Dosya olarak kaydet: PDF - TIFF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

K1. vekili avukat K2. ile Mal müdürlüğü aralarındaki men'i müdahale da vasinin yapılan yargılaması sonunda, dava konusu yere davalının müdahale ve muarazasının men'ine dair, Oğuzeli Asliye Hukuk Hakimliğinden verilen 4.4.1973 gün ve 481/106 sayılı hükmün, süresinde Yargıtayca incelenmesi, davalı Malmüdürlüğü tarafından istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü.

Davacı taraf, dava konusu yerin uzun süreden beri elinde bulunduğunu ve Suriye uyruklu malikleri tarafından 26 Ağustos 1964 tarihli senetle kendisine satıldığını ileri sürerek hazinenin el atmasının önlenmesini istemiştir.

Hazine temsilcisi dava konusu yerin Suriye uyruklu kişilere ait olması hasebiyle hazinece el konulmuş bulunduğunu bildirerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, 1.10.1966 tarihli kararnamenin bir tepki kararnamesi olduğu, buna göre tapusuz taşınmazlara el konulup tapulu taşınmazlarda böyle bir hususun söz konusu olmadığı, davacının zilyetliğinin iyi niyetli bulunduğu. Medeni Kanunun 907. maddesi uyarınca davacının hapis hakkından yararlanacağı, kararnamenin bu hakkı ortadan kaldıramayacağı, davacının hakkının davalı hazinenin hakkından üstün olduğu kabul edilerek hazinenin dava konusu yere müdahalesinin men'ine karar verilmiştir.

Dava konusu taşınmazın, Ekim/1926 tarih 11 numaralı tapu kaydı ile K3. K4. uhdesinde iken ölümü ile mirasçıları, halen Suriye uyruklu K5. Şıh K6. Efendi oğulları K10., K11. ve K7. Efendilerle K8leri K9. ve K9. hanımlar uhdelerinde bulunduğu hususu karşılık yazı ve kayıt örneğinde belirtilmiş olup bu yönde taraflar arasında herhangi bir uyuşmazlık mevcut değildir.

Mahalli bilirkişi nizalı yerin 20 - 25 seneden beri Suriye uyruklulardan satın almak suretiyle davacı elinde bulunduğunu haber vermiştir. Suriye uyrukluların bu taşınmazı davacıya satmaları hukuken geçersiz olduğu gibi, davacının 20 25 seneden beri elinde bulundurması da hukuki himayeye şayan değildir. Zira :

1 - Hudutları dahilinde vatandaşlarımızın emlakine vaziyet eden Devletlerin Türkiye'deki vatandaşları emlakine mukabelei bilmisil tedbiri ittihazı hakkındaki 1062 sayılı kanuna dayanılarak çıkarılan kararnameler iki grupta mütalaa edilebilir :

a) 13.1.1939 tarih ve 2/10250 ve 14.2.1942 gün ve 2/17317 sayılı Bakanlar Kurulu Kararları ile; Türk ve Suriye uyruklu kimselere ait emlakin tasfiyesine dair Hükümetimizle Fransa Hükümeti arasında akdolunan itilafnamenin uygulanmasından doğan uyuşmazlığı, çözecek komisyon çalışmalarının bir sonuç vermemesi ve Fransızların, Suriyede bulunan Türklere ait malları geri vermeğe yanaşmamaları dolayisiyle bu durumlara bir çare bulununcaya kadar, Suriyeli şahıslara ait taşınmaz malların başkalarına devir, ipotek ve ferağı önlenmek istenmiş ve bu mallar üzerine haciz vazettirmek suretiyle satılması yasaklanmıştır.

