir de sigorta hukuku girmek suretiyle muhtelit bir şekli hukukî almış olmuyor mu? Borçlar Kanununda sigortacının ise karışması halinde ne yapılacağına dair bir madde ve hüküm bulamıyoruz. Ve bulamayız, çünkü bizim Borçlar Kanunumuzun ticaret hukuku ile alakasını kesmiş ve bu alakayı Ticaret Kanunu üzerine almıştır.
Yukarıda tebarüz ettirdiğim birleşik iki vakıaya temas eden kanunî hükümleri ise Ticaret Kanununun 965 inci maddesinde buluyoruz. Bu vakıalar Ticaret Kanununun bu maddesi hükmün girdiği içindir ki, sigortacı kazadan mesul olana karşı dava hakkını haizdir. Ticaret Kanununda yazılı her hükmün mevaddı ticariyeden olduğu da mütearife kabilindendir.
İşte Ticaret Dairesinin ekseriyetle ittihaz ettiği kararın esbabı mucibesinde zikrettiği hakkı dava ve mahiyeti dava noktai nazarından dahi meselenin mevaddı ticariyeden olduğu anlaşılmış oluyor.
Maahaza Ticaret Dairesinin 939 senesindeki tebarüz eden bu içtihadını 942 senesinde değiştirdiği ve kanunun ruh ve maksadına doğru içtihadın tecellî ettiği anlaşılıyor. Tam benzeri değil ise tarafları yani müddeiyi müddeaaleyhe ve müddeaaleyhi de müddei mevkiinde olmak üzere şebihi olarak açılan bir davada bu tebdili efkar tezahür eylemektedir. Şöyleki, kasap K6 namında bir zat sigortalı bulunan F4'in otomobili ile yaralanıyor. Kasap F4 hakkında hukuk mahkemesine müracaatla hüküm alıyor. Mahkumunbihi F4'in sigortalı olduğu Ünyon sigorta şirketinden tahsili hakkında ticaret mahkemesinde dava açıyor.
Davayı ticaret mahkemesi vazifeli görüp rüyet edip sigorta faslındaki müruruzamandan dolayı reddediyor. Ticaret Dairesi de bunun tetkikini vazife dairesinde görüp yalnız müruruzaman olmadığından nakzetmiş, ısrar üzerine de iş Heyeti Umumiyeye intikal eylemiş/Heyeti Umumiyece de ekseriyeti azime ile ısrar kararı tasdik kılınmıştır.
İşte bu ilamda yaralı ile sigortalı arasında hukukî rabıta olmadığı halde kazazedenin sigorta şirketi aleyhine açtığı dava ticarî olduğu kabul edilmiştir. Binaenaleyh herhangi cihetten tetkik edilirse edilsin Dördüncü Hukuk Dairesinin ittihaz ettiği kararlar kanunun sarahatına ve Ticaret Kanunu hükümlerine uygun ve Ticaret Dairesinin kararı ise gene kendilerinin son içtihadiyle de bozuktur.
K7: Ticaret Kanununun yirmi ikinci maddesindeki aktin manası malumdur. Bu maddedeki borçlar nedir? Bundan evvelki Ticaret Kanununda müddeaaleyhin sıfatı vazifeyi tayinde esas idi. Şimdiki kanun akti esas ittihaz etmiştir.
Ticaret Kanununda yazılı haksız fiillere taalluk eden kısım istisnaî kısmıdır. Akit mutlaktır. Objektif bir kanundur. Hem akte ve hem gayri akte mahmuldür. Mesela muamele tabiri sahile yapılan çatma muamelatı bahriyedendir. Halefi aslın tabi olduğu mahkemeden başka bir mahkemeye gönderemeyiz. Davanın menşei haksız fiildir. Bu fiilden dolayı mağdur nasıl hukuk mahkemesine gidecekse halefi olan sigorta şirketinin hukuka gitmesi lazımdır.
K3: Bendeniz metinlere istinat ediyorum. Nitekim Ticaret Kanununun birinci maddesini okudular. Muamele iki taraflı olan şeylerdir. Çok munsif olan sayın K7 niçin akte sarıldılar, anlayamadım. Bir sigorta şirketi binasındaki masanın kırılması hali ticarî midir?
K8: Sigorta bedelini ödedikten sonra hukuka sigorta ettirenin yerine kaim olan sigortacının kazaya sebebiyet veren veya anın fiilinden malen mesul olanlara karşı rücu davası bunlar arasında bir hukukî rabıta bulunmaması itibariyle adi bir hukuk işidir. Sigortacı rücu davasını hukukan yerine kaim olduğu sigorta ettiren gibi hukuk mahkemesinde açması zarurîdir.
