Dosya olarak kaydet: PDF - TIFF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 13. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 25.09.2014 gün ve 2012/576 E., 2014/360 K. sayılı kararın taraf vekilleri tarafından temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 17.03.2016 gün ve 2014/35037 E., 2016/6531 K. sayılı kararı ile;

(…A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili özetle; davacının davalıya ait işyerinde 04/07/2009 tarihinden 25/09/2012 tarihine kadar güvenlik görevlisi olarak çalıştığını, iş akdinin davalı tarafından haksız ve ihbarsız olarak feshedildiğini iddia ederek, kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücreti alacaklarının faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, davacının iş akdinin feshi sırasında, Kanunun kıdem tazminatının hak edilmesini düzenleyen maddesi uyarınca aranan şartların gerçekleşmediğini, bu nedenle kıdem ve ihbar tazminatı talebinin kanuna aykırı olduğunu, davacının herhangi bir fazla mesai alacağının olmadığını, davalı şirkette haftalık yasal çalışma sürelerini aşan fazla çalışma ve resmi tatillerde çalışma yapılmadığını, çalışanlara haftada bir gün hafta tatili kullandırıldığını bu nedenlerle herhangi bir fazla çalışma ücreti alacağının bulunmadığını savunarak davanın reddini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak; davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:

Kararı, taraflar temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Somut uyuşmazlıkta; mahkemece davacının fazla çalışma ücreti talebi, hükme esas alınan bilirkişi raporunun “c” seçeneğine göre kabul edilmişse de; dosyada sadece 2012 yılına ait ücret bordrolarının sunulduğu anlaşılmaktadır. Sunulan bordrolarda ki fazla mesai tahakkuku olan aylar dışındaki çalışma süresine ilişkin fazla mesai iddiasının tanık beyanlarına göre hesaplanması ve buna bağlı olarak bilirkişi raporunun “b” seçeneği bir değerlendirmeye tabi tutulup, 1/3 oranında takdiri indirim de yapılarak karar verilmesi gerekirken, tüm süre boyunca fazla mesai yapıldığı ve bordroya tahakkuk ettirilip fazla mesai ücretlerinin ödendiği kabul edilerek karar verilmesi hatalıdır.

3-Hükmedilen miktarların net mi yoksa brüt mü olduğunun, hükümde belirtilmemesinin infazda tereddüte yol açacağının düşünülmemesi de hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir...)

gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla çalışma ücretlerinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece kıdem ve ihbar tazminatları ile bilirkişinin fazla çalışma alacağı yönünden alternatifli hesaplamasında “c” bendine göre yapılan hesaplamaları dikkate alarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece bozma kararının iki no’lu bendi yönünden bozma kararına uyulmasına ancak üç no’lu bozma nedeni yönünden ısrar edilerek yeniden yapılan yargılama sonucunda; işçilik alacakları ile ilgili davaların tümünde hükmedilen alacakların net mi brüt mü olduğu belirtilmeden binlerce karar verildiği halde şimdiye kadar hiçbir karar ile ilgili ne taraflardan ne de kararın infazı için icraya konulmasından sonra icra müdürlüklerinden infazda tereddüt oluştuğundan bahisle kararın açıklanması talebinin gelmediği, kaldı ki hükme dayanak yapılan bilirkişi raporunda alacakların net olarak hesaplandığının ortada olduğu gibi bir kararda alacağın net mi brüt mü olduğunun belirtilmemesi halinde ilk akla gelmesi gerekenin net olduğu, alacağın brüt olarak hüküm altına alınması halinde davalının davacının kazandığı net alacağın dışında vergi ve sigorta primlerinin de harcını ödemeyeceği, bu durumun vekalet ücreti ve yargılama giderleri yönünden de söz konusu olduğu, bu nedenlerden dolayı iş mahkemelerinden verilen kararlarda hükmedilen alacağın net mi brüt mü olduğunun belirtilmesine gerek olmayıp, net mi brüt mü olduğu belirtilmeden hükmedilen alacağın net olduğunun anlaşılması gerektiğinden bozma kararının bu yöne ilişkin kısmına uyulmayıp önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davalı işveren vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık işçilik alacakları hüküm altına alınırken net mi brüt mü olduğunun hükümde açıkça belirtilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce Özel Dairece taraf vekillerinin temyizi üzerine sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra iki no’lu bent uyarınca fazla çalışma alacağı ve üç no’lu bent uyarınca hüküm altına alınan alacakların net mi brüt mü olduğunun hükümde gösterilmemesi gerekçeleriyle kararın bozulması üzerine bozma kararı taraf vekillerine tebliğ edilmiş, davacı vekili duruşmada “bozmaya uyulmasını” talep etmiş, davalı vekili ise Uyap sistemi üzerinden e-imzalı mazeret dilekçesi sunmuş olup dilekçesinde, “…Yargıtay 9. HD’nin yerel mahkeme tarafından fazla mesaiye ilişkin hatalı karar tesis edilmesi sonucu verdiği bozma ilamına uyulmasını…” talep ettiği görülmekle mahkemece bozma kararının iki no’lu bendine uyulmasına ancak üç no’lu bendine karşı ısrar edilmesine şeklindeki kısmi direnme kararı vermesinin mümkün olup olmayacağı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.

