Dosya olarak kaydet: PDF - TIFF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

Yargıtay Onuncu Hukuk Dairesi Üyesi Cahit Kadılar, kısa karara aykırı şekilde yazılmış gerekçeli kararın esasa girilmeden sırf bu çelişki nedeniyle bozulması gerekip gerekmediği konusunda Onuncu Hukuk Dairesi ile diğer daireler ve Hukuk Genel Kurulu kararları arasında aykırılık bulunduğunu ileri sürerek, bu aykırılığın içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesini istemiş; Birinci Başkanlık Kurulu'nca 17.10.1991 gün ve 51 sayı ile kararlar arasında aykırılık bulunduğu sonucuna varılarak konunun İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nda görüşülmesine karar verilmiştir.

10 Nisan 1992 günü toplanan İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nda raportör üyenin açıklamaları dinlenerek gereği görüşüldü:

Önce, kararlar arasında aykırılık bulunup bulunmadığı yönü üzerinde durulmuştur.

Hukuk Genel Kurulu'nun 1.2.1969 gün ve 776/74 sayılı kararında ilamın karara uygun olması gerektiği; bunun kamu düzeni ile ilgili bulunduğu belirtilerek karar; gerekçeli kararın kısa karara uygun bulunması sebebiyle bozulmuştur.

Hukuk genel Kurulu'nun 30.9.1970 gün ve 847/464 sayılı kararında: Konu İcra ve İflas Kanunu'nun 18, 97 ve 363. maddeleri uyarınca basit yargılama usulu açısından ele alınıp incelenerek tutanağa geçirilip tefhim edilen ilk kararın geçerli olduğu, sonradan dosyaya konulan kararın ise bir örnek niteliğini taşımakta olup, bu kararın tefhim olunan esas kararla çelişmesi halinde hukuki sonuç doğurmayacağı; hukuki değeri taşımayan bu karar örneğindeki yanlışlıkların düzeltilmesini ilgili tarafın her zaman isteyebileceği belirtilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nun 10.2.1988 gün, 520/89 sayılı kararı: Bu karara esas olan usulu durum şöyle gerçekleşmiştir: Yerel mahkeme 27.12.1984 günlü son oturumda ittihaz ettiği kısa kararda "Davanın kabulüne" karar vermiş, gerekçeli kararda ise davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine İkinci Hukuk Dairesi kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olmasına değindikten sonra gerekçeli kararın tefhim edilen kısa karara uygun düzenlenmesinin zorunlu bulunduğu gerekçesiyle kararı bozmuş; yerel mahkeme bozmaya uymuş, ancak bu defa kısa kararda davanın reddine karar verdiğini açıklamış gerekçeli kararı da buna uygun olarak davanın reddi şeklinde oluşturmuştur. Temyiz üzerine İkinci Hukuk Dairesi davanın kabulü doğrultusunda gerekçeli karar düzenlenmesine ilişkin bozma kararına uyulduğu halde davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle kararı yeniden bozmuştur. Yerel mahkeme önceki kısa kararın maddi hataya dayandığı; bu maddi hatayı düzeltmek amacıyla bozmaya uyduğunu bozmadan sonra verdiği kısa kararla daha sonra yazılan gerekçeli kararın aynı doğrultuda olduğu gerekçesiyle kararında direnmiştir. Hukuk Genel Kurulu, bozmaya uyulmakla, bozma kararında açıklanan biçimde araştırma ve inceleme yapılma ve gene bozmada benimsenen hukuki esaslar uyarınca karar verilme konusunda taraflar yararına usuli kazanılmış hak doğacağını; ancak maddi hata halinde bu kuralın uygulanmayacağını açıkladıktan sonra olayın özelliği itibariyle usuli kazanılmış hak doğmayacağını bu itibarla direnme kararı verilebileceğini belirtmiş; bozmadan sonra mahkemece öncekinden farklı yeni bir kısa karar oluşturulduktan sonra buna uygun gerekçeli karar oluşturulmasını da usul ve yasaya uygun bulmuştur.

Birinci Hukuk Dairesi'nin 11.2.1988 gün, 11944/1415 sayılı; 24.2.1964 gün, 952/1008 sayılı; İkinci Hukuk Dairesi'nin 12.12.1990 gün, 7840/12913 sayılı kararları Hukuk Genel Kurulu'nun yukarıda açıklanan 1.2.1969 günlü kararı doğrultusundadır.

Üçüncü Hukuk Dairesi 27.9.1973 gün ve 4007/4016 sayılı kararında Hukuk Genel Kurulu'nun 1.2.1969 günlü kararındaki esası benimsemiş ancak bunun yanında mahkemece yapılacak işi de göstererek gerekçeli kararın duruşma tutanağına yazılı kısa karara uygun olarak düzenlenip taraflara tebliğ edilmesi gereğine değinmiştir.

Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 28.4.1986 gün ve 3054/3674 sayılı kararında gerekçeli kararın tefhim olunan kısa karara uygun olarak yazılmamış bulunması bozma sebebi sayılmış ve aynen şu husus eklenmiştir: "Mahkemece yapılacak iş, tefhim olunan kısa karara göre ve ona uygun olarak yazılacak gerekçeli kararın taraflara tebliğ ve bu karara karşı kanun yoluna başvurulması halinde dosyayı diğer temyiz itirazlarıyla birlikte incelenmek üzere Yargıtay'a göndermekten ibarettir". Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 24.12.1987 gün ve 7427/9508 sayılı kararı da aynı doğrultudadır.

Altıncı Hukuk Dairesi'nin 12.1.1962 gün ve 7638/149 sayılı kararında "Mahkemenin son muhakeme celsesinde tarafların yüzlerine karşı tehfim ettiği kararla sonradan yazdığı gerekçeli karar birbirine uymamaktadır. Halbuki gerekçeli kararın kısa karara uygun şekilde yazılması iktiza eder" gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.

Yedinci Hukuk Dairesi'nin 23.2.1976 gün ve 1732/2863 sayılı kararı Hukuk Genel Kurulu'nun 1.2.1969 günlü kararı doğrultusundadır.

Sekizinci Hukuk Dairesi'nin 16.3.1987 gün ve 2760/2830 sayılı ve 20.2.1989 gün, 1425/1666 sayılı kararlarında kısa karara aykırı gerekçeli karar tesis edilmesinin bozma sebebi oluşturacağına değinilmiştir.

