Dosya olarak kaydet: PDF - TIFF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (İzmir Onuncu Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın kabulüne dair verilen 6.7.1998 gün ve 1997/265-1998/652 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 4.3.1999 gün ve 1998/9671-1825 sayılı ilamiyle; (... Dava, davacı idare çalışanı polis memurunun davalı tarafından öldürülmesi nedeniyle 2330 sayılı Kanun hükümleri gereğince ölen polis memurunun yakınlarına ödenen nakdi tazminatın davalıdan rücuen tahsili istemine ilişkindir. Mahkeme davayı kabul etmiş, karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında 2330 sayılı Kanunda hak

sahiplerine ödenecek maddi tazminat ile bağlanmış olan aylıkların peşin sermaye değerlerinin olayın sorumlularından rücuen istenebileceğine dair açık bir hüküm yoktur. O halde, bu yön gözetilmeksizin rücua ilişkin bu davanın kabulü yönüne gidilmesi yasaya aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı, İçişleri Bakanlığı İzmir Emniyet Müdürlüğü kadrosunda görevli polis memuru Faruk'un görev ifa ederken davalı Yılmaz'ın silahla saldırısı sonucunda ölmesi üzerine kanuni mirasçılarına 2330 sayılı yasa gereğince 966.150.000 TL. nakdi tazminat ödendiğini öne sürerek rücuan tahsilini istemiştir.

Davalı davanın reddini dilemiştir.

Dava hukuksal nitelikçe, davacı idare ajanı polis memurunun, görev sırasında davalı tarafından öldürülmesi nedeni ile, 2330 sayılı "Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun" hükümlerince ölenin mirasçılarına ödenen nakdi tazminat tutarının dönme (rücu) hakkına dayanılarak davalıdan alınması istemine ilişkindir.

Maddi olayın açıklanması

18.11.1995 günü Bornova İlçesi Atatürk parkı içerisinde, bir erkek ile bayanı uygunsuz durumda gören, görevli polis memuru, Faruk'un bu kişileri uyarmak istediğinde, davalı Yılmaz'ın ani bir hareketle anılan polis memurunun belinden silahını aldıktan sonra kafasına bir el ateş ederek öldürdüğü ve İzmir İkinci Ağır Ceza Mahkemesinin 1997/113 E. 1997/200 K. ve 30.6.1997 günlü Kanun yollarından geçerek kesinleşen hükmü ile de TCK. 448, 51/1 ve 59 maddelerince onbeş sene ağır hapis cezası ile cezalandırıldığı dosyadaki bilgi, belge ve yargı kararı ile belirgindir.

2330 sayılı "Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun'un Dava ile doğrudan bağlantılı hükümleri,

Amaç:

Madde 1- Bu kanunun amacı; barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle görevli olanların bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya sakat kalmaları halinde, ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları halinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerinin düzenlenmesidir.

Kapsam:

Madde 2- Bu kanun;

a) İç güvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki konularında görevlendirilen:

1. (Değişik: 2658 - 7.6.1990) Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığı personelini,

2. Silahlı Kuvvetler mensuplarını,

3. Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarını,

4. Çarşı, mahalle ve kır bekçilerini,

5. (Değişik: 3658 - 7.6.1990) Orman memurları ve personeli ile Gümrük Muhafaza memurlarını,

b) Güven ve asayişi ihlal eden eylemlere ve kaçaklığına ilişkin olayların soruşturma ve kovuşturma işlemlerini yürüten adli ve askeri hakimleri, Cumhuriyet Savcı ve yardımcılarıyla askeri savcı ve yardımlarını;

c) Güven ve asayişi ihlal eden eylemlerin önlenmesi esnasında güvenlik kuvvetleriyle birlikte olay mahallinde bizzat görev yapan mülki idare amirlerini;

d) Ceza ve tutukevlerinin iç ve dış güvenliğini sağlamakla görevli bulunan personeli;

e) Güven ve asayişin korunmasında hizmetlerinden yararlanılması zorunlu olan ve yetkililerce kendilerine bu amaca yönelik görev verilen kamu görevlileri ve sivilleri;

f) İç güvenlik ve asayişin korunmasında veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki ile ilgili olarak güvenlik kuvvetlerine kendiliklerinden yardımcı olmuş ve faydalı oldukları yetkililerce tevsik edilmiş şahısları;

g) Devlet güçlerini sindirme amacına yönelik olarak yapılan saldırılara maruz kalan kamu görevlilerini;

h) Yukarıdaki bentlerde sayılanların yaptıkları görevler veya yardımlar sebebiyle saldırıya maruz kalan eş, füru, ana, baba ve kardeşlerini;

kapsar.

