Görüntüleme Ayarları:
Cevapları göster

OLAY

Yurt dışında yaşayan (A), kendi adına Güzelce köyünden denize yakın bir arsa alması için damadı (D)’ye temsil yetkisi verir. Vekil (D) tarafından (A) adına ve hesabına alınan 20 parsel sayılı taşınmaz, (A) lehine tescil edilir ve karşılığında satıcı (S)’ye 300.000 TL ödenir. Tescilden bir yıl sonra (A), bu arsa üzerine inşaat yapmak için belediyeye başvurur ve beklemediği bir yanıtla karşılaşır. (D)’ye Güzelce köyünde (S) tarafından gezdirilip gösterilen ve üzerinde pazarlık edilen taşınmaz yerine, yine aynı yere bağlı fakat denizden uzak, daha düşük bedelli (yaklaşık 200.000 TL) bir arsayı satmış olduğu ortaya çıkar. Bu durum üzerine (A), tapunun iptalini, üzerinde pazarlık yapılan arsanın kendi lehine tescilini ve tüm tapu masrafının (S) tarafından karşılanmasını talep eder. (S)’nin İstanbul sınırları içinde 8 tane daha taşınmazı mevcuttur. Bu yüzden kendisinin de farkında olmadan yanlış taşınmaza ilişkin işlem yaptığını ileri sürer, fakat denize yakın olan taşınmazın devrine de yanaşmaz. Zira bu arada Güzelce köyüne çok yakın bir yerde üniversite kurulduğu için taşınmaz fiyatlarında ciddi bir artış yaşanmıştır. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, E. 2013/1676, K. 2013/2179, T. 18/02/2013 künyeli kararından alıntılanmıştır.)

Bu sırada evlilik hazırlıkları yapan (S), nişanlısı (N) lehine İstanbul Kadıköy’de bulunan taşınmazının üzerinde süresiz bir intifa hakkı tanır. Daha sonra çift düğün hazırlıkları sırasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları sebebiyle ayrılmaya karar verir ve evlenmekten vazgeçerler.

Bu sırada Ankara’da yeni bir hayat kurmak isteyen (S), bir bankanın gazetede gördüğü iş ilanı için başvuruda bulunur ve görüşmeye çağırılır. Görüşmeyi bankayı temsilen yürüten (T), (S)’ye yakın zamanda evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı düşünüp düşünmediğini sorar ve işe alınmayı isteyen (S), doğru olmadığı halde bu soruya olumsuz yanıt verir. İşe kabul edilen (S), 2 ay sonra zaten bir süredir nişanlı olduğu (Ş) ile evlenir. (T), (S)’nin kendisini aldattığı gerekçesiyle bu sözleşmeyi iptal etmek ister.

SORULAR/CEVAPLAR

1) (A)’nın tapunun iptalini talep etmesi mümkün müdür? (A), Borçlar Kanunu’nun hangi hükümlerine dayanabilir?

(A), Güzelce köyünde denize yakın arsayı satın almak istemesine karşın denize uzak olan taşınmaza ilişkin devir işlemi gerçekleştirilmiştir. Bu taşınmaz satım sözleşmesinin tarafları (A) ve (S) olmakla birlikte, (A) bu işlemi bir temsilci aracılığıyla gerçekleştirmiştir. (A)’nın bu taşınmaz satım sözleşmesini irade sakatlığı dolayısıyla iptal etmesi mümkündür. Bunun için (A)’nın yanılma hükümlerine başvurabileceği ortadadır. Bununla birlikte aldatma hükümlerine başvurabilme imkanının olup olmadığı tartışılabilir. Aşağıda öncelikle yanılma, ardından da aldatma hükümlerinin somut olayda uygulanabilirliği incelenecektir.