18.11.1957 tarih ve 4/9697 sayılı kararname ile; Suriye uyruklu şahısların hissedar bulunduğu gayrimenkullerin, hissedarların ittifakı olsa dahi, rızaen taksim ve ifraz edilememesi, şuyüun izalesinin ancak mahkeme karariyle mümkün bulunması ve mahkemece gayrimenkulun satışı suretiyle şuyüun izalesine karar verilmesi halinde Suriye uyruklu kişiye düşecek satış bedelinin emlak meselelerinin Hükümetimizle Suriye arasında kesin surette halline kadar, hazine elinde emaneten muhafazası öngörülmüştür.

b) Vatandaşlarımızın Suriye'de, Tarım Reformu kapsamına giren taşınmaz malları için uzun süre tazminat ödenmediği görülmekle 1966 yılında hükümetimizce çıkarılan 1.10.1966 gün ve 67104 sayılı kararname ile Suriye uyruklu bütün gerçek ve özel Hukuk Tüzel Kişilerinin Türkiyede bulunan taşınmaz ve zati eşya dışında kalan taşınır mallar ile bütün hak ve menfaatlarına 1062 sayılı kanun uyarınca hazinece el konulmasına ve bunların tesbiti için hazırlanan yönetmeliğin kabulüne karar verilmiştir. Bu yönetmeliğin 4. maddesinde Suriyelilerin Türkiyede bulunan taşınmaz malları hakkında, Bakanlar Kurulunun 13.1.1939 tarih ve 2/10250 sayılı, 14.2.1942 tarih ve 2/17317 sayılı ve 18.11.1957 gün ve 4/9697 sayılı kararlariyle konulmuş kısıtlamaların devam edeceği belirtilmiştir. Bu durumda (a) grubundaki kararnamelerle, Suriye uyrukluların Türkiyedeki taşınmaz mallarına kayıtlama konulmuş ve her türlü tedavül ile üzerine aynî hak tesisi yasak edilmiştir. 1966 tarihli kararname ile bu takyitler daha etkili hale getirilerek hazinece bu çeşit taşınmazlara tamamen el konulmuş ve bu hükümler halen yürürlükte bulunmuştur. 11 Şubat ila 26 Şubat 1971 tarihleri arasında Ankara'da vukubulan Türkiye Suriye emlak müzakerelerinde; Türkiye ve Suriye hey'etleri 1966 da alınmış olan kısıtlayıcı tedbirlerin belli şartlarla kaldırılmasını, Hükümetlerine teklif eylemek hususunda mutabık kalmışlardır. Bu protokolün konusu, tarım ve taşıt araçları, menkul kıymetler, diğer çeşitli eşya ve faaliyetle taşınır, ve taşınmaz mal gelirleri ile ilgili bir tekliflerden ibaret olup kısıtlayıcı tedbirlerin her iki tarafça kaldırılıp diploması yoluyle karşı tarafa bildirilmesinden sonra yürürlüğe girmesi kararlaştırılmıştır. 1971 tarihli protokol bir nevi öneri mahiyetinde olup, hükümetlerce kabul edilerek kararname şeklini almadığından olayımıza olumlu, ya da olumsuz etkisi yoktur.

Halen yürürlükte bulunan kararnamelere göre Suriye uyruklu şahısların, Türkiye'deki taşınmazları hakkında yaptıkları satış, ipotek, trampa ve ölünceye kadar bakma şartiyle temlik gibi gayrimenkul malların elden çıkarılmasını mucip olacak işlemler geçerli olmadığından dava konusu yerin davacıya Suriye uyruklu malikleri tarafından satışı da geçerli değildir. Ayrıca, 1939 yılından beri mülkiyet durumu takyitli ve 1966 yılında vaziyet edilmiş olduğundan zamanaşımı ile iktisap edildiği kabul olunamaz. Satış işlemi geçersiz olduğundan davacının Medeni Yasanın 907. maddesinden yararlanması düşünülemez.

Yukarıda sözü edilen kararnameler 1062 sayılı mukabelei bilmisil kanununun birinci maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak Bakanlar Kurulunca ittihaz edildiğinden idare ve yargı organlarını bağlar. Bunların birer tepki kararnamesi olduğundan bahisle nazara alınamayacağı şeklindeki görüş hukuksal yönden öngörülmesi uygun olmayan bir düşünce tarzıdır. 1062 sayılı kanun Türkiye dışında idari mukarrerat veya fevkalade veya istisnai kanunlarla Türk tebasının hukuki mülkiyeti kısmen veya tamamen tahdit edildiği takdirde bu işlemi ifa eden devletlerin teb'asına ait Türkiyede bulunan menkul ve gayrimenkullere vaziyet olunabileceği hükmünü getirmiştir. Hukuksal açıdan Dünyadaki Devletler bu hususta Kanunlarına Milletlerarası Antlaşmalara ve İnsan Hakları Beyannamesine aykırı olmayacak tarzda hükümler koyabilmekte ve koymaktadırlar.