Nakdi Tazminat:

Madde 3- Bu kanun kapsamına girenlerden;

a) (Değişik: 4356 - 1.4.1998) Ölenlerin Kanuni mirasçılarına en yüksek Devlet memuru brüt aylığının (ek gösterge dahil) 100 katı tutarında,

b) (Değişik: 4356 - 1.4.1998) Yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan aciz ve hayatını başkasının yardım ve desteği ile sürdürebilecek şekilde malul olanlara 200 katı, diğer sakatlananlara (a) bendinde belirtilen tutarın % 25'inden % 75'ine kadar, yaralananlara ise % 20'sini geçmemek üzere sakatlık ve yaralanma derecesine göre,

Nakdi tazminat ödenir.

Nakdi Tazminat ve Aylığın etkisi:

Madde 6- Bu Kanun hükümlerine göre ödenecek nakdi tazminat ile bağlanacak emekli aylığı uğranılan maddi ve manevi zararların karşılığıdır.

Yargı mercilerinde maddi ve manevi zararlar karşılığı olarak kurumların ödemekle yükümlü tutulacakları tazminatın hesabında bu kanun hükümlerine göre ödenen nakdi tazminat ile bağlanmış bulunan aylıklar gözönünde tutulur.

Davacı idare tarafından 2330 sayılı Kanun hükümlerince öldürülen polis memuru Faruk'un mirasçılarına İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Nakdi Tazminat Komisyonun 66 sayılı ve 18.4.1996 tarihli kararına dayanılarak 966.150.000 TL. nakdi tazminat ödendiği sabittir.

Maddi olgular ve 2330 sayılı Yasa maddelerinin aktarılmasından sonra, yanlar arasında oluşan bu uyuşmazlığın doğru ve sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için uygulanacak yasa maddelerinin belirlenmesine ve tartışılmasına sıra gelmiştir.

Bir davada öne sürülen maddi olguların hukuksal açıdan nitelemek ve de uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak, uygulamak doğrudan hakimin görevidir (HUMK. md. 76).

Somut olayda; Eksik teselsül (eksik dayanışmalı sorumluluk) (BK. md. 51)'in uygulanması sözkonusu olduğundan maddenin uyuşmazlık karşısında hukuki durumunun belirlenmesinde yarar vardır.

BK. 51. maddesinin metni şöyledir:

Madde 51- Müteaddit kimseler muhtelif sebeplere (haksız muamele, akit, kanun) binaen mes'ul oldukları takdirde haklarında birlikte bir zarar vukuuna sebebiyet veren kimseler hakkındaki hükümlere göre muamele olunur.

Kaideten haksız bir fiili ile zarara sebebiyet vermiş olan kimse, en evvel, tarafından hata vaki olmamış ve üzerine borç alınmamış olduğu halde kanunen mes'ul olan kimse en sonra, zaman ile mükellef olur.

İBK. 51; BK. 41 vd; 50/2, 55/2, 56/2, 58/2.

Daha açık bir ifadeyle "Birden çok kişi, gerek haksız eylem, gerek sözleşme ve gerekse yasa kuralı gibi sebeplerden ve aynı zarar için zarara uğrayana karşı sorumluysalar, bunlar arasında, bir zarara ortaklaşa sebep olanlar hakkındaki dönmeye (rücua) ilişkin kurallar uygulanır.

Kural olarak, en başta, haksız eylemiyle zarara yol açan sorumlu tutulur, en son olarak da kusuru olmaksızın ve sözleşme gereği sorumluluğu olmadığı halde kanun kuralı gereğince sorumlu tutulan kişiye başvurulur.