Yanılma: Borçlar Kanunu’nun 30-35. maddeleri arasında düzenlenen yanılma (hata), iki farklı şekilde ortaya çıkabilen bir irade sakatlığıdır. Yanılmanın hem beyana, hem de iradeye ilişkin olması mümkündür. Beyan yanılması/hatası, irade beyanının istenmeyerek arzuya uygun olmaması halinde karşımıza çıkar.(1) Beyan hatasının tipik görünümleri BK m. 31’de düzenlenmiş, bir beyan hatası söz konusu olduğunda sözleşmenin iptal edilebilmesi için bu hatanın ayrıca esaslı olması aranmamıştır. Saik (temel) hatası ise, beyanın ortaya konulmasında değil, beyanın/iradenin oluşma aşamasında bir yanılmanın mevcut olduğu zaman ortaya çıkar. Başka bir ifadeyle saik hatasında arzunun (iradenin) ileri sürülmesinde değil, arzuyu (iradeyi) oluşturan etkenlerden birinde hataya düşülmesi söz konusu olmaktadır.(2) Bu durumda ise sözleşmenin iptal edilebilmesi için yanılmanın esaslı olması gerekmektedir.

Olayda (A)’nın temsilcisi (D), satın almak istediği bir arsadan başka bir taşınmaz için sözleşmeyi kurma iradesini belirtmiştir. Bu noktada öncelikle temsilcinin hatası hususuna değinmek gerekir. Temsilci aracılığıyla yapılan işlemlerde irade sakatlığı hususu Kanun’da açıkça düzenlenmiş değildir.(3) Bununla birlikte, temsilcinin yanılması durumunda da temsil olunanın bu sözleşmeyi iptal ettirme hakkına sahip olacağı öğretide kabul edilmektedir.(4) Bu yüzden irade sakatlığının konusu olan işlemin bir temsilci aracılığıyla yapılmış olması, (A)’nın bu işlemi iptal etmesine bir engel olmayacaktır.

Somut olayda (A)’nın, satın almak istediğinden başka bir taşınmaz için sözleşme kurmuş olduğunu belirtmiştik. Olayda iradenin oluşumunda değil, iradenin ortaya konuluşunda bir hata vardır. Bu yüzden burada BK m. 31/1 b. 2 anlamında bir beyan yanılması olduğu ortadadır. İlgili hüküm, “yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa”, bunun bir esaslı yanılma hali sayılacağını ve iptale sebebiyet verebileceğini düzenlemektedir. Dolayısıyla (A)’nın bu sözleşmeyi yanılma hükümlerine dayanarak iptal ettirmesi mümkündür.

Aldatma: Aldatma (hile), Borçlar Kanunu’nun 36. maddesinde düzenlenmiştir. İlgili hükmün ilk fıkrasına göre “Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir.” Aldatma, bir kişiyi kasten saik hatasına düşürmek olarak tanımlanmıştır.(5) Gerçekten de yanılmada olduğu gibi beyan hatası - saik hatası gibi ikili bir ayrımın aldatmada yapılması söz konusu değildir. Aldatma, bir kimsenin davranışı ile (bu davranış pasif veya aktif olabilir), diğer tarafı bir irade beyanında bulunmaya yönlendirmek için onun arzusunun oluşmasında yanlış bir fikrin doğumuna, bir yanlışlık varsa bunun devam etmesine yol açmaktır.(6)

Sözleşmenin karşı tarafının yaptığı aldatmanın söz konusu olabilmesi için gereken şartlar şunlardır: (i) taraflardan biri diğerini bir sözleşme kurma konusunda aldatmış olmalı, (ii) sözleşmenin diğer tarafında bu yanlış fikri uyandıran veya bu fikrin devam etmesine neden olan kişi, aldatma kastıyla hareket etmiş olmalı, (iii) aldatmanın konusu olan husus, sözleşmenin kurulmasına sebep olmuş olmalıdır.

Olaya dönecek olursak, burada (S)’nin aldatmasının söz konusu olduğu düşünülebilir. Zira (S), (D)’ye gösterdiği, üzerinde pazarlık edilen taşınmaz yerine daha düşük bir bedelli taşınmazın mülkiyetinin devrini gerçekleştirmiştir. Ancak aldatma hükümlerine dayanılarak sözleşmenin iptal edilebilmesi için aldatma kastının ispat edilmesi gerektiği unutulmamalıdır. BK m. 36/1, aldatma hükümlerine gidilebilmesi için kast unsurunu aramakta, ağır ihmali yeterli görmemektedir.(7) Bu yüzden (S)’nin ileri sürdüğü savunma önemlidir. (S), kendisinin bilerek yanlış taşınmaza ilişkin işlem yapmadığını, başka bir deyişle kasten hareket etmediğini, ağır ihmalli olduğunu ileri sürmüştür. Bu yüzden (S)’nin iddiasının inandırıcı bulunması durumunda (A)’nın aldatma hükümlerine başvurması mümkün olmayacak, buna karşılık yanılma hükümlerine başvurması söz konusu olabilecektir.