Dokuzuncu Hukuk Dairesi'nin 21.11.1991 gün ve 10137/14580 sayılı kararında "...kısa kararla gerekçeli karar farklıdır. Bu şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir" denilmekle yetinilmiştir.

Onuncu Hukuk Dairesi'nin 18.11.1986 gün ve 5997/6166 sayı ve 9.3.1987 gün, 1239/1283 sayılı kararlarında tefhim olunan kararda davanın reddine; gerekçeli kararda ise davanın kabulüne karar verilmesinin hükmün bozulmasını gerektirebileceği de düşünülebilirse de denildikten sonra dava ekonomisi ve uyuşmazlıkların en kısa yoldan ve en az masrafla çözümlenmesi ilkesi dikkate alınarak hükmün sırf bu çelişki nedeniyle bozulmaması gerektiği esası benimsenerek temyiz itirazları incelenerek işin esasına girilmiştir.

Onuncu Hukuk Dairesi'nin 5.5.1987 gün ve 1652/2732 sayılı kararında, kısa kararda davanın kabulüne, gerekçeli kararda ise davalılardan biri hakkında tamamen, diğeri hakkında ise kısmen redde karar verilmiş olan bir dosyada temyiz üzerine bu yönden bir bozma yapılmadan gerekçeli karara itibar olunarak işin esası yönünden temyiz incelemesi yapılarak sonuca gidilmiştir.

Onuncu Hukuk Dairesi'nin 23.11.1987 gün ve 6250/6369 sayılı kararında kısa kararla gerekçeli karar arasında açık çelişki bulunması bozma sebebi sayılarak mahkemece kısa karara uygun gerekçeli karar yazılmak üzere hüküm bozulmuştur.

Onuncu Hukuk Dairesi'nin 3.10.1988 gün ve 6327/5279 sayılı kararında, mahkemece yapılacak işleme değinilmeksizin "kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki bulunması usule ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir" denilmekle yetinilmiştir.

Onbirinci Hukuk Dairesi'nin 27.1.1992 gün ve 5193/334 sayılı kararında, "H.U.M.K.na göre asıl karar kısa karar olup, mahkemece gerekçeli olan kararın kısa karara uygun olarak yazılması gerekir. Mahkemece, kısa kararda davalılardan (A) aleyhine karar verildiği halde, gerekçeli kararda diğer davalı aleyhine karar verildiği ve (A) hakkında ise yetkisizlik kararı verildiği anlaşılmaktadır. Kısa kararla gerekçeli kararın farklı olması önemli bir usul yanlışlığıdır. Bu itibarla mahkemece gerekçeli kararın kısa karara uygun olarak yazılması gerekirken bu yönün gözden kaçırılması doğru görülmemiş ve hükmün sadece bu yönden bozulması gerekmiştir" denilmiştir.

Onikinci Hukuk Dairesi 18.9.1989 gün ve 1327/1760 sayılı kararda, "Gerekçeli kararın kısa karara uyması zorunludur" gerekçesiyle bozma yapılmıştır.

Onikinci Hukuk Dairesi'nin 16.10.1991 gün ve 9963/10620 sayılı kararında, "Gerekçeli kararla kısa karar arasında çelişki vardır. Asıl olan kısa karardır. Gerekçeli karar kısa karara uygun olmak gerekir. Kısa karara uygun gerekçeli karar yazılmak üzere merci kararı bozulmalıdır" görüşü benimsenmiştir.

Onüçüncü Hukuk Dairesi'nin 3.4.1975 gün ve 3110/2150 sayılı kararında, "Anayasa'nın koyduğu yargılamanın aleniyet kuralı ve HUMK.nun 382 nci maddesi gereği olarak kararların alanen tefhim edilmesi gerekir. Kısa kararla gerekçeli kararda belirtilen kararın başka nitelikte olması aleniyet kuralına aykırı düşer ki bu da mahkemelere olan güveni sarsar. Davanın tamamen reddine karar verildikten sonra bundan dönülerek davanın kabulüne aksettiren bir ilam düzenlenemez. İlamın tefhim edilen karara uygun olarak düzenlenmesi zorunludur. Bu yön kamu düzeni ile ilgili olduğundan mahkemenin davanın reddine karar verildikten sonra bundan dönüp davanın kabulü şeklinde ilam düzenlemesi açıklanan ilkelere aykırı olup bozma nedenidir" görüşüne yer verilmiştir.

Onbeşinci Hukuk Dairesi'nin 4.10.1990 gün ve 660/3842 sayılı kararında, kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişikliğe değinildikten sonra "... geçerli bulunan kısa karar doğrultusunda hüküm kurulmak üzere karar bozulmalıdır" denilmiştir.

Onsekizinci Hukuk Dairesi'nin 11.2.1992 gün ve 139/408 sayılı kararında, "Yargıtay'ın yerleşmiş uygulamalarına göre tefhim edilen karar esas olup gerekçeli karar tefhim edilen bu, kısa karara aykırı olamaz. Bu husus kamu düzeni ile yakından ilgili olup mahkeme kararlarına duyulan güvenin gereğidir. Bu durumda mahkemece yapılacak iş, yeniden duruşma açarak kısa karara uygun gerekçeli kararı yazıp taraflara tebliğinden ibarettir" denilerek karar bozulmuştur.

Birinci Hukuk Dairesi'nin 24.2.1964 gün, 952/1008 sayılı, Sekizinci Hukuk Dairesi'nin 20.2.1989 gün ve 1425/1666 sayılı ve 20.2.1975 gün, 4228/ 1057 sayılı; Onüçüncü Hukuk Dairesi'nin 13.9.1973 gün, 135/138 sayılı kararlarında ise kısa karar gerekçeli karar çelişikliğine ilişkin bozma yanında diğer yönlerden de bozma yapılmıştır.

Birinci Başkanlık Kurulu'nun 17.10.1991 gün ve 51 sayılı kararında içtihadı birleştirmenin konusu hakkında herhangi bir açıklamada bulunulmamış; sadece kararlar arasında aykırılık olduğuna değinilmekle yetinilmiştir. Burada usul yönünden öncelikle şu hususun açıklanmasında yarar görülmüştür; Kural olarak içtihadı birleştirme kurulları ve Birinci Başkanlık Kurulu kendilerine yetkililerce başvurulmadan re'sen içtihadı birleştirme kurumunu harekete geçiremezler. Yasada öngörülenlerce bu konuda başvuru gerekir. Ancak, kararların kapsamında kalmak kaydıyla aralarında aykırılık bulunan hukuki konuları belirleme ve özetleme yetkisini içtihadı birleştirme kurulu haiz olup bu konuda raportör üyenin özetlemesi dahi kurulu bağlamaz.