"Görülüyor ki burada BK.50. maddesine atıf yapılarak birden çok kimseler, değişik nedenlerle (haksız eylem, akit, kanun) sorumlu oldukları taktirde zarar gören tam dayanışmada olduğu gibi (BK. md.50/1) giderim isteğinin bir bölümünü veya tamamına bu sorumlulardan birinden ya da bir kaçından dava açarak isteyebilecektir. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada ayrık düşünce olmaksızın bu kural kabul edilmektedir. Daha açık bir ifadeyle, eksik teselsül de, tam teselsülde olduğu gibi zarar gören Tazminat borçlularından her hangi birine müracaat edebilir ve tazminatın tamamının ödenmesini isteyebilir. Bundan başka borçlulardan birinin yaptığı ödeme, ödenen miktar oranında diğerini de borçtan kurtarır ve daha sonra ödeyenin onlara karşı rücu (dönme) hakkı doğabilir.

Bu bağlamda ardıllık (Halefiyet-Subrogation) ile dönme (Rücu-Regress) arasında hukuki nüansları belirtmekte yarar vardır.

Başkasına ait bir borç nedeniyle alacaklıyı tatmin eden kişinin, onun haklarını yasada belirtilen durumda ve tatmin ettiği oranda kendiliğinden elde etmesine ardıllık (halefiyet) denir. Dönme (rücu) hakkı başkasına ait borcu yerine getiren kişinin mal varlığında vücut bulan kaybı gidermeyi amaçlayan tazminat niteliğinde bir istem hakkıdır.

Gerçekte de, halefiyet ve rücu, aynı amaca, zarar görenin (alacaklının) tatmin edilmesine yönelik birbiri ile, çok yakından ilgili iki hukuksal kurum olarak görülmektedir. Nitekim, her ikisinde de, başkalarına ait borcu yerine getiren kişinin, asıl borçluya karşı bir alacak elde etmesi ve bu hakka dayanarak borçludan bir istemde bulunması bu sonucu doğrulamaktadır.

Yasa koyucu bazı durumlarda başkasına ait bir borcu yerine getiren kişi yararına salt bir halefiyeti düzenlemiştir. (BK. md. 109, TCK. 1301, 1361) işte bu durumlarda, başkasına ait bir borcu söndüren alacaklıya ait olan mevcut bir hak olduğu gibi devir alınmamakta, yeni bir hak doğmamakta, ona alacaklıya ait bir hak aynen intikal etmemektedir. Rücu (dönme) hakkında ise rücu hakkı sahibi tatmin ettiği alacaklıya ait olan bir hakkı devralmamaktadır. Sadece onun şahsında yeni bir hak doğmaktadır. Diğer bir anlatımla birincisinde alacaklıya ait bir hakkın geçmesi, ikincisinde ise dönme hakkı sahibinin kişiliğinde yeni bir hakkın doğması gündemdedir.

Yine, halefiyet alacak hakkının ona bağlı bulunan haklarla birlikte kendiliğinden intikal etmesi sonucunu doğurur. Rücu hakkında ise alacağı bağlı bulunan hakların intikal etmesi söz konusu değildir. Şu da var ki; halefiyetin alacaklı ile onu tatmin eden kişi arasında, rücu hakkının ise borçlu ile alacaklıyı tatmin eden kişi arasında bir ilişki olduğu gözden kaçırılmamalıdır. (A.M. KılıçoğluTürk Borçlar Hukukunda Kanuni Halefiyet -Ankara 1979, s. 13,71,88) anılan iki madde arasındaki diğer hukuki farklılıkların şöyle anlatılması mümkündür.

BK. md.50 hükmü, aynı zarardan dolayı birden fazla kişinin birlikte müteselsilen sorumlu tutulmalarını, birden fazla kişinin ortak kusurlarıyla zarara birlikte sebebiyet vermiş olmaları koşuluna bağlamıştır. Buna göre birden fazla kişi aynı zarara ortak kusurlarıyla sebebiyet vermiş olmalıdırlar. BK. md.51 hükmü ise bundan farklı olarak, aynı zarardan dolayı birden fazla kişinin birlikte müteselsilen sorumlu tutulmalarını BİRDEN FAZLA KİŞİNİN BU ZARARDAN DOLAYI ORTAK KUSURLARI NEDENİYLE DEĞİL DEĞİŞİK HUKUKSAL NEDENLERLE sorumlu olmalarına bağlamıştır. Burada müteselsilen sorumlu tuttuğumuz kişilerin, sorumluluklarının SEBEPLERİ FARKLI HUKUKSAL NEDENLERE DAYANMAKTADIR. Bu açıklamalar karşısında BK. md. 51'e dayanan müteselsilen sorumluluğun sebebi HAKSIZ FİİL, KANUN VEYA SÖZLEŞME nedeniyle birden fazla kişinin sorumlu tutulmasıdır. BK. md. 50 hükmü, müteselsil sorumlu olan kişilerden birinin zararı tazmin etmesi halinde, diğerlerine rücu hakkını KUSUR ORANINA bağlamıştır. O halde burada rücu hakkı KUSUR ORANINA göre belirlenir.