İhtiyaç Olunan Hukuk Umum Heyetinin 12/10/942 tarihli kararı, sigortacı ile sigorta mukavelesinde intifai meşrut olan şahıs arasında sigorta mukavelesinden münbais ve Ticaret Kanununun 1012 inci maddesi mucibince müruruzaman noktasından reddine dair ısrar kararının tasdikine mütedair olup işbu hadise ile bir gûna alaka ve irtibatı yoktur.
Bir gemi kaptanınm sevk ve idare eylediği gemiyi karada rıhtıma ve binaya çarptırarak hasar ika eylemesi gerçi haksız bir fiildir. Ancak deniz serveti ile yani gemi ve navlunu ile mahdut bir surette mesul olan gemi sahibi ile kaptan hakkında Deniz Ticaret Kanunu hükümleri ve bahrî kaideler tatbik olunmak icap etmesinden ötürü ticaret mahkemelerinde görülmektedir. Burada illet başkadır, müşterek değildir.
Binaenaleyh sigortacının sigorta ettirenin makamına kaim olarak açtığı dava, umumî hükümlere tevfikan rüyeti gerekli bulunan, adi bir hukuk işidir. Mücerret Ticaret Kanununun 935 inci maddesinde sigortacıya rücu hakkının tanınmış olmasa ve sigortacının bir anonim şirket bulunması bu adi hukuk işine bir suretle ticarî mahiyet izafe edemez.
O K7: Bizim için hakikati ilmiye kanunun maddeleridir. Sigorta akti burada sigortacıya bir halefiyet bahşeder. Tediye miktarınca sigorta ettirenler yerine kaim olur ve o şirkete kefil gibi rücu hakkını haizdir. Bu mukavelenin haksız fiil ile irtibatı yoktur ve kanunen mutasavver değildir. Sigorta akti Ticaret Kanununun 965 inci maddesi mucibince sigortacıya dava hakkı veren bir mukaveledir ve haksız fiilin faili ve mesulün bilmal noktai nazarından vazifeli mahkemeyi tayine müessir olamaz.
K5: Ticaret Kanunundaki borç kelimesini bu kadar tevsie mesağ bulunmadığını, gemilerin karadaki hasarını Deniz Ticaret Kanununa istinaden ticarî saydıklarını ve Borçlar Kanununun elli birinci maddesi sarih olup hadisenin tamamen hukukî olduğunu ve ona halef olan sigortacı da hukuka da gidecektir. Varis murisden fazla bir hukuku haiz olamayacağına göre haksız fiilden dolayı zarar görenin yerine kaim olan sigortacı da hukuk mahkemesine gider. Mevaddı ticariye bu kanunda yazılı olanlardır.
K9: Sigorta şirketi, hukuk mahkemesine müracaatla Elektrik Şirketinin sigorta ettiği amelesinden birinin ölümüne sebebiyet veren otomobil şöförünün istihdam eden müddeaaleyhten sigorta bedeli olarak ödenen paranın rücuan tahsilini istemiş, mahkeme vazifesizlik karariyle davayı reddetmiş, bu kararı Temyiz Dördüncü Hukuk Dairesi esbabı mucibeye müstenit olduğundan bahsile tasdik ettiğinden davacı ticaret mahkemesinde ayni davayı açmış, ticaret mahkemesi de vazifesi haricinde gördüğü bu davayı reddeylemiş. Temyiz Mahkemesi Ticaret Dairesince bu karar mucip sebeplerle tasdik olunmuştur.
Temyiz Mahkemesi Ticaret Dairesinin mucip sebepleri meyanında Ticaret Kanununun 965 inci maddesinden bahsile sigorta ettirenin dava hakkının sigorta şirketine intikal ettiği beyan olunmuştur. Müsaadenizle bu mühim sebebi tenkit edeceğim. Netice itibariyle tenkidim müdafaa yerine geçecektir.
Hadisemizde mevzuubahis olan sigorta mal sigortası olmayıp kazaya karşı sigortadır. Mal sigortası hükümleri kısmında olan 965 inci maddenin hadiseye asla taalluku yoktur. Filhakika bu maddeye göre sigortacı ödediği para nisbetinde sigorta ettiren kimse makamına hukukan kaim olduğundan hakkı dava şirkete intikal eder ve sigorta ettiren ancak ödenen paradan mütebakisi için üçüncü şahıs aleyhine dava açmak hakkını haizdir. Halbuki bu işte tatbiki lazım gelen ve kazaya karşı sigorta hükümleri meyanında bulunan 1006 inci maddede ise sigorta ettirenin sigortacıdan tazminat alması hatasiyle zarara sebebiyet veren üçüncü şahıs hakkındaki dava hakkını iskat etmez. Ve üçüncü şahıs sigorta edilmiş olması nazara alınmaksızın zarardide sigorta ettirenin bütün zararlarını tazminle mükelleftir. Bu maddeden açıkça anlaşılıyor ki, kazaya karşı sigortalarda sigorta şirketinin rücu ve dava hakkı yoktur. Dava hakkı münhasıran sigorta , ettirene racidir. Kazaya karşı sigorta kısmında böyle bir madde bulunmamış olsaydı bile hadisede 965 inci maddenin kıyas tarikiyle tatbikine yine imkan yoktur. Çünkü mezkur 1006 inci maddenin sonunda müstakil bir fıkra vardır ki, bu fıkrada mütebaki hususatta hayat sigortası ahkamı caridir, denilmektedir.