O halde, yukarıda özetlenen kararlar arasında aykırılık doğuran noktalar öncelikle belirlenmelidir.

Aykırılık, evvela kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olmasının bir bozma sebebi oluşturup oluşturmadığı noktasında belirmektedir. Kararlardan bir kısmında bu aykırılığın bozma sebebi oluşturacağı kabul edilmişken diğer bazılarında bozma sebebi oluşturmayacağı esası benimsenmiştir. Bu yöndeki uyuşmazlık çok uzun yıllar boyu devam etmiş ve etmektedir. Herhangi bir nedenle kısa kararda benimsenen sonucu, gerekçeli kararı yazarken vicdanına ve hukuki görüşüne uygun bulmayan hakim gerekçeli kararında kısa kararla çelişen bir sonucu benimseme yoluna gitmektedir. Bu kararlarda, az önce açıklanan aykırılık durumu ile sıkı sıkıya bağlı bir uyuşmazlık sebebi daha meydana çıkmaktadır. Bozma görüşünü benimseyen Yargıtay kararları kısa kararı esas almakta ve bozmadan sonra yapılacak işleme de bozma kararında açıkça yer vermekte ve "mahkemece yapılacak iş kısa karara uygun gerekçeli kararı yazarak taraflara tebliğ etmekten ibarettir" demektedir. Diğer bazı kararlarda ise mahkemece yapılacak işlem hakkında herhangi bir açıklamaya yer verilmediği görülmektedir. Çelişikliği bozma sebebi saymayan kararlarda ise (gerekçeli karar) esas alınarak işin esası incelenmektedir. Diğer bazı kararlarda ise çelişiklik bozma sebebi sayılmakla beraber işin esası da incelenerek bu yönden de bir karar tesis edilmektedir. Bu iki sorunun uygulamada birbiri ile sıkı sıkıya bağlı oluşu, içtihadı birleştirme konusu belirlenirken her ikisinin birlikte ele alınması zorunluluğunu doğurmaktadır. Öyleki uygulamada ve öğretide sorun özetlenirken kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olması bozma sebebi sayılır mı, sayılmaz mı sorunu; kısa karar mı, gerekçeli karar mı esastır sorunu ile adeta özdeşleştirilmektedir. Bu itibarla konuyu iki yönü ile birlikte ele alma zorunluluğunun kabulü gerekli görülmüştür. Aksi halde ihtilaf sürüp gidecek tatbiki hiçbir yarar sağlanmayacaktır. Böylece çelişiklik bozma nedeni sayıldığı takdirde, bozmadan sonra önceki kısa kararın aksi doğrultuda bir kısa karar oluşturulup oluşturulamayacağının da içtihadı birleştirmenin kapsamında düşünülmesi benimsenmiştir. Kaldıki içtihadı birleştirme ilke kararlarına göre İçtihadı Birleştirme Kurulları içtihadı birleştirmeye esas tutulan kararlarda beliren görüşler dışında, raportör üyece dokunulmayan üçüncü bir çözüm yolunu da her zaman benimseme yetkisini haizdir.

İşin esasına gelince: T.C. Anayasası yargılamanın aleniyeti ilkesini benimsemiştir. Bunun anlamı yargılama açık olacak, yargılamanın sonunda mahkemece verilen karar da açıkça belirtilecektir: Sonradan yazılan gerekçeli kararın da bu kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararlarına güven sarsılmış olacaktır. Bu hukuki esasın doğal sonucu gerekçeli karar kısa karara uygun değilse kararın bozulması icabedecektir. Bu görüş üzerinde oybirliği hasıl olmuştur.

Karar bozulduktan sonra acaba hakim evvelce verdiği kısa karara uygun gerekçeli karar yazma zorunda mıdır; yoksa önceki kısa kararını değiştirip bu değişikliğe uygun bir gerekçeli karar da yazabilir mi? Yukarıda bozma sebebi esası benimsenirken gerekçeli kararın kısa karara uygun olma zorunluluğu, yargılamanın aleniyeti ve mahkeme kararlarına güven ilkesinin doğal bir sonucu olarak kabul edilmiştir. Bozma kararından sonra hakim taraflara tebligat ile yeniden oturum açacaktır. Başka bir anlatımla hakimin, işten el çektikten sonra davayı yeniden ele alamaması engeli Yargıtay bozma kararı ile kalkmış olacaktır. Hakimi önceki kısa kararla bağlı tutmak onu vicdani kanaatiyle bağdaşmaz bir karar vermeye zorlama sonucu doğuracaktır. Hakimin vicdani kanaatine göre karar vermesi de Anayasal bir esastır. O halde hakim bozmadan sonra vicdani kanaatine uygun olmayan önceki kısa kararını değiştirebilmelidir; ancak bu kısa karara uygun gerekçeli karar yazma zorunluluğunun da kabulü gerekir. Başka bir anlatımla hakim çelişikliği ortadan kaldırırken önceki kısa kararla bağlı olmamalıdır.

Karşı görüşte olanlar, kısa kararın değiştirilebilip değiştirilemeyeceği sorununun içtihadı birleştirme kapsamına girmediğini; çoğunluğun görüşünün benimsenmesi ile hakimlere güvenin zedeleneceği; kısa kararla taraflar yararına doğan usuli kazanılmış hak ilkesinin bozulacağını ileri sürmüşlerdir. İçtihadı birleştirmenin konusuna ilişkin hususa yukarıda yapılan usul yönünden açıklamalar nedeniyle çoğunluk katılmamıştır. Diğer hususlara ise çoğunluk şu gerekçelerle katılmamıştır: Hakimin vicdani kanaatine göre karar vermesi ona güveni daha fazla artıracaktır. Esasen hakime güvensizlik düşüncesi esas alınarak içtihad oluşturulamaz. Çoğu zaman, böyle bir çözüm yolunun benimsenmesi mahkemeleri adeta abesle iştigale zorlama sonucu doğuracak ve dosyaların yararsız yere Yargıtay'la yerel mahkeme arasında gidip gelmesine yol açacak bu da büyük ölçüde uyuşmazlıkların çabuk ve ucuz çözümlenmesi ilkesini bozacaktır. Bunu şu örneklerle kolaylıkla ortaya koymak mümkündür. İdari bir davanın kısa kararda işin esasına girilerek davanın kabul edilmesi; gerekçeli kararda ise görev yönünden reddi halinde karar çoğunluk ve azınlık görüşlerine göre çelişiklik nedeniyle bozulacak, azınlık görüşüne göre bozmadan sonra hakim kısa karara uygun olarak da esası yönünden kabulüne karar verecek ancak Yargıtay'ın görevden ikinci bozmasından sonra davayı görev yönünden reddedebilecektir. Çoğunluk görüşüne göre ise Yargıtay'ın çelişiklik nedeniyle ilk bozmasından sonra önceki kısa kararla bağlı olmaksızın hakim çelişikliği gidererek davayı görev yönünden reddedebilecektir.