BK. md. 51 hükmü ise, müteselsil sorumlu olan kişilerden birinin zararı tazmin etmesi halinde, diğerlerine rücu hakkını belli bir sıraya bağlamıştır. KANUNDAN DOLAYI SORUMLU TUTULAN KİŞİ SÖZLEŞME NEDENİYLE SORUMLU KİŞİ, HAKSIZ FİİL NEDENİYLE SORUMLU KİŞİ sıralaması vardır. Haksız fiil nedeniyle sorumlu kişi zararı tazmin etmişse kimseye rücu edemeyecektir, sözleşme nedeniyle sorumlu kişi zararı tazmin etmişse, haksız fiil failine rücu edebilecek, kanundan dolayı sorumlu kişiye rücu edemeyecektir. Kanundan dolayı sorumlu kişi zararı tazmin etmişse, sözleşme nedeniyle sorumlu kişiyle haksız fiil failine rücu edebilecektir.

Gerek BK. md. 50 gerekse BK. md. 51 hükümleri MÜTESELSİL SORUMLULUK öngörmüştür.

Türk Borçlar Hukukunda müteselsil sorumluluk ve hükümleri genel olarak BK. md. 141 vd. düzenlenmiştir. Bu hükümlerden BK. md. 147 zararı tazmin eden müteselsil sorumlu kişinin diğer müteselsil sorumlu kişilere rücu hakkını ALACAKLININ HAKLARINA HALEFİYET ile desteklemiştir. Bu bağlamda BK. md. 147 yukarıda sözü edilen hem BK. md 50 hem de BK. md 51'de dayanan BİRDEN FAZLA KİŞİNİN AYNI ZARARDAN DOLAYI MÜTESELSİLEN sorumlu olmaları hali için uygulanabilme olanağı olup olmadığı sorusu ile karşılaşılablir.

Öğretide ve yargı kararlarında BK. md. 147'de yer alan HALEFİYETLE DESTEKLENMİŞ RÜCU HAKKININ, haksız fiillerden doğan mütessil sorumlulukta sadece BK. md. 50'ye dayanan müteselsil sorumluluk için mümkün olduğu kabul edilmektedir. Buna göre BK. md. 51'e dayanan müteselsil sorumlulukta, zararı tazmin eden kişinin, diğerlerine rücu hakkı vardır fakat bu rücu hakkı BK. md. 147'deki halefiyetten yararlanamaz.

BK. md. 50 ile BK. md. 51 arasında yukarıda işaret etmeye çalıştığımız farklar nedeniyle öğreti ve yargı kararlarında her iki müteselsil sorumluluğu birbirinden ayırdetmek için BK. md. 50'ye dayanan müteselsil sorumluluğun TAM TESELSÜL, BK. md. 51'e dayanan müteselsil sorumluluğun ise EKSİK TESELSÜL olduğu kabul edilmektedir. Bu aşamada TAM TESELSÜL (BK. md. 50'e dayanan müteselsil sorumluluk) ile EKSİK TESELSÜL (BK. md. 51'e dayanan müteselsil sorumluluk) arasında yapılan ayrımın ve farkların önemini de vurgulamak yerinde olacaktır. Halefiyette, rücu hakkını kullanan kişi alacaklının yerine geçer, aynen alacaklının konumuna sahip olur. Bunun sonucu olarak örneğin alacaklının elinde, alacağı garanti eden ipotek gibi bir garanti varsa, zararı tazmin eden borçlu alacaklının haklarına halef olduğundan, bundan böyle bu teminat rücu alacağını garanti eder (Örneğin BK. md. 496 da kefil lehine tanınan halefiyette durum budur) BK. md. 134 hükmü, "Müruruzaman müteselsilen borçlu olanlardan veya taksimi kabil olmayan bir borcun müşterek borçlularından birine karşı katedilmiş olunca diğerlerine karşı da katedilmiş olur" kuralını içermektedir.