Davalı vekilinin dilekçesinde açıkça fazla çalışma ücretine yönelik Özel Daire bozma ilamına uyulması talep ettiği, diğer bozma nedeni olan hüküm altına alınan alacakların net mi brüt mü olduğunun hükümde gösterilmemesi hususu ile ilgili dilekçesinde açık beyanı bulunmadığı, dolayısıyla mahkemece fazla çalışma alacağı yönünden bozma kararına uyularak hüküm altına alınan alacakların net mi brüt mü olduğunun hükümde gösterilmemesi şeklinde bozma nedeni yönünden kısmi direnme kararı vermesi mümkün olduğu sonucuna varılarak ön sorun bulunmadığı yapılan ikinci oylamada oy çokluğuyla kabul edilmiş olup işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

Öncelikle işçi ücretlerinin tespit şekli ve vergilendirilmesi üzerinde durulmalıdır.

1- İŞÇİ ÜCRETİNİN TESPİT ŞEKLİ ve VERGİLENDİRİLMESİ

193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 1’nci maddesinde gelir tanımlanmış olup, gerçek kişilerin gelirlerinin gelir vergisine tabi olduğu, gelirin ise bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarı olduğu belirtilmiştir. Aynı Kanun’un 2’nci maddesinde ise geliri oluşturan bu kazanç ve iratlar sayılmış, “ücret”in de bu kazanç ve iratlar arasında olduğu açıkça belirtilmiştir. Gelir Vergisi Kanunu’nun 3’ncü maddesine göre Türkiye’de yerleşmiş olanlar ile resmi daire ve müesseselere veya merkezi Türkiye’de bulunan teşekkül ve teşebbüslere bağlı olup adı geçen daire, müessese, teşekkül ve teşebbüslerin işleri dolayısıyla yabancı memlekette oturup bulundukları memlekette elde ettikleri kazanç ve iratları dolayısıyla gelir vergisine veya benzeri bir vergiye tabi tutulmamış Türk vatandaşlarının Türkiye içinde ve dışında elde ettikleri kazanç ve iratların tamamı üzerinden vergilendirilecekleri belirtilerek tam vergi mükellefi tarif edilmiştir.

Bununla birlikte 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 8’nci maddesinde mükellefin, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettübeden gerçek veya tüzel kişiler olduğu; vergi sorumlusunun ise, verginin ödenmesi bakımından alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişi olduğu, bu Kanun’un müteakip maddelerinde geçen “mükellef” tabirinin, vergi sorumlularına da şamil bulunduğu belirtilmiştir. Bu düzenlemeler karşısında vergi mükellefinin işçi, vergi sorumlusunun ise işveren olduğu tartışmasızdır.

Gelir Vergisi Kanunu’nun 61’nci maddesine göre ücret, işverene tabi belirli bir iş yerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatler olduğu şeklinde tanımlanmış olup ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması onun mahiyetini değiştirmeyeceği belirtilmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 32’nci maddesinin birinci fıkrasında ise ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.