Diğer bir örnek, hak düşürücü süreden reddi gereken bir davayı hakim esas yönünden kısa kararda kabul edip, gerekçeli kararda hak düşürücü süreden reddetmişse, çelişiklik nedeniyle Yargıtay bozmasından sonra azınlık görüşüne göre önce davayı kısa karara uygun olarak gerekçeli kararda esas yönünden kabul edecek, ancak Yargıtay'ın ikinci bozmasından sonra hak düşürücü süreden reddedebilecektir; çoğunluk görüşüne göre ise çelişiklik nedeniyle ilk bozmadan sonra hakim çelişikliği gidererek ikinci bozmayı beklemeden davayı hak düşürücü süreden reddedebilecektir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Çağdaş yargılama esasları bakımından bu şekilciliği savunmaya olanak bulunmamıştır. Hakimin yanlışını gördüğünde temel usul kurallarını ihlal etmeden dönmesi bir fazilettir. Ona saygıyı da bu davranış arttırır.

Usuli kazanılmış hak kuralının ihlal edildiği görüşüne gelince;

Usul kuralları gereği şu husus özellikle belirtilmelidir ki hakim, yargılamayı bitirerek kısa kararını vermesiyle işten elini çekmiş olur ve karar Yargıtay'ca bozulmadıkça hakim davayı yeniden ele alarak göremez. Ne varki bizatihi bu kısa karar, hiçbir taraf yararına usuli kazanılmış hak doğurmaz. Eğer karşı görüşte olanların ileri sürdükleri gibi usuli kazanılmış hak doğsaydı bu karara Yargıtay dahi dokunamazdı. Zira, usuli kazanılmış hak yerel mahkemeleri bağladığı gibi Yargıtay'ı da bağlar. Kararlara karşı usuli kazanılmış hak ancak tarafların temyiz yoluna başvurmamaları ile doğabilir. Bu durum ise ancak Yargıtay ve yerel mahkemelerce olayların özelliklerine göre değerlendirilebilecek bir husus olup genel bir kurala bağlanamaz. Bütün bu sebeplerle kısa kararla gerekçeli kararın çelişik olmasının mutlak bir bozma sebebi oluşturacağı ve bozmadan sonra hakimin önceki kısa kararla bağlı olmaksızın çelişikliği kaldırmak kaydıyla vicdani kanaatine göre karar verebileceği yolunda içtihatların birleştirilmesi uygun bulunmuştur.

S o n u ç : 1) Kısa kararla gerekçeli kararın çelişik bulunmasının bozma nedeni oluşturacağına; 2) Bozmadan sonra yerel mahkemenin önceki kısa kararla bağlı olmaksızın çelişikliği kaldırmak kaydiyle vicdani kanaatine göre karar verebileceğine İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nca 10.4.1992 gününde yapılan ilk toplantıda Esas: 1991/7, Karar: 1992/4 sayı ile 1. bentte oybirliği, 2. bentte üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verildi.

KARŞI OY

I- USUL VE YÖNTEM BAKIMINDAN

İçtihatların Birleştirilmesi konusu, sayın raportör üyenin raporunda belirtilmiş olduğu üzere, "tefhim edilen kısa karar ile daha sonra kaleme alınıp tebliğ edilen gerekçeli karar arasında farklılık bulunması ve kararın temyiz edilmesi halinde sırf bu aykırılığın, temyiz incelemesinde esasa girilmeden, bozma sebebi yapılıp yapılmayacağıdır.

Bu konudaki görüşler iki ana noktada toplanmakta olup bir görüşe göre, açık duruşma sonunda tefhim edilen karara uygun gerekçeli karar yazılması, mahkeme kararlarına duyulması gereken genel saygı ve güven gereği, kamu düzeni ile ilgili olduğu, kararın (gerekçeli kararın) sırf bu nedenle ve tefhim edilen karara uygun gerekçeli karar yazılıp yeniden taraflara tebliğ edilmek üzere bozulmalıdır. İkinci görüş ise, bu aykırılık halinde dahi temyiz incelemesinin esastan yapılabileceği ve gerekçeli kararın sırf bu uyumsuzluk nedeniyle bozulamayacağı şeklindedir.

İçtihat aykırılıkları bu noktalarda toplanmış, sayın raportörün raporu bu konuyu ve buna ilişkin görüşleri dikkate alarak düzenlemiş, genel kuruldaki görüşmeler bu hususlar üzerinde cereyan ederek tamamlanmış, yukarda sözü edilen birinci görüş doğrultusunda genel kurulda oy birliğine varan bir kanaat belirlenmiş iken sayın birinci başkan "bu doğrultuda (gerekçeli kararın tefhim edilen kısa kararı uygun yazılması için) Yargıtay'ca yapılan bir bozma üzerine mahkemenin bozulan gerekçeli karara uygun bir kısa karar; ya da kısa karara uygun bir gerekçeli kurar yazmakla serbest olup olmadığı" konusunu oylamaya koymuştur. Görülüyorki oylamaya konulan husus tevhidi içtihadın konusunun tamamen dışındadır.