Bu maddeye göre, MÜTESELSİL BORÇLULARDAN BİRİNE KARŞI ZAMANAŞIMININ KESİLMESİ diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser.

Bu hükmün haksız fiillerden doğan müteselsil sorumlulukta sadece TAM TESELSÜLDE yan BK. md. 50'ye dayanan müteselsil sorumlulukta uygulama bulacağı; buna karşın EKSİK TESELSÜL'de yani BK. md. 51'e dayanan müteselsil sorumlulukta uygulama bulmayacağı kabul edilmelidir. Yine halefiyette borçlu alacaklının yerine geçtiğinden, alacaklının alacak hakkının tabi olduğu zamanaşımı süresinden yararlanır. Bunun sonucu olarak halefiyetten yararlanan rücu hakkı sahibinin, diğer borçlulara rücu hakkı alacaklının sahip olduğu zamanaşımı süresinden yararlanır.

Buna göre tam teselsülde, zararı tazmin eden müteselsil borçlu, diğer borçlulara alacaklının sahip olduğu zamanaşımı süresinden yararlandığı halde, eksik teselsülde rücu hakkını kullanan kişinin zamanaşımı süresi haksız fiillerdeki genel hükümlere tabidir. Uyuşmazlığın çözümüne etken olduğu için şu yöne de değinmekte açıkça yarar vardır.

Bir borcu yerine getiren kimsenin alacaklının haklarına halef olabilmesi için halefiyetin kanunda açıkça öngörülmüş bulunması gerekir. Kanunda açıkça öngörülmediği sürece bir halefiyetin doğması mümkün değildir. Halefiyet Kanununda belirtilmiş belirli durumlarda doğar. Diğer bir anlatımla halefiyet halleri sınırlı sayıda olma (numerus clausus) kuralına bağlıdır. Kanunda açıkça öngörülmediği sürece bir halefiyetin doğması mümkün değildir. Örneğin, (BK. md. 109, 69, 147/1, 496, MK. 799, TCK. 654/1, 907, 915, 920, 933, 936, 937, 813, 1301, 1361, 506 sayılı SSK. md. 26, 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu md. 129, 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu md. 63.)

Dönme (rücu) halleri kanunda açıkça gösterilme sınırlı sayıda olma kuralına sıkı sıkıya bağlı değildir.

BK. 51. maddesinde sorumluluk yönünden değişik nedenlerden biri olarak gösterilen "Kanun" salt BK. nunda öngörülen davalar hakkında değil, kamu hukuku ile ilgili kanunlar ile diğer tüm kanunlardan öngörülen hükümlerden de kaynaklanabilir. Farklı anlatımla BK. nun 51. maddesi sadece BK. da değil diğer kanunlarda da öngörülen davaların toplanması durumunu düzenlemektedir. 51 nci maddenin uygulanabilmesi için ödetilmesi gereken zararın aynı zarar olması yeterlidir. Böylece ortaklaşa kusuru bulunmayan birçok kişi, değişik nedenlerle aynı zarardan sorumlu tutulmuşlardır. Daha açık bir deyişle, Madde 51'de değişik nedenler arasında yer alan "Kanun" sözü, ayırtım gücünden yoksun olan (BK. md. 54) adam kullanan (BK. md. 55), hayvan güden (BK: md. 56), yapı ya da yapı eseri maliki (BK. md. 58), ev baskını (MK. md. 320), Hazine (MK. md. 917), Taşınmaz maliki (MK. md. 656) ile araç sahibinin (işletenin) (KTK, md. 85) sorumluluğunu kapsadığı gibi, diğer kanunlarla sorumluluğun belirlenmesi hukuken mümkün görülebilecek hallerde de uygulama alanı bulunacağında kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Gerçekte de BK. 51. genel bir hükümdür. Yasalarda ayrıca belirtilmesine gerek yoktur. Maddenin Bizatihi kendi bünyesinde rücu düzenlenmiştir. (Becker, İsviçre Medeni Kanunu Şerhi, VI. C. Borçlar Kanunu, I. Kısım, Fasikül II, Çeviren Kemal Reisoğlu 1966, Fasikül III, Çeviren Osman Tolun, 1969 sh. 314-315, Eser-Schönsen Berger, Borçlar Hukuku, Birinci Kısım Çeviren; Recai Seçkin, 1947 sh. 464, Haluk Tandoğan Türk Mesuliyet Hukuku, 1961 sh. 380, Turgut Akıntürk Müteselsil Borçluluk 1978 sh. 135 vd., Tekinay/Akman/Burcuoğlu Altop Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. 1, 2 1985 sh. 941, M. Yaşar Aygün, Haksız eylemlerde tüm zincirleme sorumluluk ile Karşılaştırmalı olarak eksik zincirleme sorumluluk, Yargıtay Dergisi Ekim 1978 s. 4, sh. 503/527, Ocak 1979, s. 1. sh. 101/138 sh. 107. F.Funk, Borçlar Kanunu Şerhi, Hıfzı Veldet; C. Selek Çevirisi sh. 88, 89)