2) (A)’nın, taşınmazı satın almak için yapmış olduğu masrafları faiziyle birlikte talep etmesi mümkün müdür? (A)’nın taşınmaz fiyatlarındaki artışın sebep olduğu farkı (S)’den talep etmesi mümkün müdür?

(A)’nın (S)’den masrafları ve uğradığı zararı talep edip edemeyeceği, yine başvurulan hükümler ışığında değerlendirilmelidir. (A)’nın yanılma hükümlerine başvurarak sözleşmeyi iptal ettirmesi durumunda tazminat talep etmesi mümkün gözükmemektedir. Yanılmada kusur başlıklı BK m. 35, yanılan tarafın kusurlu olması durumunda karşı tarafa ödeyeceği tazminatı düzenlemektedir. Yanıldığı için sözleşmeyi iptal etme hakkı verilen taraf ile sözleşmenin diğer tarafı arasındaki menfaat dengesinin sağlanması için kanun koyucunun bu yolu izlediği söylenebilir. Bununla birlikte, yanıldığı için sözleşmeyi iptal eden tarafın karşı taraftan olumlu veya olumsuz zararının tazminini talep etmesi mümkün değildir. Bu yüzden (A)’nın yanılma hükümlerine dayanarak sözleşmeyi iptal ettirmesi mümkün olsa da, yapmış olduğu masrafları ve taşınmazdaki değer artışını (S)’den talep etmesi mümkün değildir.

Buna karşılık, (A)’nın aldatma hükümlerine başvurarak sözleşmeyi iptal ettirmesi durumunda tazminat talep etmesi mümkün olacaktır. Bu yüzden irade sakatlıklarından hangisinin tercih edildiği önemlidir. Her ne kadar hem yanılma hem de aldatma sözleşmenin iptali sonucunu doğursa da, örneğin tazminat açısından varılacak sonuçlar her iki durumda değişecektir. Bu yüzden bir olayda hem yanılma hem de aldatma hükümlerine gidilmesi mümkün ise, ikincisinin tercih edilmesi daha avantajlı olacaktır.

BK m. 39/2, “Aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir sözleşmenin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmaz” buyurmaktadır. Başka bir ifadeyle aldatma söz konusu olduğunda, sözleşme hak düşürücü süre içinde iptal edilmemiş olsa dahi aldatma tazminatı istemebilir. Sözleşmenin iptal edilmiş olması durumunda tazminat istenebileceği ise evleviyetle kabul edilir. Bu tazminat talebi, culpa in contrahendo sorumluluğu esaslarına tâbi olur.(8)

Olayda (A)’nın taşınmazı satın almak için yapmış olduğu masraflar, örneğin varsa noter ücretleri, ulaşım masrafları vb. olumsuz zarara ilişkin kalemlerdir. Olumsuz zarar, geçerliliğine güvenilen bir sözleşmenin hükümsüzlüğü yüzünden uğranılan zarar olarak tanımlanabilir.(9) Sözleşme hiç kurulmamış olsaydı kişinin malvarlığının içinde bulunacak olduğu durum ile bir kıyas yapılır ve aradaki fark olumsuz zarar olarak nitelendirilir. Olumsuz zararın, aldatma sonucunda BK m. 39/2 uyarınca istenebileceği öğretide genel olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte, aldatma sonucunda talep edilecek olan tazminatın olumlu zararı da kapsayacak olup olmadığı tartışılmaktadır.(10)