Bu tutum ve müzakereler ile oylamanın böyle bir mecraya sokulması Yargıtay Kanununun 45 inci maddesi ile Yargıtay Başkanlar Kurulunun 19.6.1975 günlü "İçtihatların Birleştirilmesi İlke Kararı"na aykırıdır. Çünkü oylama konusu yapılan husus, Birinci Başkanlık Kurulu'nda incelenmemiş, bu hususta raportör tarafından bir rapor düzenlenmemiş ve bu konuda ilke kararında olduğu üzere usulüne uygun bir müzakere zemini oluşturulmamıştır. Yargıtay Kanununun 45 inci maddesinin son fıkrasına göre İçtihadı Birleştirme Kurulunun, İçtihadı Birleştirmeye konu genel kurulun veya dairelerin kararlarındaki gerekçe ve görüşlere bağlı olmaksızın sorunu başka bir görüşle bağlayabilir ise de, İçtihatları Birleştirme konusu edilen konudan başka bir konuyu karara bağlayamaz. İçtihatları Birleştirme konusu, tefhim edilen kısa karar aykırı olan bir gerekçeli kararın esasa girişilmeden önce sırf bu nedenle bozulup bozulmayacağı konusunda iken, böyle bir bozma kararı üzerine, bozmaya uyan mahkemenin dilerse gerekçeli karara uygun kısa karar; dilerse kısa karar uygun gerekçeli karar verip veremeyeceğine ilişkin bir oylama yapılamaz. Bu konularda bir içtihad aykırılığı dahi ortaya konulmamış iken "İçtihatların Birleştirilmesi" görüntüsü altında bu nitelikte bir kural vaaz etmek yanlıştır, yasalarımıza aykırıdır. Bu suretle verilmiş bir genel kurul kararın Yargıtay Kanununun 45 inci maddesinin 5. fıkrasındaki bağlayıcı niteliği herzaman tartışma konusu edilebilecek ve uygulamada tereddütlere yol açacaktır.

II- ESAS YÖNÜNDEN

Tehfim edilen kısa karara aykırılık nedeniyle Yargıtay'ca verilen bozma ilamı, gerekçeli karara yönelik, onu bozan, bir karar olduğu açıktır. Bozma nedeni ve gerekçesi ise, tefhim edilen kısa karara aykırı olmasıdır. Bozmanın dayanağı başka herşeyin (temyiz sebepleri dahil) dışında ve üstünde tefhim edilen kısa karar ve bunun içerdiği olgular ve yargısal saptamalardır. Gerekçeli karar, bunlara aykırı olduğu için bozulmuştur. İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun sayın birinci başkan tarafından ifade edildiği üzere oy birliği ile kabul ettiği husus budur. Bu konuda Hukuk Genel Kurulu'nun bir kararına (tenkid-i içtihat müzakerelerinde dikkate alınmamıştır) dayanılarak Yargıtay bozmasının her iki kararı da (gerekçeli karar ve kısa karar) kapsadığı ileri sürülerek belli bir sonuca varılmak istenmiş ise de, bu konuda da tartışma açılmamış, raportör üyenin raporunda dahi bu konulara değinilmemiştir. O halde bozma, tefhim edilen kısa karara uygun gerekçeli karar yazılması konusunda olup, her iki karar arasındaki çelişkinin giderilmesini içermemektedir. Büyük genel kurulca oybirliği ile kabul edildiği bildirilen İçtihatların Birleştirilmesi kararı budur. Buna rağmen, mahkemenin dilediği takdirde değişik bir kısa karar verip taraflara tehfim edebileceğini (gerekçeli karara uygun hale getirmek için) ve bu suretle Yargıtay bozmasının dayanağı hukuki sebebi bertaraf edebileceğini kabul eden bir görüşü, ne usul hukukumuzdaki temyiz incelemesi ve bozmasının esasları ne de usuli kazanılmış hak ilkesi ile bağdaştırmak mümkündür.

İçtihatların Birleştirilmesi müzakerelerin sonunda kabul gören görüş, tefhim edilen karara aykırı gerekçeli kararın, temyiz incelemesinin esasına girilmeksizin sırf bu aykırılık nedeniyle bozulması gerektiğine ilişkindir. Müzakereler sırasında ve sonunda sayın birinci başkanın müdahalesine kadar Yargıtay bozmasının her iki kararı da ortadan kaldırdığına dair bir görüş ileri sürülmemiş ve tartışılmamıştır. Büyük genel kurulca kabul edilen bu görüşün dayanakları, kumu düzeni ve bununla ilintili olarak usulen kazanılmış hak ilkesinin korunmasıdır.

Gerçekten Yargıtay'ın birçok kararında ısrarla vurgulanmış olduğu üzere, yazılıp tebliğ edilen kararın daha önce duruşma tefhim edilmiş bulunan karara uygun olmaması, HUMK. 382. maddesinde ifadesini bulan, alenen tefhim ilkesine aykırı olduğu gibi bu ilkenin uygulanmasından kaynaklanan mahkemelere duyulması gereken güveni de sarsıcı sonuç doğurur. Böyle bir mahkeme kararı Yargıtay'ca bu nedenle bozulur. Bozma nedeni bu olunca, değiştirilmesi gereken kararın tefhim edilen karar değil, buna aykırı olarak yazılan gerekçeli karar olması gerektiği sonucuna varılmalıdır. Çünkü, Yargıtay bir dava sonucunda iki çelişik karar verilmiş olduğu için bozma yapmadı; biri (gerekçeli karar) diğerine (tehfim edilen kısa karar) aykırı olduğu için bozma yaptı. Bozmanın gereği hukuken ve mantıken, kısa karar uygun karar yazmakla yerine getirilir. Mahkemeye, kısa kararı, gerekçeli karara uygun hale getirme seçeneğinin tanınması, bozmanın mantığıyla bağdaşmaz ve bozmanın dayanağı olan alenen tefhim ve kamu düzeni esaslarına ters düşer. Yargıtay bozmasının geneldeki dayanağı, HUMK.nun 382. maddesinde yer alan "alenen tefhim" ilkesinin gereğidir.

Bu ilkeye muhalefet, HUMK.nun 428. maddesinin son fıkrasında belirtilmiş olduğu üzere mahkemenin yargılama usulü yasası ile kendisine verilen görevde hata etmiş olması ve bu hatanın sonuçta verilen hükmü değiştirir nitelikte bulunması ile gerçekleşmiştir. O halde bu bozma, esas itibariyle HUMK.nun 430. maddesinde sözü edilen kuralın uygulanmasını gerektirir. Bu durumda tefhim edilen kısa karara aykırı olan gerekçeli karar, bozma nedeniyle geçersizdir. Geçersizlik, kısa kararın açık duruşmada tefhiminden sonraki işlemlere yönelik olup bundan önceki işlemleri ve dolayısı ile tefhim edilen kararı kapsamaz. Yasa gereği geçersiz olan gerekçeli karara, kısa karar değiştirilip ona uygun hale getirilmekle hayatiyet verilmesi "bozma" kavramı, sonuçları ve gerekleri ile bağdaşmaz.