İş hukukundaki ücret tanımı ile vergi hukukundaki ücret tanımı mukayese edildiğinde, vergi hukukundaki tanımın çok daha geniş kapsamlı olduğu görülecektir. Zira; vergi hukukunda, hizmet karşılığı olarak yapılan nakden ödemeler yanında, işverence sağlanan her türlü menfaat de ücret kapsamında değerlendirilmektedir (Ekin, A./Topçu, M.: İş Alacakları Açısından Gelir Vergisi ve Yasal Kesintiler, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, S.8, Aralık 2016, s.117) .

Kural olarak 4857 sayılı İş Kanunu kapsamındaki işçiler, gerçek usulde vergilendirilirler. Bununla birlikte ücretlerin tamamının gerçek usulde vergilendirilmesi her zaman mümkün olmadığından diğer ücretler olarak vergilendirilecek kişiler, Gelir Vergisi Kanunu’nun 64’ncü maddesinde sayılmak suretiyle gösterilmiştir.

Gerçek usulde matrah saptanırken, işçinin normal gayrisafi aylık ücretinin yanı sıra para veya para ile ifade edilmesi mümkün bulunan kanun, iş sözleşmesi, toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan menfaatler, hafta tatili ücreti, fazla çalışma ücreti ile ihbar tazminatı, prim ve ikramiyeler de gayrisafi ücret kapsamında değerlendirilir. Bu nedenle Kanun kapsamında, işveren tarafından işçiye sağlanan her türlü menfaat, ücret olarak kabul edilirken, sağlık sigortası, sendika aidatları, engelli indirimi gibi çok sayıda ödeme, gelir vergisi matrahının tespitinde indirim konusu yapılabilir. Ayrıca gerçek usulde vergilendirilen işçiler asgari geçim indiriminden de faydalanır. İşverenler tarafından işçilerin ücret gelirlerinden kesilen ve gelir vergisinden mahsup edilen asgari geçim indirimi tutarının, o ayki ücretiyle birlikte işçiye nakden ödenmesi gerekir (Ekin/Topçu, a.g.m., s.118) .

Gerçek usulde işçi ücreti vergilendirilirken ücretin safi tutarı, kaynakta kesintiye tabi tutulacak olup kesintiyi de işveren yapacaktır. Bu husus Gelir Vergisi Kanunu’nun 94’ncü maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: "Kamu idare ve müesseseleri, iktisadi kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, zirai kazançlarını bilanço veya zırai işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler aşağıdaki bentlerde sayılan ödemeleri (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaya mecburdurlar. "

Yapılacak vergi kesintisi Gelir Vergisi Kanunu’nun 103’ncü maddesinde belirlenen artan oranlı tarifeye göre belirlenecektir. İşçinin elde ettiği ücret üzerinden gelir vergisi kesintisi dışında ayrıca 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 80’nci maddesi uyarınca SGK primi yanında işsizlik sigortası primi ve damga vergisi kesintisi de yapılmalıdır. Dolayısıyla bu kesintilerden herhangi birinin yapılmaması halinde belirlenecek net tutar hatalı olacaktır.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 11’nci maddesine göre yaptıkları veya yapacakları ödemelerden vergi kesmeye mecbur olanlar yani işverenler, verginin tam olarak kesilip ödenmesinden ve bununla ilgili diğer ödevleri yerine getirmekten sorumludurlar. Yine işçilik alacaklarının mahkeme kararı ile hüküm altına alınıp icra baskısı olmadan işverence ödenmesi halinde işverenin sorumluluğu devam edecektir. Buna karşın hüküm altına alınan alacakların işverence ödenmemesi nedeniyle icra takibi başlatılarak ödemenin bu yolla yapılması durumunda icra dairesi vergi sorumlusu olacaktır.