Olumlu zarar, sözleşme gereği gibi ifa edilmiş olsaydı malvarlığının içinde bulunacak olduğu durumun tesis edilmesi için karşılanması gereken zarar olarak tanımlanabilir.(11) Genellikle olumlu zarar miktarı olumsuz zarardan fazla olmakla birlikte, her zaman durum böyle olmak zorunda değildir.(12) Olayda (A)’nın, taşınmaz fiyatlarının artması nedeniyle aradaki farkı talep etmesi, olumlu zararın tazminini talep etmesi anlamına gelmektedir. Yukarıda ifade edildiği üzere, genel kabul aldatma durumunda istenecek olan zararın olumsuz zarar ile sınırlı olduğu yönünde olsa da, BK m. 35/2’nin kıyasen uygulanması sonucunda olumlu zararın tazmininin de mümkün olduğu ileri sürülebilir.(13)

BK m. 35/2, yanılma halinde karşı tarafa ödenecek olan zarara ilişkin bir hükümdür. Buna göre, “Hâkim, hakkaniyetin gerektirdiği durumlarda, ifadan beklenen yararı aşmamak kaydıyla, daha fazla tazminata hükmedebilir.” Bu hükümde yer alan “ifadan beklenen yarar” ifadesi, olumlu zarara işaret etmektedir. Sonuç olarak, BK m. 35/2 uyarınca yanılan kişinin karşı tarafa ödeyeceği tazminat kural olarak olumsuz zararla sınırlı olacak ancak hakkaniyet gerektiriyorsa bu tazminat olumlu zarara kadar çıkabilecektir. Bu hükmün kıyasen aldatma durumunda da uygulanması sonucunda hakkaniyetin gerektirmesi durumunda, (A)’nın olumlu zararının da tazminini talep edebileceği söylenebilecektir.

3) (S)’nin, (N) lehine kurmuş olduğu intifa hakkını geri alması mümkün müdür? (S) Borçlar Kanunu’nun hangi hükümlerine dayanabilir?

Olayda (S)’nin, evlenme hazırlıkları yaptığı (N) lehine bir taşınmazı üzerinde intifa hakkı tesis ettiği görülmektedir. Bilindiği üzere intifa hakkı, bir şeyi kullanma ve ondan yararlanma hakkını veren bir sınırlı ayni haktır. Tarafların evlenmekten vazgeçmesi durumunda (S)’nin yanılma hükümlerine başvurma imkanına sahip olup olmadığı değerlendirilmelidir. Öncelikle olayda bir beyan yanılmasının mevcut olmadığını tespit etmek zor değildir. Burada daha ziyade, evleneceğine güvendiği bir kişi lehine intifa hakkı tesis eden (S)’nin, bu evliliğin gerçekleşeceği hususunda bir yanılgıya düştüğü görülmektedir. Bu yüzden yapılacak olan değerlendirme, saik hatası üzerinden yapılmalıdır.

Saikte yanılma, BK m. 32’de şu şekilde düzenlenmiştir: “Saikte yanılma, esaslı yanılma sayılmaz. Yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması ve bunun da iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması hâlinde yanılma esaslı sayılır. Ancak bu durumun karşı tarafça da bilinebilir olması gerekir.” Bu hüküm uyarınca, saik yanılmasından bahsedilebilmesi için şu dört şartın gerçekleşmiş olması gerekmektedir: (1) yanılma belirli bir olaya ilişkin olmalıdır, (2) yanılılan husus, sözleşmenin kurulması açısından yanılan kişi için bir olmazsa olmaz (conditio sine causa non) olmalı, (3) yanılan kişi açısından geçerli olan bu tasavvurun (o hususun sözleşmenin kurulması için bir temel kıstas olması) karşı tarafça bilinebilir olması, (4) yanılınan hususun iş hayatının görüşleri ve dürüslük kuralı uyarınca da sözleşemenin temeli kabul edilebilmesi.(14)

Burada, özellikle yanılmanın konusunun belirli bir olay teşkil etmesi şartı üzerinde durmak gerekir. Yanılmanın konusunu teşkil eden bu olayın, kural olarak sözleşmenin kurulmasından önce gerçekleşmiş veya sözleşmenin kurulması sırasında mevcut olması gerekmektedir. Oysaki olayda, sözleşmenin kurulmasından (intifa hakkının tesisinden) sonra ortaya çıkan bir olaya ilişkin (evlilikten vazgeçilmesi) bir yanılma söz konusudur. Başka bir ifadeyle, geçmişteki veya mevcut bir olaya değil, gelecekteki bir olaya ilişkin bir saik yanılması vardır. Gelecekteki olaylara ilişkin saik yanılmalarının da BK m. 32 anlamında iptal hakkı verip vermeyeceği ise tartışmalı bir konudur.(15) İsviçre Federal Mahkemesi’nin, gelecekteki olaya sözleşmenin her iki tarafının da kesin gözüyle baktığı hallerde, başka bir ifadeyle ‘ortak hatanın’ söz konusu olduğu durumlarda saik yanılması nedeniyle sözleşmenin iptal edilebileeğini kabul ettiği kararları mevcuttur.(16)