Diğer taraftan, tefhim edilen kısa karara uygun olmadığı için bozulan gerekçeli karara, bozmaya rağmen geçerlilik olanağı verilmesi, usulen kazanılmış hak ilkesine de aykırıdır. Bu aşamada, bir hususu tekrar etmekte yarar vardır. Bozulan karar gerekçeli karardır. Bozma nedeni, tefhim edilen kısa karara aykırı oluşudur. O halde kısa karar geçerliğini korumaktadır. Bozma kararı onu şamil değildir. Aksine, bozmanın dayanığıdır. O halde gerekçeli kararı temyiz etmekle bozulmasını sağlayan tarafın, kısa kararla da görülen veya hüküm altına alınan hususlarda bozmayla kazandığı bazı hakları vardır. Bozma ilamına uyulmakla bu hakkı teyid edilmiştir ve bu suretle usulen kazanmış olduğu hakların korunması lazımdır. Davası kısa kararda kabul edildiği halde gerekçeli kararda reddedilen davacı, gerekçeli kararı bozdurmakla (bozma nedeni, kısa karara aykırı olması) lehine verilen kararın gerekçeye bağlanmasını ve bu suretle yazılacak ve taraflara tebliğ edilecek kararın geçerli olmasını sağlamış olacaktır. Bu sonucu Yargıtay bozma kararıyla sağlamıştır. Bu aşamada bozma üzerine ve bozmaya uyulduğu halde mahkemeye bozulan gerekçeli karara (örneğimizde red kararı) uygun bir kısa karar tefhim etme olanağı ve seçeneği verilmesi, onun bozma ile elde ettiği kazanılmış haklarını bertaraf edecektir.

Görülüyorki, bir taraftan tefhim edilen kısa karara uymayan gerekçeli kararın yazılamayacağını, bunun bozma nedeni olacağını kabul ederken, diğer taraftan böyle bir bozma kararı üzerine, bozmaya uyan mahkemenin dilerse bozulan gerekçeli kararın uygun bir kısa karar yazmakla serbest olacağını içtihad etmek, genel mantık kurallarına ve "bozma" kavramına ters düştüğü gibi usul hukuku kuralları ile de bağdaşmaz. Bütün bu nedenlerle, İçtihadların Birleştirilmesi konusunun bu konudaki Yargıtay Kanununun 45. maddesine uygun olarak Birinci Başkanlık Kurulu'nca alınan kararlar kapsamında "tefhim edilen kararla tebliğ edilen gerekçeli karar arasında farklılık bulunması halinde sırf bu aykırılığın, temyiz incelemesinde esasa girilmeden bozma sebebi yapılıp yapılmayacağı" ne sınırlı tutulup İçtihadların "esasa girilmeden bozulmalıdır" yolunda birleştirilmesine karar verilmesi ile yetinilmesi gerektiği görüşüyle ve yukarıdaki nedenlerle çoğunluk kararına karşıyım.

MUHALEFET ŞERHİ

I- Usul Yönünden

Tarafımdan raportör üyeliği yapılmış bulunan içtihatları birleştirmenin konusu şu şekilde tesbit edilmişti: "Usulüne uygun biçimde tefhim olunan ve zabıtnameye geçirilen kısa kararla (HUMK. 381/11, 489/11), sonra kaleme alınan gerekçeli karar (HUMK. 388/I-4, II) aralarında farklılık bulunması ve kararın temyiz edilmesi halinde sırf bu aykırılığın temyiz incelemesinde esasa girilmeden -hukuk usulü yönündenbozma sebebi yapılıp yapılmayacağı". Hatta bu özet, müzakerelerin başlangıcında, büyük genel kurulda, toplantı sayın başkanınca şu şekilde vurgulanmıştır: "Usulüne uygun kısa karar var, fakat gerekçeli karar buna aykırı".

Ne var ki daha sonra, müzakerelerin ilerlediği bir sırada, gene toplantı sayın başkanınca, Hukuk Genel Kurulu'nun 10.2.1988 987/2-520; 988/89 tarih ve sayılı kararında benimsenen görüş açıklanarak "kısa ve gerekçeli karar aralarındaki aykırılık esasa girilmeden bozma sebebi yapıldığı ve bozmaya uyulduğu taktirde mahkemenin ilk tefhiminden ayrılarak başka bir tefhimde bulunmasının mümkün olup olamayacağı" şeklinde konu genişletilmiş, sonuçta bozmanın tefhime aykırı gerekçeli kararla birlikte tefhim olunan kısa kararı da ortadan kaldırdığı, hakimin serbest kaldığı, bozmadan sonra artık başka bir kısa karar da tefhim edebileceği şeklinde oylama sonuçlanmıştır.

"Bozmadan sonra hakim serbesttir, ilk hükümden ayrı bir hüküm de tefhim edebilir" veya "serbest değildir, ilk tefhimi değiştiremez, ancak ona uygun bir gerekçeli karar yazabilir" şeklinde yapılan oylama öncelikle içtihadı birleştirmenin konusu dışındadır. Bu konu ne içtihatları birleştirme taleplerinde, ne Daire'lerden alınan görüşlerde, ne Birinci Başkanlık Kurulu kararında, ne de raporda yer almadığı gibi özellikle bu konuda içtihat aykırılığı da tesbit edilmemiştir. Ancak toplantıda ortaya getirilen ve başka içtihatlarla aykırılığı ileri bile sürülmeyen henüz gelişmemiş bir tek Hukuk Genel Kurulu içtihadının "birleştirme" haline getirilmesi mümkün değildir, çünkü öncelikle içtihatlar arasında "aykırılık" ön şartı yoktur. Esasen bu konuda içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilip gidilmeyeceği bile oylanmamıştır. Oylanan; tefhim olunan kısa kararla kaleme alınan gerekçeli karar aralarında farklılık bulunması halinde bunun esasa girilmeden bozma sebebi teşkil edip etmeyeceğidir ve tesbit edilen de 10. Hukuk Dairesi'nin gerek kendi, gerekse Hukuk Genel Kurulu ve diğer Hukuk Daireleri içtihatları arasında içtihat aykırılığı bulunduğudur. O halde büyük genel kurulun toplanması sebebi olan konu dışına çıkılarak aykırılığı tesbit edilmeyen bir tek başka içtihat (HGK) birleştirilmiştir? Bu, konu dışında kaldığı için "yeni görüş" şeklinde de değerlendirilemez ve ele alınamaz (bkz. İçtihatların Birleştirilmesi İlke Kararı, m. 10).