Vergi Usul Kanunu’nun 19’ncu maddesine göre, “Vergi alacağı, vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğar. Vergi alacağı mükellef bakımından vergi borcunu teşkil eder.” Bu düzenlemeden anlaşılacağı üzere vergilendirme sürecinin başlaması, vergiyi doğuran olayın gerçekleşmesine bağlıdır. Dolayısıyla vergiyi doğuran olayın muafiyet ve istisna sınırları içinde kalması hâli dikkate alındığında, bu hâlde vergilendirme sürecinin başlaması da mümkün olmayacaktır.

İş sözleşmesine tabi olarak çalışan işçinin, iş görme edimi karşılığı olarak elde ettiği bazı gelirleri Gelir Vergisi Kanunu ya da diğer bazı kanunlar ile istisna kapsamında tutulmuştur. Bu istisnalar ücretten olabileceği gibi tazminat ve yardımlar yönünden de mümkündür. Ücret yönünden istisnalara örnek olarak Gelir Vergisi Kanunu’nun 15’nci maddesi uyarınca yabancı devletlerin Türkiye’de bulunan elçi, maslahatgüzar ve konsolosları ile elçilik ve konsolosluklara mensup olan ve o memleketin uyruğunda bulunan memurları dışında kalan kişilerin yalnızca bu işlerinden dolayı aldıkları ücret vergiden muaf tutulmuştur. Benzer düzenleme Kanun’un 16’ncı maddesinde düzenlenmiş olup buna göre, yabancı elçilik ve konsoloslukların 15 inci maddeye girmeyen memur ve hizmetlilerinin yalnız bu işlerinden dolayı aldıkları ücretler karşılıklı olmak şartıyla Gelir Vergisinden istisnadır.

Gelir Vergisi Kanunu’nun 25’nci maddesinde sosyal amaçlı bazı tazminat ve yardımların gelir vergisinden istisna edileceği de açıkça belirtilmiştir. Bu madde uyarınca sayılan diğer nedenler yanında kıdem tazminatının da gelir vergisinden müstesna tutulacağı belirtilmiştir. Aynı şekilde kıdem tazminatından sosyal güvenlik primi ile işsizlik sigortası kesintisi de yapılması mümkün olmayıp sadece damga vergisi kesintisi yapılacaktır.

İhbar tazminatı hesaplanırken brüt ücret üzerinden yapılan hesaplamadan gelir ve damga vergisi kesintisi yapılacak ancak 5510 sayılı Kanun’un 80’nci maddesi uyarınca sosyal güvenlik primi ve işsizlik sigortası kesintisi yapılamayacaktır.

Diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, genel tatil, hafta tatili vs) yönünden ise gelir ve damga vergisi kesintisi ile SGK primi, işsizlik sigortası kesintilerinin yapılarak hesaplanması gerekmektedir.

İşçinin ücretinin tespiti ve vergilendirilmesi yukarıda açıklanmış olup, dava dilekçesindeki talep ile hükmün kapsamı üzerinde de durulması uygun olacaktır.

2- TALEP ve HÜKMÜN KAPSAMI

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119’uncu maddesinde dava dilekçesinin içeriği belirtilmiştir. Buna göre “açık bir şekilde talep sonucu”nun dava dilekçesinde gösterilmesi gereklidir.

Talep sonucu çok açık bir şekilde yazılmalıdır (m. 179/3). Talep sonucu çok açık olmalı ki, mahkeme, davayı kabul edince, talep sonucunu aynen hüküm fıkrası olarak (m. 388/6) kararına alabilsin. Esasen, mahkeme davacının talep ettiğinden fazlasına hüküm veremez (m.74). Bu nedenle davacı, nelerin hüküm altına alınmasını (davalının neye mahkûm edilmesini) istediğini, açık ve noksansız bir şekilde dava dilekçesinin talep sonucu (neticeî talep) bölümünde bildirmelidir (Kuru, B.:Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C:2, 2001, s.1607 vd).

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119’uncu maddesinin ikinci fıkrasında dava dilekçesinde açık bir talep sonucunun bulunmaması hâlinde mahkemece eksikliğin giderilmesi için davacıya bir haftalık kesin süre verileceği, bu süre içinde eksikliğin giderilmemesi durumunda davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği belirtilmiştir.

Yine 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294’üncü maddesinin 1’nci fıkrasına göre mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür.