Az yukarıda metni yazılan 2330 sayılı Kanunun 1, 2, 3 ve 6. maddelerinin özü ve sözünden anlaşıldığı üzere Devletin, barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle görevli olanların bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya sakat kalmaları halinde meydana gelen zararın giderimini üstlendiği, böylece vukua gelecek zararlardan peşinen sorumluluğu kabul ettiği çok açıktır. Diğer bir anlatımla anılan yasa hükümlerince devlet sorumluluk açısından zarar ile kendi arasında, objektif bir illiyet bağının varlığını önceden kabul etmiş durumundadır. Yine bu hukuki statüden ayrı olarak denilebilir ki, failin davranışı devlete karşı da işlenmiş bir haksız fiil görünümündedir. Zira haksız fiil faili Devleti, mağdura karşı 2330 sayılı yasa hükümlerince, ödeme külfeti altına sokmuş ve mal varlığında bir eksilmeye neden olmuştur.

Hal böyle olunca, olayda meydana gelen aynı zarardan; fail, haksız fiil kurallarınca, Devlette Kanun nedeni ile olmak üzere iki değişik nedenlerle BK. 51 nci maddesince sorumlu olanlarında duraksamaya yer bulunmamaktadır. Gerçekte de, ortaklaşa kusuru bulunmayan iki kişi; değişik nedenlerle, aynı zarardan sorumlu tutulmaları nedeniyle haklarında, yollama yoluyla birlikte zarar vukuuna sebebiyet veren kimseler hakkındaki hükümler (BK. md. 50) uygulanacaktır. Bu durumda, davalı (haksız eylemi işleyen) (BK. md.41); Davacı 2330 sayılı Yasa gereği zarar görene karşı Borçlar Kanununun 51 anlamında dayanışmalı sorumludurlar. Aralarındaki dönme (rücu) durumu anılan Yasanın 2. fıkrasında düzene konulmuştur. Buna göre iç ilişkide (dönmede) giderim son çözümde davalı haksız eylemi işleyenin omuzlarında kalır. Hal böyle olunca giderimi ödeyen davacının BK. 51/2 den Kaynaklanan hakka dayanarak haksız fiil faili davalıya dönebileceğinin kabulü zorunludur. Hemen belirtelim ki; somut olayın gelişimi, seyri, dosyada toplanan tüm belge, yazı ve kanıtlar yasa hükmü nedeni ile sorumlu tutulan davacının bir kusuru bulunmadığını, zarar görenlere de giderim borcunu ödediğini doğrulamaktadır. Esasen kural olarak, kanuna dayanan sorumluluk hallerinde sorumlu olan kişinin haksız fiillerde olduğu gibi hukuk nizamına aykırı bir davranışı yoktur. Kanunen sorumlu olan iradesiyle, ihtiyariyle borç altına girmemiştir. Bu sorumluluğu onun ihtiyari ve iradesi dışındadır. O nedenle ödenen giderimin tümünden davalının sorumluluğu kabul edilmelidir.

Tüm açıklananların, ışığında Yerel Mahkemenin direnme kararı usule yasaya uygundur, onanmalıdır.

Bu nedenle usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA), ve (8.691.750) lira bakiye temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 23.2.2000 gününde ikinci görüşmede oybirliğiyle karar verildi.