Suriye hükümetlerinin uzun süreden beri Türk uyruklu kişilerin Suriye'deki emlakini dolaylı olarak tasfiye politikası takip etmeleri ve böylece Türk uyrukluların mülkiyet haklarını kısmen veya tamamen tahdit etmeleri muvacehesinde Suriye Devletinin Türkiye'deki teb'asına karşı mukabelei bilmisil maksadiyle aynı kanunun ikinci maddesine göre çıkarılan kararnamelerin yasaya aykırılığı ileri sürülemez. Nitekim, 1.10.1966 gün ve 6/7104 sayılı Suriye uyrukluların mallarının tesbiti ve bu mallara el konulması hakkındaki yönetmeliğin 1602 sayılı kanuna, Anayasa ve İnsan Haklarına aykırılığı ileri sürülerek iptali için Danıştay'a açılan dava, Danıştay Dava Daireleri Kurulunun 3.5.1968 gün ve 1967/58 esas, 1968/1361 karar sayılı ilamı ile red edilmiştir. 1062 sayılı kanunun Anayasaya aykırılığı iddiası ise, Anayasanın 13. maddesindeki "bu kısımda gösterilen hak ve hürriyetler, yabancılar için, Milletlerarası hukuka uygun olan kanunla sınırlanabilir" hükmü ve Devletler Hukukunun umumi prensiplerinin mukabalei bilmisil müessesine yer vermesi karşısında esasen varit değildir.

2 - Davacının dayandığı ve sadece Suriye uyruklu maliklerin parmak izi ve imzalarını ihtiva eden ve Noter tarafından Türkçeye tercüme edilen 25 Ağustos 1964 tarihli satış senedinin, Suriye Devleti mevzuatına uygun bir akdi belgelediği hususu iddia ve ispat edilememiştir. Bu senet, yabancı devletin yasalarına uygun olarak düzenlenmiş olsa bile taşınmaz mal satımı hakkındaki kurallar kamu düzeni ile ilgili olmakla yabancı memleketlerde yapılan ferağ işlemleri geçerli sayılamaz. Devletler Hususi Hukukunda, gayrimenkullerin satışı hakkında gayrimenkulun bulunduğu milletin kanunun uygulanacağı, kabul edilmiştir. (Leemann, Becker, Homberger, Sauger Wieland bu fikirde olup İsviçre Federal Mahkemesinin içtihatları da aynı yoldadır. Senai Olgaç, Satış Trampa adlı kitap sahife 148) Bir an için Suriye uyruklu kimselerin tasarrufi muamelede bulunabileceği kabul edilirse dayanılan satış senedinin, her şeyden önce yukarıdaki açıklama karşısında Türk Hukuk sistemine uygun şekilde, düzenlenmesi gerekir. Halbuki söz konusu senet ne Borçlar Kanununun 213. maddesinde ne Noter Kanununun değişik 44. maddesinde yazılı şekil ve şartları ihtiva etmemektedir. 2644 sayılı tapu kanunu ile nizamnamesine de aykırı şekilde düzenlenmiştir. O halde ortada gayrimenkul tasarruflarını düzenliyen hukuk sistemimize uygun ve geçerli bir belgenin varlığından bahsedilemez. Bu durumda bu belge hukuken himayeye şayan değildir.