Kaldı ki, toplantıda ortaya getirilen ve "birleştirilen" Hukuk Genel Kurulu'nun 10.2.1988 987/2-520; 988/89 tarih ve sayılı içtihadı maddi hata konusuna ilişkin olup davanın kabulü tefhim olunduktan sonra gerekçeli kararda dava reddedilmiş, Daire'ce bozulması üzerine de zabıt katibince duruşma tutanağına hataen davanın kabulü yazıldığı belirtilerek maddi hatanın düzeltilmesi amacıyla bozmaya uyulduğu belirtildikten sonra bu defa red tefhim olunmuş, tekrar bozulduğunda da ısrar kararı Hukuk Genel Kurulu'nda ikinci görüşmede oyçokluğuyla onanmıştır.

Görüldüğü gibi Hukuk Genel Kurulu'nun yukarıdaki içtihadında tefhime aykırı zapta geçme maddi hatasına dayanılmıştır. Esasen maddi hata usuli müktesep hakkın istisnalarındandır ve bir taraf lehine kazanılmış hak doğurmaz. Eldeki içtihatları birleştirmenin konusunda ise böyle bir maddi hata söz konusu edilmemiştir. Bu durumda konu dışına çıkılarak ve yukarıda sözü geçen Hukuk Genel Kurulu içtihadından esinlenerek, tefhim ile gerekçeli kurar ayrılığının esasa girilmeden bozma sebebi yapılması halinde bozmaya uyan mahkemenin bu defa ilk tefhimi de ortadan kaldırmakta serbest olduğu ve ilk tefhimi değiştirebileceği sonucuna varmamak gerekir idi.

II- Esas Yönünden

İlmi ve kazai içtihatlarda ortaya konulan görüşler, tefhim olunan kısa karar hüküm fıkrası niteliğine uygun ise bu tefhimle hükmün hukuki varlık kazandığı noktasında yoğunlaşmaktadır. Özetlenirse "Henüz gerekçeli karar yazılmamış olsa bile tefhim edilmekle hüküm ortaya çıkmış, doğmuş ve bir varlık kazanmıştır. Gerekçeli kararın da tefhim edilen nihai karara uygun biçimde kaleme alınması gerekir. Anayasa'nın 141 inci maddesi duruşmaların aleniyeti kuralını getirmiştir. Bunun sonucu olarak da kararların alenen tefhimi gerekir. Aslolan işte bu alenen tefhim olunan kısa karardır. Aslından ayrılan gerekçeli karar kamu düzenine aykırıdır ve mahkemelere olan güveni sarsar. Tutanağa geçirilip tefhim edilen ilk karar geçerlidir. Sonradan yazılan gerekçeli kararın kısa karara aykırı olması temyiz ve esasa girilmeden bozma sebebidir; tavzih yolu ile de giderilemez. Bu durumda mahkemece yapılacak iş kısa karara uygun olarak düzenlenecek gerekçeli kararı taraflara tebliğ etmek, bu karara karşı kanun yollarına başvurulması halinde gereğini yapmaktan ibarettir" (Bkz., Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Ank., 1980, C. 11, s. 2034 vd.; Ank., 1982, C. III, s. 2328 vd.; Saim Üstündağ Medeni Yargılama Hukuku, İst., 1989, s. 652 vd.). Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda da benzer hükümler sevkedilmiştir (CMUK. 253/I, 266/I,11; 268/1...).

Bu bakımdan kısa karara aykırı ve esasen tefhim edilmeyen gerekçeli karar yazılmamış gibidir. Kararın hangi hususları kapsayacağı HUMK.nun 388. maddesinde sayılmıştır. Kısa karar bu unsurları kapsayamayacağına göre sırf kısa karar üzerinde de inceleme yapılamaz. O halde temyiz mahkemesine kısa karara uygun ve HUMK.nun 388. maddesindeki unsurları kapsayan karar gönderilmelidir ki temyiz incelemesi yapılsın. Bu yok ise, incelenecek karar da olmadığına göre işin esasına girilmeden kısa karara aykırı gerekçeli karar bozulmakta, inceleme tekrar bu defa ilk kısa karara uygun olarak yazılıp tekrar temyiz halinde gönderilecek gerekçeli karar üzerinde yapılmaktadır ki doğru olan budur. Bu şekilde çelişkili karar kaleme alınması halinde, işten elini çekmiş hakimin apayrı bir karar yazmış sayılması gerektiği, buna ise yetkisinin bulunmadığı belirtilmektedir (Y. 8. HD., 16.3.1987 987/2760-2830). Dikkat edilirse, 10. HD.'nin bazı kararları dışında, hemen bütün Daire'ler usulüne uygun olarak tefhim edilmiş kısa karara uygun olmayan gerekçeli kararı bozmuştur, işin esasına girmemişler ve fakat böylece tefhim olunan kısa kararı inceleme dışında ve ayakta tutmuşlardır (misal: HGK., 1.2.1969-776/74; HGK., 30.9.1970-847/464; 1. HD., 11.2.1988-11944/1415; 2. HD., 27.5.1988-4192/5642; 3. HD., 29.6.1987-6882/7249; 4. HD., 28.4.1986-3054/3674; 4. HD., 24.12.1987-7427/9508 burada açıkça tefhime aykırı gerekçeli kararın bozulduğu vurgulanmıştır; 6. HD., 12.1.1962-7638/149; 7. HD., 23.2.1976-1732/2863; 8. HD., 20.2.1989-1425/1666; 9. HD., 21.11.1991-10137/14580; 10. HD., 23.11.1987-6250/6369; 10. HD., 3.10.1988-6327/5279; 11. HD., 27.1.1992-5193/ 334; 12. HD., 14.1.1985-10738/50; 13. HD., 3.4.1975-3110/2150; 15. HD., 4.10.1990-660/3842; 15. HD., 25.11.1991-2214/5652; 15. HD., 24.2.1992-4536/ 808; 17. HD., 11.2.1992-785/411; 18. HD., 11.2.1992-139/408; ... ...). Yani, usulüne uygun olarak tefhim edilen ve zapta geçirilen kısa karar bozmanın şumulü haricinde tutulmuştur.