Binaenaleyh bu fıkra başlı başına 965 inci maddenin kıyas yoliyle tatbikine mani teşkil etmektedir. Nerede kaldı ki, 965 inci madde hilafına 1006 inci madde ile bir hüküm mevzudur. Dava hakkı, husumet keyfiyeti işe vaziyet ettikten sonra düşünülebilir. Böyle iken daire husumet meselesini de kendiliğinden ve fakat yanlış bir maddeye dayanarak hatalı bir surette hal ve adeta bir emrivaki ihdas etmiş oldu.
Şu izaha göre hadisede sigorta şirketinin dava hakkı yoktur. Dava hakkı olmıyan bir kimse üçüncü şahsın sebebiyet verdiği zararın tazminini isterse ticaret mahkemesi ceffelkalem vazifesizlik karan verir. Ve dava hakkı olup olmadığını araştırmaz. Çünkü dava hakkı olup olmadığının tetkiki işin vazife dahilinde olduğunu tazammun eder.
965 inci madde veçhile şirketin dava hakkı bir faraziye kabilinden kabul edilse bile meselenin halli yine ticaret mahkemesinin vazifesi dışında kalır. Çünkü böyle bir nizam halli için aranılacak hükmü Ticaret Kanununda bulamayız. Borçlar Kanununun haksız muamelelerden doğan borçlar faslında aramak lazım gelir.
Burada Ticaret Dairesinin dava hakkını kabul ettiği davacı şirket rücuan tahsil davasıhda sigorta ettirenin makamma kaim olduğundan bu sıfatla dava edecektir. Bir kimsenin, makamına kaim olduğu şahsın haiz olduğu hak ve imtiyazlardan fazla bir hakka malik olmasını kabule mevzuat ve nazariyatı hukukiyemiz asla müsait değildir. Sigorta ettiren hangi mahkemeye gidebilecekse onun yerine geçen sigorta şirketi de o mahkemeye gidebilir. Aksini kabul edersek Ticaret Dairesinin dediği gibi bir garibe karşışında kalmış oluruz. Sigorta ettiren hukuka, onun makamına kaim olan da Ticaret Mahkemesine müracaat edecekse ayni hadise hakkında ayrı ayrı mahkemelere müracaat edilmiş olur ki, hakikaten böyle bir vaziyeti garibe olarak tavsif yerinde olur.
1006 inci maddenin sigorta şirketinin dava hakkım selbetmediği mütalaasına gelince, bu madde açık ibaresiyle tanzim hakkını münhasıran sigorta ettirene 965 inci maddede tazmin ettiği miktar nisbetinde sigorta şirketine vermektedir. Aksini kabul edersek kaza sigortalarında hatası hasara sebebiyet veren üçüncü şahsa karşı hem sigorta ettirenin hem de sigorta şirketinin tazmin hakkını kabul etmiş oluruz ki, hukuk kaideleri ve hakkaniyet düsturları böyle bir şeyi faraziye halinde bile kabul edemez.
Sigorta şirketi ile amelenin ölümüne sebebiyet veren şahsın mesulünbilmali arasında aktî, hukukî bir münasebet bulunmadığı yolundaki mütalaaya karşı gayri kanunî rekabetler misal gösterilerek taraflar arasında aktî bir münasebet mevcut olmadığı halde Ticaret Kanununda yer alan hükümlerle ihticaç olunmak istenildi. Filhakika bu gibi rekabetlerde aktî bir münasebet yoksa da Ticaret Kanununda münderiç bilumum mevat ve muamelatın ticaret mahkemelerince hal ve faslı pek tabiîdir. Bu kanunda tasrih olunmayan ve Borçlar Kanunu ile kabili hal olan hususlar bahse mevzu teşkil etmektedir. Ayni zamanda bu gayri kanunî rekabet faslını gözden geçirirsek görürüz ki, gayri kanunî rekabette bulunan kimsenin tacir olması şarttır. Şu halde iki tacir arasında vukua geldiğinden ve Ticaret Kanununda yazılı olduğundan ticaret mahkemelerine aidiyeti pek tabiîdir. Binaenaleyh tacir olmıyan bir kimse bir tacirin müşterilerini azaltacak veya hiçe indirecek bir harekette bulunursa mutazarrır olan tacir böyle bir kimsenin haksız fiillerine hitam vermek için faili aleyhinde dava ikame ve failin hatası vukuunda sebebiyet verdiği zararın tazminini talep edebilir. Böyle bir davanın hukuk mahkemesinde açılması lazımdır. Çünkü tacir ile müteaddî şahıs arasında hukukî bir münasebet ve irtibat mevcut değildir. Zarar ika eden şahıs tacir olmadığı için olmadığı için Ticaret Kanununun gayri kanunî rekabet faslına da girmez.