3 - Celp edilen nüfus kayıtlarına göre satış senedinde imzası bulunan maliklerden K10 ile K11 (1941) yılında Türk vatandaşlığından çıkarılmışlardır. Vatandaşlıktan çıkarılan kişilerin mallarının hangi işleme tabi olacağı ve Vatandaşlıktan iskatın (çıkarılmasını) hukukumuzdaki durumuna gelince : Şurası muhakkak ki, her devletin; ülkesinde, eğemenliğine tabi olacak fertlerin niteliğini serbestçe tayin etmek hakkı vardır. Vatandaşlıkla "ilgili meseleler her devletin mahruz sahasını (damaine reservee) teşkil eder. Vatandaşlığın ne yoldan kazanılacağı ve hangi sebeple, neden ve nasıl kaybedileceği hususundaki ana kaideler Anayasalarda yer almıştır. Bu yön Vatandaşlık Hukukunun Devletin ana yapısına, başlıca unsurlarından birisine taalluk etmesinin doğal sonucudur. 1961 Anayasamızın "Temel Haklar ve Ödevler" adını taşıyan ikinci kısmında saptanan hak ve hürriyetler, yabancılar için, Milletlerarası hukuka uygun olarak, kanunla sınırlanabilir diyen 13. maddesi iki yönlü bir maddedir. Bir yandan Devlet ülkesindeki yabancılar için borçlarını Milletlerarası hukuka uygun olarak sınırlama yetkisini tanımakta diğer taraftan da devletin Milletlerarası hukuk açısından yabancılar statüsünün asgari haddini taahhüdü öngörmektedir. Devlet ülkesinde, uzun süre oturmayan yabancılara, vatandaşlığını, rıza yokluğuna rağmen yüklemeyecektir. Ferdin rızası ile vatandaşlıktan çıkmasını ve yabancı devlet vatandaşlığına girmesini engellemeyecektir. Bu husus 1948 tarihli Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinde açıkça hüküm altına alınmıştır. Türkiye bu sözleşmeye 1954 de katılmıştır.

Telsik ve çıkma, rıza ile vatandaşlığın kazanılması ve kaybedilmesiyle gerçekleşebilir. Kazanılan toprak üzerinde doğmuş veya ikamet sahibi olup, toprak kazanan devletin otomatik olarak vatandaşı sayılan fertlere, belli süre içinde eski devletinin vatandaşlığını sağlamak amacı ile opsiyon (seçme hakkı) tanınmıştır. (1923 tarihli Lozan Antlaşması M. 31 23 Haziran 1939 tarihli Hatay Andlaşması M. 3) Opsiyon hakkını kullanıp, terk olunan araziden göç edenlerin taşınmaz mallarını muhafaza edebileceği veya bunları tasfiye zorunda kalacakları hususu, andlaşmada açıkça belirtilmiş olabilir. Örneğin : Lozan Andlaşmasında; terk halinde, taşınmaz malların muhafaza edilebileceği esası kabul edilmiştir. (M. 33/2.) buna mukabil Hatay Andlaşmasında, tasfiye zorunluğu hüküm altına alınmıştır. (M. 4/2). Her iki andlaşmada taşınır mallar hakkında, ilgililerin bunları birlikte götürebilecekleri hususu öngörülmüştür. Bunların dışında Devlet kendi emniyet ve devamlılığını sağlamak amacıyla, ferdin rızasına bakmaksızın, kanunda öngörülen çıkarma sebeplerine dayanarak şahısları vatandaşlıktan çıkarabilir. (Iskat) gerek Tabiiyeti Osmaniye Kanunu, gerek 1312 sayılı kanunla kaldırılan Türk Vatandaşlığı Kanunu; çıkma ve ıskatı ve Bakanlar Kurulu Karariyle vatandaşlığın kaybı hallerini tanzim etmektedir. (Teb'ayi Osmaniye K. M. 5, 6; 1312 sayılı K. M. 7, 9, 10) 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununda, kabul edilen sebepler 1312 sayılı kanunda iskat sebebi olarak belirtilen hallerdir. Ancak, 1964 tarih ve 403 sayılı vatandaşlık yasası bu sebeplere çıkarma (iskat) nın hükümlerini değil, çıkmanın neticelerini sağlamıştır. Sebepleri ortaya çıktığı takdirde Türk Vatandaşlığını kaybeden kimse, yabancı statüsüne girer. Zira vatandaşlık yasasının 29. maddesi iptal ve çıkarma hükümlerini kapsayan 33 ve 35. maddeleri saklı tutmaktadır.