Hükmün kapsamı ise 6100 sayılı HMK’nın 297’nci maddesinde belirtilmiştir. Buna göre;

“(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:

a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.

b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.

c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.

ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.

d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.

e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.

(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”

Bir davanın temelini, taraflarca ileri sürülen iddia ve savunmalar oluşturur. Dolayısıyla, dava konusunun ve çekişmenin ne olduğunun karardan anlaşılması, bu iddia ve savunmalara gerekçeli kararda yer verilmesiyle mümkün olur (Tutumlu, M. Akif: Hukuk Yargılamasında Hüküm ve Gerekçeli Karar, Ankara 2007, s. 61).

Hüküm sonucu veya kısa karar olarak da ifade edilen hüküm fıkrası, kararın en önemli bölümüdür. Öğretide hüküm fıkrasının, kararın vücut bulmuş hali olduğu; kararın kalbi ve özü niteliğinde bulunduğu ifade edilmektedir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereğince, hüküm fıkrasında, gerekçeye ait hiçbir söz tekrar edilmeksizin, talep sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt yaratmayacak şekilde (HMK m. 297/2) gösterilmelidir (Güneysu, N. Boran: Medeni Usul Hukukunda Karar, Ankara 2014, s. 225 vd).

Davacının dava dilekçesinde belirttiği tüm talepleri mahkemece hüküm fıkrasında ayrı ayrı sıra numarası altında gösterilmek suretiyle her biri hakkında karar verilmelidir. Mahkemece verilen hüküm fıkrasının açık ve icra edilebilir olması da gereklidir. Aksi hâlde hukuki belirlilik gereği açık ve infaz kabiliyeti bulunması gereken hüküm fıkrasının özellikle icrası sırasında şüphe veya tereddütler doğmasına ve hükmün icra edilememesi gibi durumlarla karşılaşılır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının dava dilekçesinde işçilik alacaklarını talep ettiği, talep edilen miktarların net mi yoksa brüt mü olduğunun dilekçede belirtilmediği, hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise alacakların hem brüt hem de net miktarları gösterilmek suretiyle hesaplandığı, davacı vekilinin ihbar tazminatını bilirkişinin hesapladığı brüt miktarı esas alarak ıslah ile artırdığı, buna karşılık mahkemece hüküm fıkrasında kabul edilen alacakların net mi yoksa brüt mü olduğu belirtilmeksizin ancak bilirkişinin net miktar üzerinden yaptığı hesaplamalar dikkate alınarak hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.

Kural olarak işçilik alacakları brüt olarak hüküm altına alınmalıdır. Ancak davacının alacaklarını net miktar üzerinden talep etmesi hâlinde hüküm fıkrasında talep dikkate alınarak alacaklar net olarak hüküm altına alınmalıdır. Eş deyişle ister brüt ister net miktarlar talep edilsin her iki durumda da hüküm altına alınan alacak miktarları gösterildikten sonra net mi yoksa brüt mü olduğu hüküm fıkrasında açıkça gösterilmelidir.

Aksi halde mahkemece hüküm altına alınan işçilik alacaklarının hesaplama sırasında gerekli vergi kesintilerinin ve diğer hususların doğru uygulanıp uygulanmadığı, başka bir deyişle hükme esas alınan bilirkişinin hesaplama şekli sonucunda tespit edilen net miktarların doğru belirlenip belirlenmediğinin temyiz mercii olan Yargıtay tarafından denetimi de mümkün olmayacaktır.

Mahkemece gerekçede hüküm altına alınan miktarların net ya da brüt olduğunu belirtilmesi yeterli olmayıp hüküm fıkrasında da hüküm altına alınan alacakların net ya da brüt olduğu açıkça yazılmalıdır.

Hâl böyle olunca mahkemece hüküm fıkrasında kabul edilen işçilik alacakları miktarlarının net ya da brüt alacak miktarı olduğunun açıkça gösterilmemesi 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297’nci maddesinin ikinci fıkrasına aykırılık teşkil etmektedir.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 06.12.2017 gününde yapılan ikinci görüşmede oy birliğiyle karar verildi.