Bununla birlikte, gelecekteki olaylara ilişkin yanılma durumunda, BK m. 30 vd.’nda düzenlenen yanılma hükümlerinin değil, işlem temelinin çökmesi teorisinin uygulanması daha isabetli olacaktır.(17) Temelini MK m.2’de düzenlenen dürüstlük kuralında bulan işlem temelinin çökmesi teorisinin bir görünümü olan aşırı ifa güçlüğü, Borçlar Kanunu’nun 138. maddesinde düzenlenmiştir.

4) Havayolu şirketinin (S) ile yapmış olduğu hizmet sözleşmesini iptal etmesi mümkün müdür?

(S), bir bankayla hizmet sözleşmesi kurmuştur.(18) Olayda bankanın temsilcisi (S)’ye evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı düşünüp düşünmediğini sormuş, (S) ise bu soruya olumsuz yanıt vererek karşı tarafı ‘aldatmıştır’. Sonuç olarak banka, aldatma hükümlerine dayanarak sözleşmeyi iptal etmek istemektedir.

İş ilişkisi oluşturulurken karşı tarafa sorulan bu tür sorular, iş ilişkisinin kurulmasında gebelik nedeniyle ayrımcılık yapılması anlamına gelir ve Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine bir aykırılık teşkil eder.(19) İş ilişkisinin kurulması aşamasında adaya sorulan bu sorulara yanlış cevap verilmesi, kural olarak işverenin aldatılması olarak değerlendirilmeyecektir.(20) Zira işçinin, hem eşitlik ilkesinin(21) hem de özel hayatın gizliliği ilkesinin (Anayasa m. 20) ihlal edildiği bu sorulara doğru yanıt verme yükümlülüğü bulunmamaktadır.(22) Bu yüzden, Anayasal ilkeleri ihlal ederek işçiye bu soruyu soran işverenin, aldatma hükümlerine dayanarak sözleşmeyi iptal etmesi mümkün değildir.

Dipnotlar

  • (1)

    M. Kemal Oğuzman/ M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. I, İstanbul 2016, s. 92.

  • (2)

    Oğuzman/Öz, s. 92.

  • (3)

    BK m. 33, iletmede yanılma başlığı altında “Sözleşmenin kurulmasına yönelik iradenin haberci veya çevirmen gibi bir aracı ya da bir araç tarafından yanlış iletilmiş olması hâlinde de yanılma hükümleri uygulanır.” hükme bağlamıştır. Burada bir ileticinin, aracının yanılması söz konusudur. Temsilci ise ileten kişi değildir, zira temsilci başkası adına ve hesabına işlem yaparken temsil olunanın değil, kendi iradesini ortaya koyar. Bkz. A. Hulki Cihan, Temsilci Bakımından İrade Sakatlıklarının Özellikleri, Hacettepe HFD, 6 (2), 2016, s. 172.

  • (4)

    Oğuzman/Öz, s. 127; Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2015, s. 393; M. Murat İnceoğlu, Borçlar Hukukunda Doğrudan Temsil, İstanbul 2009, s. 23.

  • (5)

    Oğuzman/Öz, s. 109.

  • (6)

    Oğuzman/Öz, s. 109.

  • (7)

    Oğuzman/Öz, s. 111. Yazarlar “bu sonucu bilmesi gerekmesi, aldatmayı gerçekleştirmeye yetmez” diyerek, aldatmanın ihmal ile gerçekleşmeyeceğini ifade etmişlerdir. Ayrıca bkz. Pierre Tercier/Pascal Pichonnaz/ H. Murat Develioğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2016, s. 254.

  • (8)

    Haluk N. Nomer, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2015, s. 88; Eren, s. 401.