Hatta bu husus, içtihatları birleştirme talebinin hazırlık safhasında bazı Daire sayın başkanlarının yazılı cevaplarında da açıkca ifade olunmuştur: "...kısa karara aykırı şekilde yazılmış gerekçeli kararın esasa girilmeden sırf bu çelişki nedeniyle bozulması gerektiği... 1. HD. Bşk. Z. Özdil ... gerekçeli kararın duruşmanın sonuçlanması üzerine tefhim edilip tutanağa geçirilen kısa karara aykırı olamayacağı... 3. HD. Bşk. N. A. Aysoy ... yargılamaya son veren kısa karar ile gerekçeli kararın biribirine aykırı olması, başlı başına bozma sebebidir ve esasa girilmeden sırf bu çelişki nedeniyle hükmün bozulması gereklidir... 7. HD. Bşk. C. Sonbay ...işin esasına girilmeden nazara alınması gerektiği... 8. HD. Bşk. S. Özdemir ...işin esasına girilmeden kararın bozulması.... 9. HD. Bşk. E. Çubukçu ...işin esasına girilmeksizin Daire'mizce mahkemelerin gerekçeli kararları bozulmaktadır... 11. HD. Bşk. N. Özkan ...kısa karara uygun biçimde gerekçeli karar yazılmak üzere kararın bozulması gerektiği... 12. HD. Bşk. K. G. Yelço ...hüküm fıkrası niteliğindeki kısa karar tefhim edilmekle hüküm hukuksal yönden varlık kazanmış olmaktadır. Bu nedenle gerekçeli kararın kısa karara uygun olması gerekir... 13. HD. Bşk. A. S. Dura ...mahkemece tefhim edilen kısa kararla tebliğ edilen gerekçeli karar arasında çelişki bulunması halinde işin esasını inceleme gereği bulunmadan bozma nedeni kabul edilmektedir... 17. HD. Bşk. H. Karadoğan - ...asıl karar tehfim edilen karar olduğu için gerekçeli kararın kısa karara uygun olması zorunlu görülmüştür.... münhasıran kısa karara uygun gerekçeli karar yazılmak ve taraflara tebliğ edilmek üzere mahkeme kararının bozulmasına ilişkin olmalıdır... 18. HD. Bşk. S. Rezaki ...asıl olan kısa karardır zira tefhim olunan kısa karar davanın özünü ve kesin sonucunu ifade eder gerekçeli kararda buna ters bir yol izlenmesi kararın değiştirilmesi anlamına gelir ve bu olgu yasaya aykırıdır bu sebeple kısa kararın esas alınması buna göre gerekçeli kararın yazılması zorunludur... 20 HD. Bşk. F. Atbaşoğlu "Bütün bu görüşlerde belirtilen "...gerekçeli kararın bozulması gerekçeli kararın kısa karara aykırı olamayacağı, işin esasına girilmeden nazara alınması, kısa karara uygun gerekçeli karar yazılmak üzere bozulması, gerekçeli kararın kısa karara uygun olması, kısa kararın esas alınması..." gibi ifadeler bozma ile kısa karara aykırı gerekçeli kararın ortadan kaldırıldığını, usulüne uygun biçimde tefhim edilen kısa kararın bozma kapsamı dışında tutulduğunu ve lehine olan taraf için kazanılmış hak meydana getirdiğini belirtmektedirler.

Esasen bozma kararlarında ve görüşlerde geçen "işin esasına girilmeden" ifadesi bu hususu işaret için kullanılmaktadır. Zaten, yukarıda da belirtildiği gibi, tefhim olunan kısa karar HUMK. 388'in tüm unsurlarını muhtevi bulunmadığından temyizen incelenmesi de mümkün değildir ve incelenemeyen kısa kararın bozma şumulünde olduğu da söylenemez. Ne zaman ki tefhime uygun gerekçeli karar yazılırsa tefhim olunan kısa karar bu uygunluk halinde incelenecektir. Aksi halde Yargıtay, sadece kısa karara aykırı olan "gerekçeli kararı "' bozar (Baki Kuru, age., C. II, s. 2034). Bozulan "kısa karar" değildir. Mahkemece bozmaya uyulmakla da kısa karar lehine olan taraf için kazanılmış hak ihlal edilemez.

Bu durumda bozmaya uyan mahkemece, bozmanın şumulü haricinde tutulmuş ilk tefhimin tekrarlanması, müktesep hakkın ihlal edilmemesi ve bu tefhime uygun gerekçeli kararın yazılması gerekir. Yoksa, çoğunluk kararında benimsendiği gibi; esasa girilmeden, tefhime aykırı gerekçeli karara münhasır kalarak yapılan bozmanın usulüne uygun tefhimi de ortadan kaldırdığı farz edilerek hakimin apayrı bir tefhimde serbest kaldığının benimsenmesi -bazı istisnalar dışındamüktesep hakları ihlal mahiyetinde ve amme intizamına aykırı olur Dosyanın Yargıtay ile mahalli mahkeme arasında gidip gelmesini önlemek için bunun pratik çare şeklinde görülmesi de korunması gereken hukuki temel müesseselerin önemi yanında geçerli bir gerekçe değildir.

Sonuç olarak; bozmanın usulüne uygun kısa kararı ortadan kaldırmadığı, esasa girilmeden yapılan usulden bozma sebebiyle bu aşamada kısa kararın lehine olan taraf için kazanılmış Hak meydana getirdiği mahkemece bozmaya uyulduğu taktirde ilk tefhim tekrarlanarak ona uygun gerekçeli kararın yazılması gerektiği, çünkü bozmanın tefhime aykırı gerekçeli kararı ortadan kaldırdığı, tefhim ile gerekçeli karar arasında uygunluk bulunmadığı için bunun bir tek karar gibi görülerek bozmanın tefhimi de kaldırdığı gibi bir görüşün benimsenemeyeceği, o halde hakimin ilkinden ayrılarak başka bir kısa karar tefhim edemeyeceği, ancak tefhim ile gerekçeli karar uygunluğunun bulunması halinde işin temyizen esasından incelenebileceği ve şartları varsa kararın o zaman bütünü ile bozulabileceği, şimdiden ilk tefhimin mahkemece değiştirilemeyeceği görüşüyle çoğunluk kararına muhalifim.