Vatandaşlıktan çıkarma (iskat) müessesesi, genellikle Vatandaşlık Yasalarında yer almaktadır. Devletin kendi iç ve dış emniyeti bakımından zararlı saydığı eylem ve davranışlarda bulunanlara karşı bir silah olarak kullandığı bu iskat müeyyidesi, her ne kadar Milletlerarası Kongrelerde, İnsan Haklarına aykırı vatansızlığı yaratıcı bir kaynak olarak eleştirilmiş ise de, vatandaşlık yasalarında daima öngörülegelmiştir. 19. asırda Devlet aleyhine işlenmiş suçların müeyyidesi olarak uygulanan iskat (çıkarma) işlemi, 20. asırdan itibaren daha da yaygın olarak, kanunlarda yer almıştır. Sadece çıkarma sebeplerinin mahiyeti ve bunların uygulandıkları vatandaş zümresinin niteliği bakımından kanunlar arasında bazı farklar vardır. Türk hukuk sisteminde bile iskat, değişik surette hükme bağlanmıştır. Tabiiyeti Osmaniye ve kaldırılmış Türk vatandaşlığı kanunlarında (1928 tarih 1312 sayılı kanun) iskat, şumüllü olarak tanzim edilmiştir. Birincisinde vatandaşlık bakımından asli ve sonradan kazanılma durumları ayrılmadığı halde, ikincisinde asli vatandaşlar için ayrı, sonradan kazanılan vatandaşlık için ayrı sebepler tesbit edilmiştir. 1964 tarihli 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununda Vatandaşlıktan çıkarma işlemi sırf zarurete istinat ettirilmiş ve iskatın ağır neticelerinden ayrı tutulmuştur. İskat ve sebepleri konumuzla ilgili olmadığından üzerinde durulmağa lüzum ve mahal bulunmamıştır. Tapuda malik görülen ve halen Suriye uyruklu olan A. ve M. Efendilerin 1941 senesinde vatandaşlıktan çıkarıldıkları dosya muhtevası ile tesbit edilmiştir. Adları geçenlerin Türk Vatandaşlığını kaybetme ve yabancı sayılmaları yönünden 1312 ve 403 sayılı kanunlar hükümlerine göre hukuksal açıdan, bir değişiklik söz konusu olmamaktadır. Türk Vatandaşlığından çıkarılan ve halen Suriye uyruklu bulunan, M, K6. ve K11. Türkiye'de ikamet, memlekete tekrar girebilme, kamu hak ve hürriyetlerinden ve özellikle hususi hukuk hükümlerinden yararlanabilme bakımlarından yabancı muamelesine tabi olacaklardır. (T. V. K. M. 29)

Haklarında çıkarma kararı verilen bu kişilerin Türkiyedeki malları tasfiye edilir. İskat edilenler, mallarının tasfiye işini bizzat kendileri yapamazlar. Tasfiye hazinece yapılır. Bunun için çıkarma kararının bir örneği Maliye Bakanlığına gönderilir. (Yönetmelik M. 48). Tasfiye yapılıncaya kadar ilgili, mallarında temliki tasarrufta bulunamaz.

Bu, durumda vatandaşlığımızdan çıkarılmış olan K10 ile K11'nın dava konusu üzerinde her türlü tasarruf yetkileri kaldırılarak bu taşınmaz vatandaşlık yasası ile bu yasanın uygulanmasına dair yönetmelik hükümlerine tasfiye edilmesi gereken mallardan sayılmış bulunmasına göre adı geçenlerin temliki tasarrufta bulunmaları ve bu cümleden olarak satış ve devir yapmaları geçersizdir.

Sonuç : Açıklanan nedenlerle davanın reddedilmesi gerekirken aksine düşünce ve görüşlerle davanın kabulü cihetine gidilmesi usul ve yasaya aykırı temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile hükmün (BOZULMASINA) ve temyiz dilekçesinde yersiz alınan 3000 kuruş harcın iadesine 17.12.1973 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.