  • (9)

    Oğuzman/Öz, s. 107; Memet Erdem Aybay, Bir Tazminat Türü Olarak: Boşuna Yapılmış Masrafların Tazmini, İstanbul 2013, s. 19.

  • (10)

    Necip Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C. I, İstanbul 2014, s. 469-470; Oğuzman/Öz, s. 113; Eren, s. 402.

  • (11)

    Aybay, s. 20.

  • (12)

    Aybay, s. 22.

  • (13)

    Kocayusufpaşaoğlu, s. 470. Karş. Eren, s. 402.

  • (14)

    Kocayusufpaşaoğlu, s. 400-406.

  • (15)

    Kocayusufpaşaoğlu, s. 402-403; Eren, s. 391; Ferhat Canbolat, Sözleşmelerde Amacın Gerçekleşmesi, Çökmesi ve Boşa Çıkması, Ankara 2012, s. 202; Başak Baysal, Sözleşmenin Uyarlanması, İstanbul 2009, s. 126 vd.

  • (16)

    Bkz. Kocayusufpaşaoğlu, s. 403-404; Tercier/Pichonnaz/Develioğlu, s. 248; Canbolat, s. 203.

  • (17)

    Tercier/Pichonnaz/Develioğlu, s. 248; Eren, s. 391, Baysal, s. 133. Aksi görüşte bkz. Canbolat, s. 232.

  • (18)

    Belirtmek gerekir ki bu hizmet sözleşmesi, 4857 sayılı İş Kanunu’nun kapsamına girecek ve olayın çözümünde İş Kanun’un uygulanmasından doğan birtakım farklı durumlar (örneğin ayrımcılık tazminatı) söz konusu olabilecektir. Fakat burada olay, hile hükümleri bağlamında ve sadece Türk Borçlar Kanunu çerçevesinde çözümlenecektir.

  • (19)

    Bunun tek istisnası, dürüstlük kuralı uyarınca tespit edilecek objektif ve haklı nedenlerin, adayın birtakım özelliklere sahip olmasını gerektirmesidir. Örneğin bir antrenörlük pozisyonu için işe alım yapıldığında, adaya hamile olup olmadığının sorulması kabul edilebilir. Ya da bir okulun içindeki kızlar yatakhanesine bir temizlik görevlisi alınacaksa, kadın bir işçinin aranması cinsiyet ayrımcılığı teşkil etmeyecektir. Fakat bu olasılığı mümkün olduğunca dar tutmak ve cinsiyet ayrımcılığına yol açabilecek her türlü faaliyetin önüne geçmek gerekmektedir. Bkz. Onaran Yüksel, Melek, Karşılaştırmalı Hukuk Işığında Türk İş Hukukunda Kadın Erkek Eşitliği, İstanbul 2000, s. 153-155.

  • (20)

    Onaran Yüksel, s. 159; Atamer, Yeşim M. İş ve Sosyal Güvenlik Hukukunda Kadın Erkek Eşitliği Sorunu, Prof. Dr. Ömer Teoman’a Armağan, C. II, İstanbul 2002, s. 919.

  • (21)

    Bkz. Doğan Yenisey, Kübra, Kadım-Erkek Eşitliği Bakımından Türk İş Hukukunun Avrupa Birliğiyle Olası Uyum Sorunları, Kamu-İş, C. 6, S. 4, 2002, s. 48-49.

  • (22)

    Bkz. Onaran Yüksel, s. 156. Avrupa Topluluğu Adalet Divanı’nın da bu konuda verdiği muhtelif kararlar mevcuttur. Divan’ın 1990 yılında vermiş olduğu Dekker kararında, kadın işçinin işe hamilelik nedeniyle alınmamasını ayrımcılık olarak nitelendirmiştir. Bkz. Case C-177/88, Elisabeth Johanna Pacifica Dekker v Stichting Vormingscentrum voor Jong Volwassenen (VJV-Centrum) Plus [1990] ECR I-394. Ayrıca bkz. Yenisey, s. 62; Kaya, Gözde, Avrupa Birliği İş Hukukunda Cinsiyet Ayrımcılığı, Dokuz Eylül Üniversitesi SBE Doktora Tezi, 2010, s. 101