K3: K9'in istinat ettiği 1006 inci maddeyi okudular.
K10: Bendeniz de 1006 inci maddeyi K9'in anladığı gibi anlıyorum. Ancak bu hadisenin mevzuubahis edilmesine göre evvela vazife cihetinin halli lazımdır. Bu hadise âdidir.
K11: Ticaret Dairesi ötedenberi bu işleri âdi demiştir. Sigortacı sigorta bedelini ödedikten sonra zarar gören şahsın üçüncü bir şahsa rücu edebileceği hallerde sigortacı onun yerine kaim olur (933 üncü maddeyi okudular. 965 inci maddeyi okudular.) ve işin adi olduğu mücerret Ticaret Kanununda halefiyetin kabul edilmiş olması muamelenin ticarî addini istilzam etmez.
K3 : K11 965 inci maddedeki "hukukan" kelimesine istinat etmiş iseler de bu kelime sigorta hukukuna mütealliktir. Ticaret Kanununda yazılı her mesele ticarîdir.
Birinci Reis : Hadisemiz haksız fiilden doğan tazminat meselesidir. Sigortacının zarardide olanın yerine kaim olması kanunun cevazına müstenittir. Binaenaleyh halefiyet meselesidir. Kasten yapılan bir yangın ağır ceza mahkemesinde rüyet edilirken sigortacı bu davada müdahil sifatiyle dahil olabileceğine göre umumî mahkemelerde görülmesi lazım gelir, demeleriyle reye müracaat olunarak neticede:
Haksız bir fiil neticesinde zarar gören şahıs zararını o fiilin failine tazmin ettirebilir. Bu hususta açacağı davanın rüyet mercii asliye mahkemesidir.
Mutazarrırın istikbali derpiş suretiyle haksız fiilin vukuundan önce bir sigorta şirketi ile uğraması melhuz zararların karşılanmasını temin edecek olan bir sigorta mukavelenamesi imza etmiş olmasıyle haksız fiil arasındaki münasebet sadece fiilin vukuu ile şirket için bir tediye vecibesinin ortaya çıkmış olmasından ibarettir.
Ticaret Kanununun 965 inci maddesiyle konulmuş bulunan esasa göre sigortacı poliçede yazılı olup da sigortalısına ödediği sigorta bedeli nisbetinde sigortalının yerine geçer. Bu bir kanunî halefiyettir. Binaenaleyh sigortacının haksız fiil failinin karşısına çıkması mutazarrır olan şahsa ödemiş olduğu miktar nispetinde dava külfetinden kurtarmış olduğu içindir. Hatta zararının tamamını sigortadan temin edememiş olan mutazarrırın şirketten aldığı bedelden fazlası için haksız fiil faili aleyhine dava ikame etmiş olması dahi mümkündür. Bu takdirde ayni menbadan çıkan bir tek borcun bir kısmı hukuk mahkemesinde talep edilmiş olacaktır.
İmdi, sigortacının, sigortacılık mutlak bir ticarî muameledir diye kanunî halefiyetine istinaden açacağı rücu davası için ticaret mahkemesinde dava ikame etmesi icap eder, denecek olursa, menşei, mahiyeti ve illeti ayni olan ve haksız fiil faili için tecezzisi mümkün bulunmayan bir borç için iki ayrı kaza merciinde birden dava açılabileceği kabul edilmiş olur. Bu ise, kanuna ve hukuka uygun düşmez.
Bu itibarla, sigortacının, sigorta poliçesinden münbais olmayıp kanundan aldığı bir salahiyete istinaden ve haksız fiil sebebiyle alacaklı yerine kaim olarak hareket ettiği davada hukuk mahkemesine başvurması lazım geleceğine reylerin üçte ikisini geçen çoğunluğiyle 22/3/944 tarihinde karar verildi.
AYKIRI GÖRÜŞ :
Aza K7: Kararın esasa taalluk eden iki noktasına muhalifim.